Kuzey Kafkas Dernekleri

I.

Helsinki Zirvesi’nde Avrupa Birliği’ne aday olmasıyla birlikte Türkiye için 2000 yılında yeni bir dönem başladı. Avrupa Birliği’ne adaylık, Batı’ya ve Batılılaşmaya yönelik yaklaşık 200 yıldır süren çabalar açısından önemli bir dönüm noktasıydı. Adaylık ile birlikte büyük bir iyimserlik havası, en azından geçici olarak, tüm ülkede hâkim oldu.

+''+

Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesi, hatta bundan da önce, adaylık görüşmelerinin sürdürülmesi yasal, siyasal ve ekonomik düzeyde pek çok düzenlemenin yapılmasına bağlı. Yaygın kanı, bu düzenlemeler sonucu bir yanda insan hakları ve demokratikleşme gibi yıllardır çözümlenemeyen sorunların aşılacağı, diğer yanda da yapısal dönüşümler yoluyla ekonomiye bir canlılık ve hareket getirileceği yolunda.

Türkiye’nin tarihsel-toplumsal gelişimi ve jeopolitik konumu ile uluslararası gelişmeler göz önüne alındığında Avrupa Birliği’ne üyelik nihayet gerçekleşecek gibi görünüyor. Üyelik, belki iyimser tahminlerde olduğu gibi 10-20 yıl içinde değil, fakat şu anda Kafkas demeklerinde aktif olarak faaliyet gösteren genç kuşağın görebileceği kadar yakın bir dönemde gerçekleşebilecek, çünkü adaylık ile birlikte, Türkiye Batılılaşma sürecinde artık geri dönülemeyecek bir aşamaya geldi. Kötümserler, yani bir “zenginler” veya “Hıristiyan” kulübü olarak tanımlanan Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi hiçbir zaman üyeliğe kabul etmeyeceğini söyleyenler haklı bile olsa, adaylık süreciyle birlikte Türkiye’de pek çok şeyin değişeceği, en azından değişme potansiyeli taşıdığı açıkça gözüküyor.

Bu çalışmada, Türkiye’de yıllardan beri faaliyet gösteren Kafkas derneklerinin bu süreçten nasıl etkilenebileceği ve Kafkas derneklerinin bu süreç içerisinde nasıl bir rol oynayabileceği/oynaması gerektiği konusunda bazı gözlemler tartışmaya sunulmuştur . Çalışma altı bölümden oluşuyor, ilk ve son bölümler arasındaki dört bölümde, Kafkas derneklerinin faaliyetleri ve gelişimi, kronolojik bir sırada (Osmanlılardan 1960’a, 1960-1980, 1980-2000 ve 2000-sonrası) incelenmiştir. Çalışmanın son bölümünde Kafkas derneklerin faaliyetlerinin yeni dönemde nasıl biçimleneceği tartışılmıştır.

II.

Anadolu ve Ortadoğu’da Çerkesler özellikle 14. yüzyıldan itibaren varlık göstermeye başlamıştır. Bu bölgede, Çerkes Memlükleri sayılmazsa, Çerkesler ayrı bir topluluk olarak siyasal varlık göstermemiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nda sayıca az olmalarına karşın, yönetim kademelerinde (oransal olarak) çok sayıda Çerkese rastlamak mümkündür.

Çerkesler, Kuzey Kafkasya’nın Çarlık Rusyası tarafından işgal ve ilhakının 21 Mayıs 1864’de tamamlanmasıyla yoğun olarak Osmanlı İmparatorluğu’na sürgün edilmiştir Sürgün edilenlerin sayısı konusunda bir kesinlik olmamakla birlikte, Kuzeybatı Kafkasya halklarının %90’ından fazlasının ülkesinden koparıldığı (yaklaşık 1.5 milyon insan) tahmin edilmektedir. Sürgünün çok kısa bir sürede ve kötü koşullarda yapılması ve yeni yerleşim yerlerindeki hazırsızlık, iklim uyuşmazlığı ve yoksunluk sonucu göçmenlerin yarıya yakını sürgün yollarında ve yerleştikleri bölgede yaşamını kaybetmiştir. Bu büyük kayıplara ve zorluklara karşın, hayatta kalabilenler tedrici olarak toparlanmış ve yaşamlarını yeniden kurmayı başarmıştır. Özellikle kent yaşamına uyumda büyük bir başarı gösteren Çerkesler, 19. yüzyılın ortalarından itibaren Osmanlı entelektüel yaşamında da önemli bir yer edinmişlerdir.

Osmanlı İmparatorluğu’nda Çerkeslerin dernekler çerçevesinde örgütlenmeleri 1908 Meşrutiyetinden sonra görülmektedir. Meşrutiyet’in ilanından sonra çok kısa bir sürede, İstanbul’da başta Çerkes Teavün Cemiyeti olmak üzere, dernekler kurulmuş, Çerkesce eğitimin de yapıldığı özel okullar açılmış, Latin ve Arap harfleri kullanılarak çeşitli alfabe önerileri geliştirilmiş, Çerkesce gazete/dergi ve ders kitapları yayımlanmış, eğitim faaliyetlerinin geliştirilmesi amacıyla Kafkasya’ya öğretmenler gönderilmiş, özellikle Çerkes tarihine ilişkin pek çok kitap yayımlanmıştır. Bu dernekler, genel olarak kültürün korunması ve geliştirilmesi, topluluk içinde ekonomik ve toplumsal dayanışmanın sağlanması yoluyla refah düzeyinin artırılması ve Kafkasya ile ilişkilerin güçlendirilmesi ve hatta, mümkünse, Kafkasya’ya dönülmesine yönelik faaliyet göstermişlerdir. Kısa zaman içerisinde gelişen çalışmaların kapsamı ve zenginliği, bu dönemde Çerkes aydınların önemli bir birikime sahip olduğunu göstermektedir. 1923’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte tüm bu faaliyetler sona ermiş, okul ve dernekler kapatılmıştır.

