Bir varmış bir yokmuş, Tasuta adında güzel bir kız yaşıyormuş. Bir gün annesi ağır hasta olup yatağa düşmüş. İyileşemeyeceğini anlayınca tek göğsünü çıkarıp kızına vermiş:
+''+-Ben ölüyorum kızım, bu zor dünyada seni yalnız bırakıyorum. Ama senin için yapabileceğim bu; acıktığın zaman bunu em. Yalnız kimseye gösterme, başka bir şeye ihtiyacın olmaz.
Tasuta'nın küçük bir sandığı varmış, annesinin göğsünü onun içine koyup kilitlemiş. Kadın da ölmüş ve gömülmüş.
Bir zaman sonra babası, küçük bir kızı olan başka bir kadınla evlenmiş. Evlendiği mavi gözlü, kalkık burunlu kadın kötü kalpli biri çıkmış, üvey kızına dünyayı dar etmeye başlamış. Kendi kızını giydiriyor, yediriyor, seviyor; üvey kızını ise çalıştırıyor, aç bırakıyor, paçavralar içinde gezdiriyor, azarlıyor, beddua ediyormuş. Küçük kız şikayet edecek halde değilmiş, kötü kalpli kadın babasını avucunun içine almış, konuşturmuyormuş. Zavallı ne yapsın, her şeye katlanıyormuş. Acıkınca bir süre ortadan kaybolup sandığını açıyor, annesinin göğsünü emiyor, emer emmez karnı doyuyor, gücü artıyor, üzüntüsü geçiyormuş.
Böyle yaşayıp giderlerken üvey annenin kızı gün geçtikçe çirkin ve beceriksiz, üvey kızı ise daha güzel, daha becerikli olmuş. Kadın buna içerliyor, kızıyormuş... Daha sonra her nasılsa, bunda bir iş var, öğrenmeden içim rahat etmeyecek diyerek küçük kızı izlemeye başlamış. İzleye izleye Tasuta'nın sandığı açıp, annesinin göğsünü çıkarıp emdiğini görmüş. "İşte şimdi buldum", diyerek küçük kızı değirmene göndermiş ve Tasuta'nın annesinin göğsünü gizlice alıp saçağın altına gömmüş.
Tasuta ihtiyacı olup annesinin göğsünü bulamayınca olanları anlamış ve ağlamış, ağlamış; ne yapsın, gücünü toplayıp yine çalışmaya koyulmuş. O gecenin sabahında saçağın altında ak alınlı bir inek duruyormuş. İnek bizim diye kimse gelmeyince alıkoyup sağmaya başlamışlar. Derken bir gün Tasuta ahırı kürerken çok acıkmış. İnek bakmış, bakmış ve Çerkesçe demiş ki:
-Ah, küçük kızım, acıktığında kimseye görünmeden gel beni em.
Tasuta koşup ak alınlı ineği emmiş, emer emmez karnı doymuş, gücü yerine gelmiş, üzüntüsü geçmiş.
Mavi gözlü, kalkık burunlu kadın daha çok öfkelenmeye başlamış.
Bir gün anne kız başka bir köye misafirliğe gitmek istemişler; giderlerken kadın üvey kızına:
-Bu eve ne gir, ne de çık. Seni evde ya da evden çıkmış bulursam, söylemedi deme, üç canın olsa da tek birini bırakmadan bu iki elimle alırım, demiş.
Tasuta ne yapacağını bilemeden ağlayıp pencerenin önünde otururken küçük bir saka kuşu gelip omzuna konmuş:
-Neden ağlıyorsun Tasuta, seni kim üzdü, demiş.
-Üvey annem benden böyle tuhaf bir şey isteyip gitti, demiş küçük kız, - şimdi ne yapacağımı bilmiyorum.
-O da zor bir şey mi, bunun için üzülme, demiş küçük kuş.- Üvey annen geldiği zaman gidip bir ayağın dışarıda bir ayağın evde olacak şekilde dur; evden hem çıkma hem de girme, dediği bu değil mi, diyerek saka kuşu uçup gitmiş.
