İsrail’deki Bir Şapsığ Köyünden İzlenimler ve Düşündürdükleri …

1997 yılı Nisan ayı içerisinde yolum bir eğitim programı için İsrail'e düştü. İsrail'de küçük bir Çerkes topluluğun bulunduğunu biliyordum ama nerede yaşadıklarını bilmiyordum.

+''+

Öğrenmek hiç zor olmadı, hem İsrail çok küçük, hem farklı etnik topluluklar mutlaka farklı yerleşimlerde oturuyorlar ve köyler, öncelikle nüfusunun etnik/dinsel özelliğine göre Müslüman Arap, Hristiyan Arap, Durzi, Yahudi, Çerkes köyü olarak adlandırılıyorlar. Hatta bir Yahudi yerleşimi sözkonusu olduğunda bile köy, sakinlerinin geldikleri yere göre bir isimle (örneğin Yemen yahudilerinin köyü) olarak anılıyorlar. Böylece, her kime (Musevi ya da Filistinli) buralarda bir Çerkes Köyü varmış gitmek istiyorum dediysem, bana Kfar Kama'dan sözettiler, ardından: "Sen de Çerkes misin ? Buralarda Çerkesler çok sevilir" diye eklediler. Sora sora, Kfar Kamalı bir isime ulaşmayı da başardım. Durzi bir öğretim üyesi bana; "git Belediye'de görevli Melek'i bul, selamımı söyle" dedi, ben de öyle yaptım. Bir hafta sonunda Musevi bir ailenin mihmandarlığıyla Kfar Kama'nın yolunu tuttum. Hep yapılır ya, köy bakkalına Melek hanımın evinin nerede olduğunu sordum, hemen tarif ettiler, birden çok heyecanlandım. Melek hanım çamaşırını bir yana bırakıp, küçücük ve bakımlı bahçesinde ağırladı bizi. Çat kapı gidişimize hiç de şaşırmış görünmedi. O İngilizce bilmez, ben Adigece, sorularımı İngilizce sordum, Melek hanım İbranice cevapladı, Musevi arkadaşım Mira İngilizceye çevirdi. Kapısını öylece çalmış oluşumuza da hiç şaşırmadı, ama Çerkes oluşuma şaşırdı. "Ne biçim Çerkessin, Çerkesce bilmiyorsun" dedi. Ben haklısın ama ben zaten Asetinim, Adigece bilmem dedim (Asetinceyi de bilmediğimi sakladım, söylemedim). Bu defa daha da şaşırdı, "Asetin de ne?" diye sordu. Bize her ne ad veriliyorsa, hepsini sıraladım Oset, İron, Kuşhayım dedim, gene olmadı. Bu adlardan vazgeçtim, Çerkes olduğumda ısrar ettim. En sonunda galiba saydığım isimlerin aile ismim olduğuna karar verip, Adigece bilmiyor oluşumu da bağışlamış gibi yaptı. Sonunda kanuşmamızı böyle çevirilerle çok devam ettiremeyeceğimizi gördük, aradan tercümanı çıkaralım diye, "seni a'bime götüreyim, onunla İngilizce anlaşabilirsin" dedi. Melek hanım. Sokağa çıkıyoruz diye başına omuzlarını yarıya kadar kapatan beyaz, bizim tülbent diye bildiğimiz şeyin oldukça iri delikli dokunmuşu görünümünde bir örtü iliştirdi, gene ayni ekip olarak köyü bir baştan diğer başa geçecek şekilde yola koyulduk. Yolda saçlarını onun gibi örtüp arabalarıyla komşu gezmesine giden kadınlar da gördüm, örtmeyenler de. Sarışın Çerkes çocukları cumartesi günü olduğu için tenha olan sokaklarda bisikletlerine biniyorlardı. Sokaklar bakımlı ve temiz, tek ya da iki katlı evler çoğunlukla beyaz boyalı ve gösterişsizdi. Ancak çok yakınlarına vardığınızda ev sahiplerinin sosyo-ekonomik durumunu kestirebiliyordunuz. İsrail'e özgü bir biçimde yerleşim yerleri etniklik temelinde kurulduğundan, zengini de yoksulu da aynı köyde, yan yana yaşıyordu. Çalışma yaşında olanlar çoğunlukla, Türkiye ölçülerinde düşünüldüğünde çok uzak sayılmayacak olan kentlerdeki işlerine sabah gidiyor, akşam dönüyorlardı. "En çok hangi meslek revaçta?" diye sordum, bütün meslekleri sıraladı, ancak en tercih edilen meslek "güvenlik görevlisi" olmaktı. Köyün camisini de gezdik, Köye yerleşilirken ilk inşa edilen binalardan birisi o olmuş, sonradan bir kaç defa bakım, onarım görmüştü, çok küçük ve çok sadeydi. Bir yandan köyü gezerken, diğer yandan melek hanıma sorularımı peş peşe sıralamaya devam ettim. "Kızlarınız, oğullarınız Çerkes olmayanlarla evlenirler mi?" diye sordum, cevabı; "hayır" oldu. Melek hanımın çalıştığı belediye binasını ziyaret ettik. Binasının önündeki tabelada belediyenin sembolü olan Çerkes atlısının etrafında üç alfabe (Kril, Arap ve İbrani) ve üç dille Belediyenin ismi yazılıydı. Yardımcılarıyla birlikte toplantı halinde olan Başkan, bir süre ara verip, her yeri Kafkas'yadan gelme heykeller, resimlerle dolu olan odasında bizimle bir süre sohbet etti. Fotoğrafını çekmek istediğimde de ise, çalışma masasının yanıbaşında duran bayrakların ikisini, belediyenin, sarı zemin üzerine arkasına üzerinden güneş doğmakta olan karlı dağları almış bir Çerkes atlısından oluşan amblem taşıyan bayrağı ile, yeşil renkli Dağlı Haklar Federasyonu bayrağını tek tek açarak övünçle poz verdi. Çıkışta Melek hanıma Başkanın hangi partiden olduğunu sordum, "solcu" diye cevapladı. Merakımı yenemeyerek "ya sen?" dedim, Netanyahu'nun partisindenmiş. Sonunda a'bi Adnan Gorkoj'un evine ulaştık. Adnan Gorkoj emekli bir öğretmendi, turist rehberliği ve hakemlik yapıyor, ayrıca Çerkes Kültür Merkezinde aktif olarak çalışıyordu. Onunla iletişim daha kolay oldu. Benim Çerkes olduğuma da inandı (Türkiye'de Çerkes adının hepimiz için kullanıldığını biliyordu). Üstelik Osetya'dan geçip gitmişliğim var diyerek, yüreğime su serpti. Adnan Gorkoj'un evinde kahvelerimizi içip, baklavalarımızı yerken, ben sordum o cevapladı. Aşağıdaki bilgileri ondan aldım, üzerine gözlemlerimi ekledim...