1917’de Çarlık Rusyası’nın yıkılmasını izleyen İç Savaş döneminde, yerel soylular/eşraf ve askerî bürokrasinin öncülüğünde ve daha çok Orta ve Kuzeydoğu Kafkasya da etkili olabilen bir milliyetçi hareketin geliştiği görülmektedir. Bu hareket, Osmanlı İmparatorluğu ve Kuzey ve Güney Kafkasya delegasyonları arasında sürdürülen “barış” görüşmelerinin sonuçsuz kalması üzerine 11 Mayıs 1918’de bağımsız bir devlet kurduğunu ilan etmiş ve bağımsızlık ilanı Osmanlı imparatorluğu tarafından tanınmıştır. Devletin, Denikin’in Beyaz orduları tarafından yıkılması ve daha sonra tüm Kafkasya’da Sovyetlerin egemen olmasıyla, bu devletin kurucu kadroları Osmanlı İmparatorluğu/Türkiye, Balkanlar ve Batı Avrupa’ya geçmiş, bu bölgelerde çeşitli dergiler ve “Partiler” etrafında örgütlenerek Kuzey Kafkasya’da devletin yeniden inşasına yönelik olarak propaganda düzeyinde bir etkinlik göstermiştir. Genç Türkiye Cumhuriyeti 1920’ler ve 1930’larda Sovyetler Birliği ile “dostluk ve iyi komşuluk” ilişkilerine önem vermesi sonucu, bu kadroların Türkiye’ye yerleşen kesimlerinin faaliyetlerine pek izin verilmemiş, hatta bir grup sınır dışı edilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu kadroların bir kısmı tekrar Türkiye’ye gelmiş, bir kısmı da Batı Almanya’da ABD tarafından kurulan “Sovyetler Birliği’ni İnceleme Enstitüsü” çevresinde toplanmıştır. Avrupa’da kalan kesimler, Enstitü ve Radio Free Europe/Radio Liberty bünyesinde Soğuk Savaş’ın propaganda faaliyetlerine aktif olarak katılmış, “antiRus” söylem daha çok “antiSovyetik” bir biçim kazanmıştır. Türkiye’ye gelenlerin bir kesimi, “esir Türkler” sorununa duyarlı Turancı hareket ile yakınlaşmış, eski “Kafkas” milliyetçisi çizgilerini zamanla kaybederek antiSovyetik temelde Türk milliyetçiliğine doğru kaydırmışlardır.

Kafkas derneklerinin yeniden faaliyete geçmesi ve yaygınlaşması, Türkiye’de demokrasinin gelişimine paralel bir gelişme göstermiştir. İlk Kafkas derneği Dosteli Yardımlaşma Derneği adıyla İstanbul’da kurulmuştur. Yayımlanan bir broşür ile derneğin amaçları şu şekilde açıklanmıştır: “Evvelâ şu ciheti tebarüz ettirmek isteriz ki, bir hayır müessesesi olan Derneğimizin hiçbir siyasî temayülü yoktur. Gayemiz, üyelerimiz arasında tanışmayı, tesanüdü, yardımlaşmayı temin etmek, kültür seviyesini yaymak, genç istidatların inkişafına imkân vermek. Göçmen hemşehrilerimize ve fakirlerimize maddî ve manevî yardım etmek, yoksul talebelerin kitaplarını temin etmek, imkân bulunca dergi çıkarmak, hasta üyelerle alâkadar olmak, tedavilerini sağlamak, icab ederse hastahaneye yatmalarında yardımcı olmak, vefat vukuunda ilgilenmek, muhtaç ise masrafını ödemek gibi sosyal hizmetlerdir.”

Burada sayılan amaçlar, 1970’lere kadar Kafkas derneklerin büyük bir çoğunluğunda açık veya zımni olarak benimsenen amaçlardır. Bu amaçların üç özelliğini vurgulamak gereklidir. İlk olarak, bu dönemlerde Kafkas dernekleri büyük kentlerde kurulmaktadır ve öncelikle, kent yaşamında doğal olarak sürdürülemeyen toplumsal dayanışmaya yönelik etkinliklerin dernek aracılığıyla sürdürülmesini hedeflemektedir. Amaç, köy yaşamındaki doğal/kendiliğinden dayanışmanın yerine, kentin gittikçe birbirinden kopan ve anonimleşen bireylerini dernek çatısı altında buluşturmak ve toplumsal dayanışmayı sağlamaktır. İkinci olarak, eğitim ve sağlık gibi hizmetlerden yararlanmak amacıyla kırsal kesimden kente gelen hemşehrilere yardım edilmesi amaçlanmaktadır. Bu, bir anlamda, kültürü “bozulmadan” koruyan kırsal kesimdeki “halka” bir borç/hizmet olarak algılanmaktadır. Son olarak, bu iki amacın arkasındaki esas kaygı, birçok üstün yanları olduğu düşünülen güzel Çerkes kültürünün kentlerdeki yeni nesillere aktarılması, yani kültürün korunması ve geliştirilmesidir. Kültürün yeni nesillere aktarılması için aile ve topluluk içi birincil (kişisel) ilişkilerin yeterli olduğu düşünülmektedir. Aşağıda tekrar görüleceği gibi, 1970’lerde “kültürün korunması ve geliştirilmesi” kaygısı ön plana çıkmış ve daha açık olarak ifade edilmiştir. Bu kaygının ön plana çıkması, kırsal kesimde bile kültürün yeniden-üretilemediğinin anlaşılması ve ülkenin demokratikleşmesi sonucu olmuştur.

Yukarıda belirtildiği gibi, 1917’den sonra Kafkasya’dan ayrılan kadroların bir kesimi İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’ye yerleşmiştir. Bu kadrolar, Demokrat Parti’nin yönetime gelmesinden sonra Türkiye kökenli bazı Kafkasyalılar ile birlikte siyasî faaliyetlerini milliyetçi/antiSovyetik bir çizgide sürdürmek amacıyla, yeteri kadar “siyasî” bulmadıkları Dosteli Yardımlaşma Derneği’nden ayrılarak “Kuzey Kafkas Türk Kültür Derneği” (KKTKD) adı altında bir dernek kurmuş ve Balkan Türkleri, Kırım Türkleri vb. dernekler ile birlikte “Türk Göçmen ve Mülteci Dernekleri Federasyonu”na katılmıştır. KKTKD’nin kurulmasıyla birlikte Dosteli Yardımlaşma Derneği de adını “Kafkas Kültür Derneği” olarak değiştirmiştir.