Tasuta işlerini bitirip akşama kadar oynamış, anne kızın geldiğini görünce gidip küçük kuşun dediği gibi durmuş. Yaklaştıklarında üvey anne ona bakmış ve demiş ki:
-Ne o, yapacak bir şey bulamadın mı, niye orada dikiliyorsun?
-Bilmem ki, demiş Tasuta, bana eve ne gir ne çık demiştin, ben de dediğin gibi yaptım.
Üvey kızının üstün geldiğini anlamış kadın, daha çok kızmış:
-Görüyor musun şu mendeburu, çalışmamak için mazeret uyduruyor!
Ertesi gün anne yine kızıyla misafirliğe gitmek istemiş. Giderken bir insanın yapamayacağı bir iş vermiş Tasuta'ya; bir çuval darıyı bir çuval arpanın içine dökmüş, iyice karıştırmış ve başına oturtmuş:
-Bu darıyla arpayı güzelce ayıkla, ayır. Ben döndüğümde yapmamış olursan yedi canın olsa da bir canını bırakmadan alırım, demiş ve anne kız arkalarına bakarak güle oynaya çıkıp gitmişler.
Tasuta arpayla darının başında ağlayıp oturuyormuş. Bir saka kuşu gelip omzuna konmuş:
-Ne oldu küçük kız, demiş, niye ağlıyorsun?
-Nasıl ağlamayayım, demiş küçük kız, üvey annem misafirliğe giderken önüme böyle bir iş koyup çıktı. Ben bunu yapmadan gelirse, yedi canım varsa, birini bırakmadan yedisini de alacak!
-O da zor bir şey mi, demiş küçük kuş. Bunun için ağlama. Hepsini yere dök, sen git oyna, ben şimdi senin için onları ayırırım, demiş ve uçup gitmiş.
Bir dakika içinde büyük bir güvercin sürüsü uçarak eve gelmiş, arpayla darıyı ayırıp birer çuvala koymuşlar. Küçük kız da sevinç içinde oynayıp oturuyormuş.
Anne kız gelince üvey annesi Tasuta'ya çıkışmış:
- Boyu devrilesice, arpayla darıyı ayır diye ben sana mı söyledim komşunun gelinine mi?
-Bana, demiş Tasuta, -ben de ayırdım, ayrı ayrı koydum, duruyor.
-Seni yalancı, demiş mavi gözlü kalkık burunlu kadın, on elin olsa da ayıramazsın o kadarını!
-Bak öyleyse!
Koşup bakmış ki arpayla darı ayrılmış, bir tane diğerinin içinde kalmamış.
-Allah Allah, bunun hepsini sen mi ayırdın, demiş üvey annesi, kızıp söylenmiş.
Babası, ağzında gem olsa da dayanamayıp kızını savunmuş:
-Niye olmasın, demiş, Tasuta her zaman beceriklidir, kimsenin yapamadığını yapar.
-Ah, sen beni öldüreceksin, diye kadın ateş püskürmüş. Bunu benim biricik yavrumu küçük düşürmek için söylüyorsun. Ben sana o kırmızı gözlerinle gösteririm senin kızın mı beceriksiz benim kızım mı, diyerek ertesi gün bir çuval arpayla bir çuval darıyı karıştırmış, kızını başına oturtmuş.- Ben gelinceye kadar bunları ayır koy, demiş, kendisi de üvey kızını alarak çakaleriği toplamaya gitmiş.
Üvey annenin kızı ağlanıp sızlanıp otururken saka kuşu gelip pencerenin pervazına konmuş:
-Niye ağlıyorsun, niye sızlanıyorsun küçük kız, diye sormuş,-Seni kim üzdü?
-Annem üzdü, demiş kız. Kız kardeşim gibi benim de bu yığını ayıklamam için bıraktı.
-Bunun için ağlama, demiş küçük kuş, onu yapacak olanları ben sana gönderirim, sen git oyna diyerek uçup gitmiş.
Biraz sonra büyük bir karga sürüsü eve dalıp, arpayı darıyı ayırmadan hepsini yiyip gitmişler.