Kfar Kama İsrail'deki iki Çerkes köyünden birisi ve Sapsığ Köyü, bölge olarak aşağı Golan tepelerinin eteklerine düşüyor, yani İsrail'in Kuzeydoğusuna. Diğer köy ise Reyhanlı ve Abzah Köyü. Önceleri üç Çerkes köyü daha varmış İsrail'de ancak, bu köylerdeki Çerkes nüfus, 1920-1921 yıllarında Ürdün ve Suriye'ye göç etmiş. Kfar Kama'ya yerleşenler 1864 büyük zorunlu göçünde Karadeniz üzerinden Rumeli'ye geçip, 1878 yılına kadar orada yaşadıktan sonra Filistin bölgesine gelmişler. Osmanlı Yönetimi 200 kadar bir Arap nüfus barındıran Kfar Kama'yı onlara yerleşim yeri olarak vermiş. Daha sonra, Araplar köyü terketmiş. Yani köyün 120 yıllık bir tarihi var. Reyhanlı'ya yerleşenler ise kara yoluyla ve Suriye üzerinden gelmişler. Bugün Kfar Kama'nın nüfusu 2400, Reyhaniye'ninki ise 850. İsrail'deki bütün Çerkes nüfus ise 3250. Adnan Gorkoj, Çerkes nüfusun %70'inin Şapsığ, kalanların ise çoğunluk sırasına göre Abzah, Hatıkoy, Bjeduğ ve Kabartay olduğunu söylüyor. Kfar Kama'da sadece 3 hane Arap, onlar da sonradan gelip yerleşmişler. Köyde herkes Şapsığca biliyor, aileler Napso, Şevgen, Gorkoj, Açmuj, Segaş, Bğane, Kıuj gibi aile adlarıyla biliniyorlar. Reyhaniye'deki Abzahlar ise; Şahağum, Gış, Şeguç, Gute gibi aile adlarıyla. Bu iki grup dışında kalan Çerkesler aile/kabile adlarını kullanmıyorlar.