1950’lerden itibaren, adında “Kafkas” kelimesi olan derneklerde iki eğilimin mevcut olduğu söylenebilir. Çerkes Teavün Cemiyeti’nden itibaren daha yaygın ve baskın olan birinci eğilim, kültürün korunması ve geliştirilmesi temelinde kültürel faaliyetlere ve toplumsal dayanışmaya önem veren çizgidir. Zaman içinde farklı biçimler ve öncelikler kazanmasına karşın bu eğilimin temel özellikleri, i) “ulusal /kültürel” olana öncelik vermesi, ii) Türkiye’de yaşatılmakta olan Kafkas kültürünün derlenmesi ve geliştirilmesine önem vermesi, iii) Türkiye’de yaşayan Kafkasyalıların sorunlarına yönelik faaliyet göstermesi ve iv) kültürün kaynağı olarak görülen Kafkasya ile kültürel ilişkilere önem verilmesi olmuştur. Bu özelliklerinden dolayı bu eğilimin “millîci” (ulusalcı) bir eğilim olduğu söylenebilir. Soğuk Savaş yıllarında beslenen ve kısmen güçlenen ikinci eğilimin yüzü, dış politikanın bir nesnesi olarak “Kafkasya”ya yöneliktir. Siyasî hedefleri ön plana çıkan bu eğilim milliyetçi bir çizgidedir, fakat bu milliyetçilik daha çok o dönemdeki Turancı hareketin Kuzey Kafkasya bölgesine yönelik uzantısı konumundadır. Bu nedenle bu eğilim, kendi devletlerini tekrar kurmak isteyen 11 Mayıs Cumhuriyeti kadrolarının geleneksel çizgisinden bir sapma durumundadır. Bu anlamda, bu eğilimi temsil eden dernekleri “Kafkas derneği” olarak tanımlamak da pek doğru olmayacaktır

III.

Derneklerin Türkiye genelinde yaygınlaşması 1960’larda ve özellikle 1970’lerde gözlenmektedir. Bu dönemde Çerkeslerin yaşadığı hemen her bölgede, ilçe ve hatta köy düzeyinde dernekler kurulmuştur.

1950’lerden itibaren kurulan Kafkas derneklerinin büyük ölçüde “balo” ve “gençlik çayları” gibi etkinlikler ile “beraber olma” işlevini sürdürdüğü, faaliyetlerinin “halk oyunları” başta olmak üzere bazı kültürel değerlerin yeniden üretimi ile sınırlı kaldığı görülmektedir. Özellikle büyük kentlerde kurulan dernekler “hemşehrileri bir araya getirme ve kaynaştırma” yoluyla yok olan kültürü koruma kaygısını taşımışlardır. Derneklerin büyük bir çoğunluğunda ana amaç “kültürü koruma ve yaşatma” çabasıdır. “Sosyal yardımlaşma ve dayanışma”nın önemli olduğu sürekli olarak ifade edilse de, bu yönde kapsamlı ve kalıcı çalışmalar yapıl(a)mamıştır. “Sosyal yardımlaşma”ya yönelik faaliyetlerin “vakıf” statüsünde yürütülmesi daha rahat ve uygun olabileceği halde, vakıf kurma çabaları ancak 1970’lerin sonlarına doğru gündeme gelmiştir, fakat bu durumda vakıflar, derneklerin mal varlıklarının güvence altına alınmasına yönelik bir tedbir olarak düşünülmüştür.

1970’lerde ülkedeki demokratikleşme ve toplumsal hareketliliğe bağlı olarak derneklerin “kültürün korunması ve geliştirilmesi” amacını ön plana çıkardıkları görülmektedir. Bu amacın ön plana çıkarılmasında, i) kente göçün hızlanması, ii) kendine yeterli, kapalı ekonomik ve kültürel yapısı yıkılan kırsal kesimde de kültürün hızla yok olmaya başlaması ve iii) Kafkasya ile ilk ilişkilerin kurulmaya başlaması önemli etkenlerdir. Bu amacın ön plana çıkmasıyla birlikte “kültürü koruma ve yaşatma” faaliyetleri daha da zenginleşmiştir. Bu tarihe kadar dernek faaliyetlerinin halk oyunları ve genellikle tarihî/folklorik yazılara yer veren bülten/dergi yayınları ile kısıtlı olmasına karsın, 1970’lerde kültürel faaliyetlerin çeşitlendiği görülmektedir: koro, tiyatro, araştırma/derleme ve, en önemlisi, dil kursları. Ayrıca nüfus tespit çalışması, ulusal-kültürel değerlerin derlenmesi ve (kırsal kesime yönelik) sosyoekonomik araştırma çabalarına ilk defa bu dönemde başlanılmıştır. Bu döneme kadar olan faaliyetler “kendi içinde kültürü yaşatmak” amacında olduğundan sadece topluluğa yönelik/ “dışarı”ya kapalı olmuştur. 1970’lerin sonlarına doğru “içe kapalı” faaliyetlerin yeterli olmadığının görülmesiyle birlikte, Çerkes kültürünü içerisinde yaşanılan topluma da tanıtma ve kültürel hakların tanımlanmasına yönelik kısmi etkinliklere de önem verilmiştir. Ayrıca asimilasyon süreci ve kültürün var olma koşulları üzerine de çok canlı bir tartışma süreci başlatılmıştır. Bu tartışma sürecinin siyasal bazı yansımaları olmakla birlikte, sürecin bizzat kendisi ve amacı “kültürün korunması ve geliştirilmesi” ile sınırlı kalmış, bu anlamda (“parti politikası” anlamında) siyasetten uzak kalınmış, siyasî bağlantı ve ilişkiler içine girmekten imtina edilmiştir.