Akşam annesi geldiğinde:
-Ayırdın mı yavrum, diye sormuş.
-Hayır.
-Neden?
-Bir karga sürüsü gelip hepsini yedi.
Ne iyi ne kötü bir söz söyleyememiş kızına, üvey kızına kötü kötü bakarak içeri girmiş. "Bunun acısını çıkarmazsam Allah canımı alsın" demiş mavi gözlü, kötü kalpli kadın. Üvey kızından isteyeceği bir iş bulmuş:
-Ben babamın evine gidiyorum, akşam geldiğimde bu yünü güzel bir giysi olarak görmezsem, dokuz canın olsa da bir canını bırakmadan alırım, diyerek Tasuta'nın önüne dağ gibi yünü yığmış, kendisi de kızını alıp çıkıp gitmiş.
Bu kadar yünü yıkamak, kurutmak, ditmek, taramak, kabartmak, eğirmek, dokumak, biçmek, dikmek, güzel bir giysi yapmak için en az bir ay gerek! Tasuta ağlayıp oturuyormuş. O sırada bir saka kuşu gelip omzuna konmuş:
Ne oldu küçük kız, neden ağlıyorsun?
-Nasıl ağlamam, demiş, - bu kadar yünü akşama kadar güzel bir giysi yapamazsam üvey annem benim canımı alacak!
-O da zor bir şey mi, demiş, küçük kuş. Bunun için ağlama. Senin için bunu yapacakları ben şimdi gönderirim, sen git oyna, demiş.
Biraz sonra ak alınlı bir inek gelip yünü çiğnemiş ve yutmuş. Bir saat geçmeden ağzından güzel, kahverengi bir giysi çıkarıp yaymış ve otlamaya gitmiş.
Akşam anne kız döndüğünde üvey annesi Tasuta'ya çıkışmış:
-Boyu devrilesice, kumaş dokuyup güzel bir giysi yap diye ben sana mı söyledim yoksa komşunun gelinine mi?
-Bana, demiş üvey kızı. Ben de yapıp yatağın üzerine koydum.
-Mümkün değil yapabilmen, yalan söylüyorsun. On elin olsa da yapıp yetiştiremezsin!
-Bak öyleyse!
Mavi gözlü, kötü kalpli kadın koşup bakmış, güzel giysiyi görünce öfkeden mosmor olmuş.
-Bunu yapan senden başkasıysa iki elin kurusun, demiş.
Babası ağzında gem varsa da kızına acıyıp:
-Neden olmasın ki, demiş, vallahi bu köyde bu zavallıdan daha becerikli, daha çalışkan kimse yok.
- Ah, sen beni öldüreceksin, diyerek mavi gözlü, kötü kalpli kadın ateş püskürmüş. Senin niyetin benim yetim yavrumu küçük düşürmek. Ben sana o kırmızı gözlerinle gösteririm benim kızım mı beceriksiz senin kızın mı, diyerek ertesi gün dağ gibi yünü getirip tombul kızının önüne yığmış:
-Al, yavrum, akşama kadar bundan bir soylu giysisi yap!
Kendisi de Tasuta'yı, eline kör bir orak verip ekin biçmeye götürmüş.
Küçük kız ne yapsın, ağlayıp sızlanıp yün yığınının yanında oturuyormuş. O sırada ak alınlı bir inek yanına yaklaşmış:
-Niye ağlıyorsun, niye sızlanıyorsun küçük kız, demiş. Kim üzdü seni?
-Nasıl ağlamayım, nasıl sızlanmayım, beni annem üzdü, demiş.
-Ne dedi?
-Kız kardeşim gibi benim de bu dağ gibi yünden vork giysisi yapmamı istedi.
-O da zor bir şey mi, getir buraya, diyerek yünü yemiş ve Tasuta'nın güzel giysiyi serdiği yatağın üzerine pislemiş, üzerine bir şey ört onun, diyerek çıkıp gitmiş.
Annesi geldiğinde:
-Yaptın mı, yavrum, diye sormuş.
-Evet, anneciğim, yatağın üzerinde duruyor.