Köyde anaokulu ve sekizyıllık bir okul bulunuyor. Öğretmenlerin çoğu ve okulun müdüresi Çerkes. Kafkasya'dan gelen bir öğretmen ise Çerkezce yazı, gramer dersi veriyor, Çerkeslerin tarihini anlatıyor. Ayrıca köyde, ihtiyar evi, dispanser, banka, futbol, basketbol, karate vb. sporlar için spor tesisleri, dikiş atölyeleri bulunuyor. Bir de Çerkes Kültür Merkezi...Burada gençler her türlü sportif ve kültürel faaliyetlerde bulunabiliyorlar, ayrıca seminerler düzenliyor ve geleneksel danslarını burada öğrenip, sergiliyorlar. İsrail'de her yıl Ağustos ayının sonlarına doğru Reyhaniye'de bir Çerkez gecesi düzenleniyor, dünyanın bir çok yerinden, Kafkasya'dan, komşu Arap ülkelerinden en iddialı Çerkez dans toplulukları davet edilip, büyük bir şenlik kuruluyor. Adnan Gorkoj, bu şenliğe şimdiye kadar Türkiye'den hiç katılan olmadığını belirtip, profesyonel özelliklere sahip bir dans ekibini davet etmek istediklerini söylüyor.

Kfar Kama'nın 1989 yılında, Hadağatle Asker köye davet edilinceye kadar anavatanla hiçbir ilişkisi olmamış. Bu ilk ilişkiden sonra Kafkasya ile ilişkilerin arkası gelmiş. Köydeki her haneden en az bir kişi, anayurda gidip gelmiş, aralarından oralara yerleşenler, mülk edinenler, evlenler olmuş. Ayrıca Kafkasya'da düzenlenen ve Çerkesleri ilgilendiren bütün toplantılara katılıyorlar. Futbol takımları davet edip karşılaşmalar düzenliyorlar. İslamey ve Nalmes dans ekiplerini getirip, Çerkes danslarını izlettiriyorlar. Aynı şekilde Türkiye'deki Çerkeslerle de ilişkiler başlamış. Örneğin Düzceli Ergun Demirağ, Kfar Kama'dan evlenip, oraya yerleşmiş. Şimdi kuran kurslarında ders veriyor ve gazetecilik yapıyor.....

..........

Kfar Kama'da sadece yarım gün kalabildim, tarif edemediğim duygu ve heyecanlarla da ayrıldım. Geçen yıl bir ay konuk olduğum Osetya'dan ayrılırken de böyle olmuştum. Belki bu duygularımı ileride daha iyi tarif edebilirim. Yazının amacı da zaten ne bu duygularımı tarif etmeye çalışmaktı, ne de İsrail'deki Çerkeslerin durumuna bölgenin ve İsrail'in halihazırdaki durumuna bakarak siyasal/sosyolojik bir yorum getirmek. Gene de yukarıdaki gezi notlarıyla, çevirideki bilgilere bir şeyler daha eklemek gereksinimini duyuyorum. İsrail'de katıldığım eğitim programı üç hafta sürdü, Üniversite ve İsrail Eğitim Bakanlığının konukları olduğumuz için özel bir gezi programıyla ağırlandık. Ancak bu süre içerisinde hiç bir Filistin Bölgesini görme fırsatım olmadı, bir iki Arap köyünün yanından geçtim. Dürzi kökenli bir öğretim üyesinden de kendi dinsel topluluğuna dair bilgiler almaya çalıştım. Yani yaptığım gözlemler çok kısa bir süre içerisinde edinilmiş, değerlendirme yaparken çok temkili olmayı gerektiren gözlemler. İşte bu nedenle aşağıdaki değerlendirmelerim bu sınırlar içerisinde okunmalı.