Kafkas derneklerinin öncelikli hedeflerindeki değişim, tüzüklerine de yansımıştır. Bu dönemde derneklerin çoğunluğu, “geleneksel Kafkas kültür değerlerini derleyip, uygar dünya kültürü ile uyumlu biçimde geliştirerek üyelerinin kültür düzeylerini yükseltmek, onları geleneksel kültür değerlerine saygılı, ülke ve dünya gerçeklerini bilen aydın yurttaşlar olarak topluma daha yararlı insanlar haline getirmek, toplumsal yardımlaşma ve dayanışma ilkeleri içerisinde refah düzeylerinin yükselmesine yardımcı olmak” şeklinde özetlenebilecek bir amacı, özellikle Ankara derneğinin etkisiyle, tüzüklerinde tanımlamışlardır.

Kültürel varlığının sürekliliğini güvence altına alacak koşullar üzerine yoğunlaşan tartışma sürecinde “dönüş düşüncesi” giderek yaygınlık kazanmıştır. Dönüş düşüncesi bir hedef olarak ilk kez Kamçı gazetesinde sistemli bir şekilde gündeme getirilmiştir. 12 Mart döneminde yayınına son verdiği için sadece birkaç sayı yayımlanabilen Kamçı gazetesi, “Çerkes Milleti’nin iki ayrı ortamda, ‘anayurt’ ve ‘muhaceret’te yaşadığını” saptadıktan sonra, muhaceretteki dağınık yerleşim nedeniyle kültür ve kimliğin korunamayacağını belirterek, ulusun tekrar anayurtta bir araya gelmesi gerektiğini savunmuştur. Bu yaklaşım daha sonra 1970’lerin ortalarında çıkan Yamçı dergisi ve diğer yayın organları tarafından da benimsenmiş ve geliştirilmiştir. Böylece 1970’lerin sonlarında beş temel kavram etrafında şekillenen bir söylem yaygınlaşmıştır: Kültürün kaynağı ve koruyucusu olan anayurt; toplumun doğal gelişim ortamından, anayurttan zorla koparıldığı sürgün; sürgün sonucu farklı bir coğrafyada yaşam, muhaceret; muhaceretteki dağınık yaşam ve kısıtlamalar sonucu kültürün ve kimliğin yok olması, asimilasyon; yokoluştan kurtulmak ve uluslaşma sürecini tamamlamak için tekrar anayurtta, anayurt ile bütünleşme, dönüş. (Bu söylemin özü “kendi topraklarında kendi kaderini tayin eden toplum olma talebi” ile ifade edilmiştir.) Doğal olarak bütün bu kavramların gelişimi ve tanımlanması aynı düşünsel sürecin, bütüncül bir söylemin geliştirilmesinin sonucudur. Örneğin hicret/göç kavramlarına karşı mecburi göç/sürgün kavramlarının kullanılması, muhaceret ve dönüş kavramlarının geliştirilmesi sürecinde gündeme gelmiştir. Kamçı ve Yamçı dergilerinin dernek çevresindeki insanlar tarafından, derneklerden bağımsız olarak yayımlandığını da vurgulamak gerekir.

IV.

1980 askerî müdahalesi ile, ülkedeki tüm derneklerin olduğu gibi, Kafkas derneklerinin de faaliyetleri durdurulmuştur. 1984’den sonra dernekler tekrar faaliyetlerine başlamış, 1990’ların başlarından itibaren ise derneklerin sayısında tam anlamıyla bir patlama yaşanmıştır.

1980 sonrası dernek faaliyetlerindeki kopma noktası, 1864 Çerkes Sürgünü’nün 125.

Yılı vesilesiyle Ankara’da yapılan anma etkinliğidir. Kafkasya’dan ve muhaceret ülkelerinden yoğun bir katılım ile gerçekleştirilen bu etkinliğin önemli bir yanı Çerkes tarihindeki en trajik olayın ilk kez kapsamlı bir şekilde anılması olmuştur. İlginçtir ki, Çerkeslerin anayurttan kopmasına yol açan sürgün, 1950’ler ve 1960’larda derneklerin anma etkinliklerinde önemli bir yer tutmamış, ancak 1970’lerde göç/sürgün tartışmalarıyla birlikte gündeme gelmiştir. Bu tarihten sonra 21 Mayıs anma etkinlikleri dernekler tarafından düzenli bir şekilde yapılmaya başlanmıştır. 1989’da gerçekleştirilen anma etkinliğinin bir başka önemli özelliği, dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Çerkeslerin buluşmasını ve bir anlamda birbirlerini yeniden tanımasını sağlamasıdır. Bunun sonucu, Avrupa ve Kafkasya’da yapılan bir dizi toplantıdan sonra Dünya Çerkes Birliği kurulmuştur.

1980’lerin sonlarından itibaren derneklerin sayısındaki ve etkinliğindeki artışa yo| açan ve derneklerin faaliyetlerini etkileyen üç önemli süreç görülmektedir. 1) Sovyetler Birliği’nin çözülüşü, 2) Abhazya ve Çeçenya direnişleri, 3) Kafkas Derneği’nin kuruluşu.

Sovyetler Birliği’nin çözülüşü, Karadeniz’in iki yakasında yaşayan Çerkeslerin daha yoğun bir ilişki içerisine girmesine ve karşılıklı beklentilerin artmasına yol açmıştır. Kafkasya’daki Cumhuriyetler ile daha kolay ve yakın bir ilişki içerisine girilmesiyle birlikte Kafkasya’ya (mevcut koşullar göz önüne alındığında) önemli sayıda Çerkes dönmüştür. Bu süreçte, sadece Kafkasya ve Türkiye arasında değil, dünyanın değişik ülkelerinde yaşayan Çerkesler arasında da ilişkiler artmıştır. Kafkasya ile ilişkilerin gelişmesi ve Kafkasya’daki Cumhuriyetler ile Cumhuriyet düzeyinde ilişkiler kurulması, Türkiye kesiminde kimin “temsilci” olacağı konusunu gündeme getirmiş, yıllardır dernek faaliyetlerini küçümseyen bazı kesimler, durumdan vazife çıkararak kendilerinde Kafkasya-Türkiye (Çerkesleri) ilişkilerinde “köprü” ve “temsilci” olma hak ve yetkisi görerek mevcut, köklü derneklere alternatif bir “dernek”leşme faaliyetine girmişlerdir.