Kadın sevinçle koşup baktıysa, yatağın ortasında havluyla örtülmüş kocaman, taze bir mayıs duruyor! Öfkeden mosmor olmuş:
-Bu nasıl oldu, demiş.
Küçük kız nasıl olduğunu anlatmış.
Kalkık burunlu, mavi gözlü kadın kızına ne iyi ne kötü bir söz söylememiş, hışımla üvey kızına dönüp:
-Kırmızı gözlü babanı çağır, demiş.
-Ne istemiştin, canımın içi, demiş adam rengi atarak.
-İstediğim, demiş, - o ineği kesip bize yedireceksin!
Tasuta koşup gitmiş, ak alınlı ineğe duyduklarını söylemiş:
-Çabuk kaç, saklan, demiş.
-Olmaz, demiş ak alınlı inek, nereye gidersem gideyim beni bulurlar. Onun yerine şöyle yapalım daha iyi: Benim etimden sen yeme. Onlar beni yedikten sonra kemiklerimi bir tane bırakmadan topla, şu otladığım yuvarlak tepenin eteğine göm. İşin kötü gittiğinde gelip üç defa bana seslen, sonra olacakları görürsün, demiş.
Ak alınlı ineği kesip pişirmişler, köylüyü toplayıp yedirmişler. Avluyu Tasuta temizlediği için bir tane bırakmadan bütün kemikleri toplamış ve götürüp yuvarlak tepenin eteğine gömmüş.
Aradan zaman geçmiş, bir gün köye hanın habercisi gelmiş:
-Hepinize selam olsun, demiş, - beyimizin kolu kırıldı da ona çepşako yapacaklar; gelin, oynayın, eğlenin!
Sıkılıp oturan anne kızın da aradığı buymuş, gece olunca çepşakoya gitmek için hazırlanmışlar:
- Oraya soylu gençleri gelecek, demiş mavi gözlü kalkık burunlu kadın, -kendini beğendirmeye çalış, yavrum, evlenme çağın geldi.
-Ne olur beni de götürün, diye yalvarmış Tasuta, - ben hiç çepşako görmedim.
-Tabii, demiş üvey annesi, senin gibi pasaklıyı sokarlar hanın haçeşine ! Bu azıcık yünü dit, oyalanırsın, diyerek bir yün çilesi atmış ona ve çirkin kızını alıp çepşakoya gitmiş.
Tasuta ağlamış, ağlamış; sonra ak alınlı ineğin söylediği aklına gelmiş ve koşarak yuvarlak tepenin yanına gitmiş, üç kez seslenmiş. Seslenir seslenmez tepe ikiye ayrılmış, içinden güzel iki kır at koşulu bir fayton çıkmış. Faytonun içinde alacalı bir sandık duruyormuş. Tasuta sandığı açmış, içinden ipek elbiseyi çıkarıp giymiş, altın kemeri beline bağlamış, dışepı'ayı da başına takmış. Sandıkta küçük bir altın yüzük de varmış, onu da parmağına geçirmiş ve faytona binip yola çıkmış.
-Allah allah, çepşakomuza peri kızı geldi, diyerek hürmetle karşılamışlar ve parmaklarının ucundan tutarak haçeşe götürmüşler.
"Peri kızı geldi, çepşakomuz kutlu oldu, beyimiz çabuk iyileşecek" diyerek izzet ikramda bulunmuşlar, oynatmışlar, eğlendirmişler. Oradakilerin ondan başka konusu yokmuş. Hanın oğlu da Tasuta'dan gözünü ayıramıyormuş. Bizim anne kız da tanıyamamışlar onu; tövbe estağfurullah, böyle güzelliği olan padişahın kızı değilse peri kızıdır diyerek bir köşede durmuş onu izliyorlarmış.
Hava aydınlanmaya başlayınca Tasuta telaşlanmış:
-Aman Allahım, gitme vaktim geçiyor, demiş.
-Dur, acele etme peri kızı, yanına atlı refakatçi verelim, diyerek hanın oğlu atılmış, elini tutmuş.