Sohbet ettiğim Dürzi öğretim üyesi; "İsrail toplumunda ve Orta Doğu'nun diğer bölgelerinde yaşayan bu "gizli din" mensuplarının, "siyasal iktidarla hiç bir problemleri olmadığını, köylerinde gündelik pratiklerini ve dinsel ritüellerini yerine getirirken hiç bir zorlukla karşılaşmadıklarını, zaten dinlerinin/kültürlerinin bulundukları ülkenin siyasal sistemine mutlak itaati ve diğer etnik/dinsel topluluklarla kati olarak karışmamayı emrettiğini" söyledi. Ayrıca, İsrail'de farklı etnik/dinsel toplulukların ayrı ayrı yaşıyor olmalarının bir yönetim siyasası değil, tercih olduğunu, bu nedenle gözlenen mekansal ayrılığın özellikle tercih edildiğini, asimile olmaktan böylelikle kurtulduklarını belirtmişti. Sanıyorum ki, son söyledikleri İsrail'deki Çerkes nüfus için de geçerli. Ancak kanımca sadece Dürzilerin ya da Çerkeslerin koşullarına bakmakla sınırlı kalınmadığında, yukarıda çevrilen makalede iddia edildiği gibi, İsrail'in çok-kültürlülüğünü bir avantaja dönüştürdüğünü söyleyebilmek için henüz çok erken. Çünkü çok-etnikli toplumlar için bir alternatif olarak tartışılan, toplulukların birbiriyle karışmadan yan yana yaşadığı (bazen kendi hukukunu uyguladığı) bir toplum modeli, farklı topluluklardan en az birisi üzerinde resmi ya da gayri resmi ayrımcılıklar devam ettiği sürece, çok gerilimli olmaya müsait. İsrail ise, Filistinliler dışarıda bırakıldığında bile, bir yanda, Eşkenazlar (Avrupa Yahudileri), Seferadimler (İspanya bölgesinden gelen Yahudiler), Yemen Yahudileri, Falaşalar (Etiyopya'dan gelenler), nihayet sosyalist sistem çözüldükten sonra eski SSCB topraklarıyla, Doğu Avrupa'dan gelen Yahudiler, aşırı milliyetçiler, köktendinciler, diğer yanda kendilerini Filistinli olarak tarif etmeyen Hristiyan veya Müslüman Araplar, Dürziler, Çerkeslerden oluşan çok-kültürlü yapısı ile her zaman başka gerilimlerin potansiyelini taşıyor. Hepsi bir yana, Yahudi toplumunun içinde de çok önemli sosyo-ekonomik statü farkları bulunuyor. Verilen bilgilere göre örneğin, en iyi eğitim görmüş ve toplumsal/ekonomik olarak toplumun en üst kesimlerini oluşturanlar Avrupalı Yahudiler, şimdilerde en kötü durumda olanlar ise Falaşaların arkasından, Doğu Avrupa ülkeleriyle, Rusya'dan gelen Yahudiler. Bu nedenle belki de, İsrail ve Filistin'e sahici bir barış geldiğinde (gelebilirse eğer!) mevcut uzlaşımlar çözülüp, yeni yeni gerilimler ortaya çıkacak. Şimdiki haliyle İsrail, talepler ayrılıkçı eğilimler taşımadığı sürece, kültürel farklılıkların korunmasına izin veriyor, hatta Çerkesler örneğinde olduğı gibi "destekleyici" de olabiliyor. Diğer yandan anaokul dahil, 11 yılı zorunlu olmak üzere, 13 yıllık ücretsiz eğitim sistemiyle onları İsrail coğrafyasına ve çok-bileşenli bir kültürü ifade etmek üzere İsrailliliğe entegre etmeyi hedefliyor. Ancak böyle bir eğitim sistemi çok önemli olmakla birlikte, unutmamalı ki tek başına hiç bir zaman yeterli değil...


Kaynak: Nart Dergisi, Sayı 3, Ağustos-Eylül 1997.

p>+'



'+Sevda Alankuş

Share