1992’de Abhazya’da, 1994’de Çeçenya’da başlayan işgal ve savaşlar, derneklerde “insani yardım ve dayanışma” faaliyetlerini ön plana çıkarmışlardır. Kurulan Dayanışma Komiteleri, derneklerin çoğunluğunun desteğini almış, derneklerin tarihinde ilk kez miting gibi ses getiren kitlesel etkinlikler düzenlenmiştir. Etki gücü ve bilinçlilik açısından çok önemli olan kitlesel etkinlikler, kısmen Abhazya ve (ilk savaşta) Çeçenya’nın başarılı olması, kısmen de ilgili kurumların kitlesel etkinliklere sıcak bakmaması nedeniyle ikinci plana itilmiş, “bireysel diplomasi” ön plana çıkmıştır.

1993 yılında Kafkas Derneği’nin kurulması ve pek çok derneği bünyesinde toplaması, yıllardır dağınık bir şekilde faaliyet gösteren Kafkas derneklerinin daha örgütlü ve sistemli bir şekilde faaliyet göstermesine zemin hazırlamıştır. Kafkas Derneği’nin kurulması ile birlikte, Kafkas derneklerinin bir toplumsal “baskı unsuru” olabileceği görülmüş, bu yöndeki çalışmalar ivme kazanmıştır.

1950’lerden 1980’e kadar olan dernek faaliyetleri ile 1990’larda sürdürülen dernek faaliyetlerini karşılaştırdığımızda çok açık bir farklılık gözlenmektedir. 1980 öncesi faaliyetlerin hedefi “kültürü korumak ve geliştirmek”tir, bu doğrultuda kültürel faaliyetler yürütülmüştür. Bu faaliyetlerin en genel anlamda siyasî etkileri olsa bile, faaliyetler “siyasî amaçlarla” değil, salt kültürel amaçlarla yürütülmüştür. 1990’larda bakıldığında ise “lobicilik” olarak da adlandırılan siyasî yönelimli faaliyetlerin, en azından düşünce düzeyinde, yaygınlaştığı görülmektedir.

Derneklerde “lobicilik” olarak tanımlanan faaliyetlere yönelinmesi üç soruna yol açmıştır. İlk olarak, “lobicilik” faaliyetleri, kitlesel bağı olmayan, “etkili ve yetkin” bir grup kişi tarafından, topluma, hatta dernek üyelerine bile fazla sorulup tartışılmadan “üst düzeyde” yürütülebilecek/yürütülmesi gereken bir etkinlik olarak görülmüştür. Bunun sonucu olarak “lobi” faaliyetlerinde savunulan görüşlerden toplumun çoğunluğu habersiz kalmış ve giderek toplum bu faaliyetlerden uzaklaşarak kayıtsız kalmaya başlamıştır. Bu durum, kitlesel desteği olmayan “lobi”lerin de güçsüz kalmasına ve etkinliğini yitirmesine yol açmıştır.

İkinci olarak, “lobi”lerin kimin lobisi olduğu da çoğu kez netleştirilememiştir: bu “lobi”lerin Türkiye’de yaşayan Kafkasyalıların kendi sorunlarına yönelik mi olduğu, Kafkasya’da yaşayan Kafkasyalılara yardım amacıyla mı olduğu, Türkiye’nin Kafkasya’daki “çıkarlar”ını (bu çıkarların gerçekte kimin çıkarı olduğu da tartışmalıdır) korumaya yönelik mi olduğu her zaman açık olmamıştır. Örneğin Çeçenya’ya ilişkin “lobi” faaliyetlerinde sık sık dile getirilen bir görüşe göre, Çeçenya Rusya’nın güneye inmesini

ve Hazer petrolünün Rusya üzerinden akmasını engelleyen bir hattır. Çeçenya’yı önerilen politikanın öznesi değil, nesnesi olarak, yani bir araç olarak tanımlayan bu görüş, Çeçenya’dan değil, başka yerlerden bakan insanların sahip olabileceği bir görüştür.

Son olarak, 1990’larda algılandığı şekliyle “lobi” faaliyetleri, derneklerin asli amaçlarının (kültürün korunması ve geliştirilmesi) bir ölçüde göz ardı edilmesine, ikinci plana itilmesine ve hatta küçümsenmesine yol açmıştır. Bu durum, yazarları, şairleri, ressamları vb. olmayan bir toplumun aslında (“lobi” faaliyeti ile kısıtlı bile kalsa) siyasetçilerinin de olamayacağı gerçeğinin unutulmasına yol açmıştır. 1989 Anma Etkinliği ile başlayan kitlesellik, bu süreçte bir ölçüde törpülenmiştir.

1980 sonrası dönemin bir özelliği, kurulan vakıf sayısındaki artış olmuştur. Fakat vakıf sayısındaki artış, belirli faaliyetleri yerine getirebilecek bir örgütsel çeşitlilik ihtiyacından çok, vakıfların derneklere göre daha fazla yasal güvence sağlaması sonucudur. Bu nedenle kurulan vakıflar da aslında birer dernek gibi faaliyet göstermektedir.

V.