Elini tuttuğunda, diğeri kurtarmak için çekince küçük yüzüğü parmağından çıkmış ve düşmüş, zıplayarak yuvarlanıp gitmiş. Tasuta bunu fark etmeden faytona atlamış, iki kır at ileri atılıp göz açıp kapatıncaya kadar uzaklaşmış. Peri kızının arkasından çıkan kalabalık ardından bakakalmış.
Gün ışıyıp hanın oğlu biraz uzanmak için dışarı çıktığında, güneşte parlayan altın yüzüğü görüp yerden almış:
-Vallahi, demiş, bu dün akşamki peri kızının yüzüğü. Yer gök şahidim olsun ki bu yüzüğün sahibini bu dünyadaysa onu bulacağım.
Handan izin alıp huarasına atlamış ve bütün Kabardey'i dolaşmış: Prens, özden, basit halk, köle ayırmadan bulduğu kızın parmağına yüzüğü takmaya çalışıyor, ama yüzük olmuyormuş. Bulamadan dönerken, biraz dinlenmek ve bakmak için Cılahsteney'e uğramış. Hanın oğlu umudunu yitirmiş halde köye geldiğinde mavi gözlü kötü kalpli kadın, kandırarak çirkin kızını vermek amacıyla hemen gitmiş, Tasuta'yı bodruma kapatıp hanın oğlunun karşısına dikilmiş:
-Beyim, o aradığın burada, demiş.
-Nerede, diye delikanlı atından aşağı atlamış.
-Küçük yüzüğünü ver de, bak, benim ay yüzlü kızıma nasıl uyuyor!
Yüzüğü almış, ne yaptıysa da koca kızının küçük parmağına geçirememiş. Ovmuş, sabunlamış, bir türlü olmamış. Olmadıkça zorlayarak, tombul parmağını çevirip bükerek kızı avaz avaz bağırtıyormuş.
-Boyu devrilsin senin de doğuranın da, diye söylenirken mavi gözlü kalkık burunlu kadın yüzüğü düşürmüş, yüzük zıplayıp bodrumun kapısının önüne doğru yuvarlanmış.
Hanın oğlu yüzüğü almak için gidince bir ağlama sesi duymuş. Bodrumun kapısını tekmeyle vurup açmış. Bir baktıysa içeride güzeller güzeli bir kız oturuyor; yüzüğü taktığında tam tamına uymuş.
-Ölümün üzerinden atlamadan onu bu avludan çıkaramazsın, diyerek üvey annesi önüne dikilmiş.
Tam o sırada ormandan Tasuta'nın babası gelmiş:
-Dinleme o cadıyı, demiş, - kızın sahibi benim, sana veriyorum. O zavallı bu mavi gözlü zalimin elinden çok çekti. Tasuta'nın çektiklerini de kendi çektiklerini de hanın oğluna anlatmış.
Köylü de toplanmış, bunları duyunca mavi gözlü kalkık burunlu kadını yakalamışlar, eyere alışmamış iki atın üzerine bağlayıp salmışlar.
O anda yuvarlak tepe sarsılmış, ikiye ayrılmış, içinden Tasuta'nın annesi sapasağlam çıkmış. Büyük bir düğün yaparak güzel Tasuta'yı hanın oğluna vermişler. Hanın oğlunun seyisine de mavi gözlü kötü kalpli kadının kızını vermişler. İkisi de şimdi bolluk ve mutluluk içinde bizim köyün en ucunda oturuyorlar.
Tasuta Dahere Hanıkuemre
Tavurıhişe (Yüz Masal), 1992, Nalçik, s.43
Derleyen: Nalo Zavur
Adıgece'den Çeviren: Murat Papşu
Çepşako (?I?????I??): Eskiden, genellikle bir yeri kırılan veya yaralanan hastanın yatağının başında yapılan, çeşitli oyunlar ve danslardan oluşan eğlence.
Haçeş (????I??): Konuk karşılamak ve ağırlamak için asıl evden ayrı olarak yapılan konuk evi veya odası.
Dışepı'a Çerkeslerde altın nakışla işlenmiş kadın başlığı.
Huara Safkan bir Çerkes atı cinsi.
+''+Murat Papşu