2000’li yıllarda Kafkas derneklerinin faaliyetlerini ve etkinliğini önemli ölçüde belirleyecek olan üç süreç vardır: i) Türkiye’nin AB’ye aday olmasıyla ivme kazanan “demokratikleşme” süreci, ii) Kafkasya’daki gelişmeler, ve iii) Kafkas derneklerinin iç dinamikleri tarafından beslenen bütünleşme ve bağımsız bir güç olarak var olma süreci. Bu bölümde bu üç sürecin Kafkas derneklerini nasıl etkileyebileceği tartışılacaktır.

i) Avrupa Birliği’ne katılma ve demokratikleşme süreci

Türkiye’nin AB’ye aday ülke olarak kabul edilmesi, tüm ülkede -en azından geçici bir süre- olduğu gibi, Kafkas derneklerinde de yaygın bir iyimserliğe yol açmıştır. AB’ye uyum sürecinin zorunlu kıldığı yasal düzenlemelerin azınlık hakları ve (anadilin kullanılması başta olmak üzere) kültürel etkinlikler konusunda bir rahatlamaya yol açacağı, kültürel çeşitliliğin bir zenginlik kaynağı olarak değerlendirileceği/değerlendirilmesi gerektiği düşünülmektedir. Örneğin derneklerin yayın organlarında, AB’de kültürel çeşitliliğin önemini vurgulayan yaklaşımlara yer verilmekte, bu yönde bir dönüşümün gerekli olduğu belirtilmektedir. Tüm eksikliklerine ve sorunlarına karşın Avrupa Birliği Türkiye’ye ve bu ülkede yaşayan herkese yeni açılım ve fırsatlar sunmaktadır. Bu nedenle Kafkas derneklerinin bu sürecin içinde yer alması ve desteklemesi, bu süreci daha olumlu yönde geliştirebilecek etkinliklerde bulunması zorunludur. Kısmen Çeçenya’daki savaştan dolayı Kafkas dernekleri henüz AB’ye uyum sürecini faaliyetlerinde yeterince ön plana çıkaramamıştır, fakat zamanla (özellikle Türkiye’de beklenen demokratik dönüşümler gerçekleşirse) Kafkas derneklerinin bu süreçte daha aktif bir rol oynayabileceği söylenebilir. AB’ye adaylık ile güçlenen bu sürecin Kafkas dernekleri açısından yansımalarını beş başlıkta özetleyebiliriz.

a) Yukarıda belirtildiği gibi Avrupa Birliği’nin en önemli yanlarından biri, çokkültürlülüğe dayalı olması, çokkültürlülüğü bir zenginlik kaynağı olarak görmesi ve kültürel değerlerin korunmasını savunmasıdır. Bu bağlamda, Kafkas derneklerinin, Avrupa Birliği’ni idealize etmeden, çokkültürlülük deneyimini öğrenmesi ve bu deneyime katkıda bulunulması mümkündür.

b) Avrupa Birliği’ne adaylık ve üyelik sürecinde, Türkiye’deki mevzuat Avrupa Birliği mevzuatı ile uyumlu bir hale getirilmektedir. Bu nedenle, Kafkas derneklerinin Avrupa Birliği mevzuatını öğrenmesi, nelerin değişeceğini bilmesi, bu sürece aktif olarak katılması ve ön görülen değişikliklere önceden hazırlanması önem kazanmaktadır.

c) Avrupa Birliği ile uyum sürecinde Sivil Toplum Kuruluşları (STK) ön plana çıkmakta, STK’lar aracılığıyla pek çok proje yürütülmektedir. Kafkas dernekleri Avrupa Birliği projelerine aktif olarak katılarak hem kendi faaliyetlerinin desteklenmesini, hem de bu faaliyetlerin tanıtımını sağlayabilir.

d) Burada sayılan tüm etkinliklerde Avrupa Birliği üyelerindeki Kafkas dernekleri ve benzer konularda faaliyet gösteren diğer STK’lar ile ilişkiler özel bir önem kazanmaktadır. Bu nedenle Kafkas derneklerinin bir anlamda “dışarı açılması” ve etkinliklerini diğer STK’lar ile birleştirmesi özel bir önem kazanacaktır. Diğer STK’lar ile etkileşim Kafkas derneklerinin nicel ve nitel açıdan gelişmesine büyük bir katkı yapabilecektir.

e) Yeni dönemde toplumsal faaliyetler açısından STK’ların daha etkin ve önemli bir rol oynaması beklenmektedir. Bu doğrultuda, genel olarak STK’ların, özel olarak da Kafkas derneklerin etki ve sorumluluk alanları genişleyecektir. Türkiye’deki Kafkas derneklerinin mevcut dağınık yapısından kurtularak merkezî yapılanmasını tamamlaması bu süreçte daha da önem kazanmaktadır, çünkü zayıf ve birbirinden kopuk derneklerin herhangi bir etkinlik gösterme şansı yoktur.

ii) Kafkasya’daki gelişmeler

Kafkasya’daki gelişmeler her zaman Kafkas derneklerini dolaysız olarak etkilemiştir. 1980’lerin sonlarına kadar olan kısmi ilişkiler daha çok kültürel boyutta, Kafkasya’da geliştirilen kültürel öğelerin (dil ve alfabe, mitoloji gibi folklorik ürünler, halk oyunları vb) Türkiye’ye transferi şeklinde olmuştur. Bu kültürel etkileşimin, Kafkasya’da çok daha az bir nüfus ile kültürel varlığın korunabilmesi ve geliştirilmesini sağlayan koşulların gündeme getirilmesi bağlamında, siyasal yansımaları da olmuştur. Bu siyasal yansımalardan dolayı, Kafkasya ile kurulan kültürel ilişkiler, çoğu zaman (bilinçli olarak) resmî kanallar dışında gerçekleştirilmiş, TC devletine karşı tutum, en azından, “mesafeli” ve eleştirel olmuştur.

1980’lerin sonlarından itibaren Sovyetler Birliği’nin dağılması, hemen ardından Abhazya ve Çeçenya’daki savaşlar, Kafkasya’ya yönelik siyasal eğilimlere güç vermiştir. Özellikle Abhazya ve Çeçenya’ya insani ve diplomatik yardım çalışmaları, bu alanlarda TC Devleti’nin desteğinin sağlanması amacıyla “lobicilik” faaliyetlerinin ön plana çıkmasına yol açmıştır. 1980’lerin sonlarına kadar (kültürel faaliyetleri kısıtlayan) devlete karşı mesafeli tutum, “lobicilik” faaliyetlerinin içsel niteliğinden dolayı, insani ve diplomatik yardım sağlanması için giderek devlet ile işbirliğine dönüşmeye başlamıştır. Türkiye’nin diplomatik alanda sessiz kalması ve hatta açıkça Gürcüstan ve Rusya’nın “toprak bütünlüğünü” desteklemesi, insani yardımın güdük kalması ve son olarak Gürcüs-tan’daki Çeçen mültecilerin Türkiye’ye kabul edilmemesi, “lobicilik” faaliyetlerinin ne kadar “etkili” olduğunu göstermiştir. “Lobicilik” faaliyetlerinin etkisizliği ve bu faaliyetleri yürüttüğünü söyleyen kesimlerin kitle desteğini yitirmesi ile, lobiciliğin Kafkas derneklerinin gündemindeki yeri de kaybolmaya başlamıştır.

“Lobicilik” faaliyetlerinin güçlü bir kültürel ve bilimsel birikim olmadan, güçlü bir kitle desteğine ve etkinliğine dayalı olmadan sürdürülmesi ne mümkündür, ne de anlamlı. Yukarıda belirtildiği gibi 1990’larda “lobicilik” olarak tanımlanan faaliyetlerin ne Türkiye’deki Çerkeslere ne de Kafkasya’ya fazla bir şey kazandırmadığı artık daha açık bir şekilde görülmektedir. Derneklerin asli faaliyetlerinden sapmalarına ve kitle desteğinin zayıflamasına yol açan “lobicilik” faaliyetlerinin önümüzdeki dönemde, en azından mevcut haliyle, sürdürülemeyeceği görülmektedir. Çeçenya’da savaşın durması ve Kafkasya’da ilişkilerin normalleşmesi, Kafkasya’ya yönelik siyasî faaliyetlerin zayıflamasına, kültürel ve ekonomik ilişkilerin güçlenmesine yol açacaktır. Kafkas dernekleri kültürel ilişkilerin kurulmasında tekrar önemli bir köprü vazifesi oynayabilecek, ekonomik ilişkiler, bu ilişkileri kurmak ve güçlendirmek için Kafkas işadamları tarafından kurulan Kafiad gibi dernekler aracılığıyla yürütülebilecektir. Kafkasya’da sıcak savaş ve çatışma ortamının sürmesi, son yıllarda olduğu gibi, Kafkas derneklerinin hem yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı “lobicilik” faaliyetlerinden uzak durmasına, hem de kültürel etkinliklerini güçlü bir şekilde sürdürememesine yol açabilecektir.

iii) Kafkas derneklerinin bütünleşmesi ve merkezî yapılanma çalışmaları

2000’li yıllarda Kafkas derneklerinin faaliyetlerini ve etkinliğini belirleyecek üçüncü önemli süreç merkezî yapılanma yönündeki birlik çalışmalarıdır. Yukarıda açıklandığı gibi 1989’da düzenlenen anma etkinlikleri ile hızlanan Kafkas derneklerinin birleşme çalışmaları, 1993’te Kafkas Derneği’nin kurulması ile somutlaşmıştır. Aynı dönemde Abhazya ve Çeçenya’daki savaşlardan dolayı “lobicilik” ve devlet ile işbirliği yaklaşımlarının güçlenmesi, Kafkasya’daki Cumhuriyetler ile Türkiye Cumhuriyeti nezdinde “temsilcilik” konusunun önem kazanması ile birlikte, “lobicilik” ve “temsilcilik” görevini üstlenmek üzere yeni dernekler kurulmuştur. Bu derneklerin özelliği, geleneksel Kafkas derneklerinden farklı olarak kültürel kaygıların olmaması, sadece siyasal bir yaklaşımın egemen olmasıdır. Fakat bu kesimlerin izlediği “siyasî” yaklaşımının başarısızlığı, “kültürün korunması ve geliştirilmesini” ön planda tutan, bu nedenle Kafkasya’da barışın tesis edilmesi ve Kafkasya Cumhuriyetleri ile işbirliğine önem veren geleneksel yaklaşımın tekrar güçlenmesine yol açabilecektir. Bu süreç, Kafkas Derneği’nin ve bütünleşme çalışmalarının daha etkin bir rol oynamasını sağlayacaktır

VI.

Kafkas dernekleri açısından önemli olan bu üç sürecin genel etkilerinden sonra, önümüzdeki dönemde Kafkas derneklerinin faaliyetlerini hangi alanlarda yoğunlaştırabileceğini/yoğunlaştırması gerektiğini inceleyebiliriz. Derneklerin faaliyetlerini “sosyal yardım ve dayanışma”, “lobicilik” ve, en genel anlamda, “kültürel faaliyetler” olarak üç ana başlık halinde incelemek mümkündür.

“Sosyal yardım ve dayanışma”, sürekli olarak Kafkas derneklerinin en önemli, fakat en zayıf kaldığı alan olarak görülmüştür. Bu faaliyetlerin bir ölçüde doğal ilişkilere dayandığı, bu nedenle “cemaat” yapısı olmadıkça sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın dernekler bünyesinde yürütülmesinin çok zor olduğu açıktır. Türkiye’de çeşitli cemaatler içinde görülen dayanışmanın, Kafkasyalılar arasında (yeteri kadar) görülememesinin tek nedeni Kafkas derneklerinin bu alandaki başarısızlığı değildir. Aksine, Türkiye Çerkeslerinin kentlileşme sürecine kolayca uyum sağlayabilmeleri aslında bu tip faaliyetlere pek de gereksinim duyulmamasına yol açmıştır. Önümüzdeki dönemde derneklerin böyle bir görev yüklenemeyeceği açıktır. Sosyal yardım ve dayanışma, yapılabilecekse, ancak sadece bu alanda etkinlik gösterecek olan vakıfların faaliyet alanına girecektir.

“Lobicilik” faaliyetlerinin etkisizliği ve içsel çelişkileri (“kimin lobisi”?) sonucu önemini kaybettiği görülmektedir. Ayrıca Kafkasya’ya yönelik “insani yardım ve diplomatik destek” çalışmalarında milliyetçi/İslamcı grupların etkisi, bu faaliyetlere karşı dernek tabanlarında bir çekimserliğin oluşmasına yol açmış, derneklerin ayrı yardım çalışmaları örgütlemelerini gündeme getirmiştir. Çeçenya’da savaşın son bulması ve Kafkasya’da ilişkilerin normalleşmesi, “lobicilik” faaliyetlerinin ve mantığının belki de sona ermesine yol açacaktır. Sıcak savaş ve çatışma devam ettiği durumda bile, Kafkas derneklerinin bu faaliyetlerden ve gruplardan artık önemli ölçüde uzaklaşacağı, özellikle Kuzeybatı Kafkasya’ya yönelik kültürel ve ekonomik ilişkilerin güçlendirilmesine önem verileceği anlaşılmaktadır. Kuzeybatı Kafkasya ile ilişkilerin güçlendirilmesi, fiilen Kafkasya’da sürekli gerilim ve çatışma yaratmak isteyen siyaset ve eğilimlerden de tam bir kopuşu beraberinde getirecektir.

Bütün bu gözlemlerden, Kafkas derneklerinin 2000’li yıllarda kültürel faaliyetlere yoğunlaşacağı/yoğunlaşması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Önümüzdeki yıllarda Kafkas derneklerinin kültürel etkinliklerinin daha çeşitli ve kapsamlı bir şekilde sürdüreceği söylenebilir. İlk olarak, Avrupa Birliği’ne adaylık sürecinin de etkisi ile Türkiye’de insan hakları ve demokratikleşme sürecinin geliştiği ve STK’ların daha önemli bir rol oynadığı bir dönemde Kafkas derneklerinin kültürel faaliyetleri çeşitlenecektir. Özellikle Türkiye’de kültürel çeşitliliğin benimsenmesi ve hatta (kısmen de olsa) desteklenmesi, kültürel faaliyetlerin çeşitliliğinde ve daha kapsamlı bir şekilde sürdürülmesinde önemli bir etken olacak, Kafkas derneklerinin yıllardır önünde duran kısıtlamaların kalkmasını sağlayabilecektir.

Kafkas dernekleri kültürel faaliyetlerindeki genişleme ile birlikte toplum içinde daha etkin bir rol üstlenebilecektir. Kafkas dernekleri, böyle bir rol üstlenebilmek için gerekli kültürel birikimi yaratmışlardır. 1970’lerdeki hareketlilik olmamakla birlikte, 1990’ların ortalarından itibaren Kafkasya ve Kafkas kültürüne ilişkin yayınlarda (kitap, dergi, vb) olağanüstü bir artış vardır. Ayrıca, Kafkas derneklerinde 1970’lerde yetişen ve ulusal/kültürel konularda duyarlı kuşaklar, bu derneklerin yaşaması ve etkinliğini artırabilmesini güvence altına alacak önemli bir kültürel, toplumsal ve ekonomik güce sahiptir. Özellikle büyük kentlerdeki Kafkas dernekleri, artık kentlileşen Çerkeslerin değil, kentlileşmiş Çerkeslerin örgütü konumundadır. Kırsal kesimlerde yaşatılan kültür hâlâ Kafkas derneklerinin söyleminde önemli bir yer tutmasına karşın, derneklerin gerek üye tabanı, gerekse hitap ettiği kesim büyük ölçüde kentli kesimlerdir; kentli kesimlerin kültürel sorunları artık ön plana çıkmaktadır. Son olarak, Kafkas derneklerinin merkezî bir yapılanma içerisinde örgütlenmesine ilişkin önemli başarılar elde edilmiştir. Bu doğrultuda Kafkas Derneği’nin kurulması ve Türkiye genelinde örgütlenmesi, derneklerin ortak hareket etmesinde önemli bir etken olmuştur. Merkezî yapılanmanın etkinliğinin gelecek dönemde artması beklenebilir, çünkü Türkiye’de yaşayan Kafkaslılar ve Kafkas kültürel varlığı ile yöresel/ulusal ve bölgesel kurum ve kuruluşlar arasındaki ilişkilerin kurulmasında merkezî yapılanma hem aracı rolü üstlenecek, hem de bu ilişkilerde temsilcilik rolü ön plana çıkacaktır.

Kafkas derneklerin gelişimi ve etkinlikleri, büyük ölçüde Türkiye’deki ortam tarafından belirlenmektedir. Önümüzdeki dönemde de bu durumun devam edeceği açıktır. 2000’li yıllarda, eğer ülke genelinde demokratikleşme yolunda önemli adımlar atılırsa ve sivil inisiyatifler güçlenirse, kültürel faaliyetlerin çeşitliliği ve genişlemesi için bir fırsat doğacaktır. Kafkas derneklerinin bu yeni fırsatları nasıl değerlendireceği ise kısa gelecek içinde belli olacaktır. Bu fırsatların değerlendirilebilmesi için kültürel etkinliklerin ön plana çıkarılması ve (işlevsel olarak) örgütsel çeşitliliğe gidilmesi gerekecektir.

Türkiye’de Sivil Toplum ve Milliyetçilik

İletişim Yayınları, 2001, İstanbul


Bu çalışma sadece Kuzey Kafkas derneklerini kapsamaktadır. Türkiye'de yaşayan Kuzey Kafkasyalıların çok büyük bir kesimi Kuzeybatı Kafkasya halklarından (Adığe/Adige, Abhaz/Abaza, Wubıh) olduğu için bu çalışmada Kuzey Kafkasyalı ve Çerkes kavramları aynı anlamda kullanılmıştır. Kuzey Kafkas derneklerine de, halk arasında da yaygın olarak kullanıldığı gibi, kısaca "Kafkas dernekleri" denilmektedir. Kafkas derneklerini birleştirmek amacıyla 1994 yılında kurulan Kafkas Derneği büyük harflerle yazılmıştır.

+'



'+Erol Taymaz

Share