GÜRCİSTAN-ABHAZYA ANLAŞMAZLIĞI DÜNÜ, BUGÜNÜ, ÇÖZÜM PERSPEKTİFLERİ
ÖNTARİH
Rusya toplum bilincinin klişe tipleri olarak Kafkas halkları, özellikle Gürcüler ve Abhazlar bütün halinde, ayrılmayan ve farksız etno-kültürel bir birlik olarak algılanırlar. Oysa Abhazlar ve Gürcüler akraba olmayan halklardır. Farklı genetik kökenleri vardır, birbirine benzemeyen dilleri Kafkas dil ailesinin farklı kollarına aittir; kültürel-yaşantısal dış benzerliğin ardında esaslı gelenek-görenek, maddi ve manevi kültür, etnik mentalite farklılıkları yatar. Kültürel planda Abhazlar her zaman Kuzey Kafkasya dünyasına, en başta da en yakın etno-genetik akrabaları Adığelere yakın oldular. Ancak Kafkas Sıradağları’nın güney eğimindeki coğrafi konumu Abhazya’nın tarihi yönelimlerine, onu Transkafkasya’nın tarihi sürecinde en önemli özne yapan başka bir istikamet çizdi.
Abhazya eski bir Hıristiyanlık diyarıdır. Sonradan, 17-18 yy.da İslam’ın etki alanına girse de Abhazya’daki Ortodoks Hıristiyan topluluk her zaman, özellikle bu yüzyılda daha kalabalıktı. Sık sık rastlanan, Abhazların istisnasız Müslüman olduğu iddiası ya tarihi-etnografik cehaletin, ya da “İslam fundemantalizmi” kartının bilinçli olarak oynanmasının sonucudur, ki böylelikle Abhaz-Gürcü anlaşmazlığı için basitçe “ebedi Hıristiyanlık-Müslümanlık çatışması” şablonu içinde hüküm vermek mümkündür.
8. yüzyılda güçlenen Abhaz Krallığı aktif fetihçi bir politika izledi. Sonraki yüzyıllarda kendi etnik sınırlarının dışına çıktı, o zamana kadar dağınık olan batı ve doğu Gürcü topraklarını kendi hükümdarlık asası altında birleştirdi. Gelecekteki Gürcü Krallığı’nın toprak ve siyasi bütünlüğünün temeli de böylece atıldı. Gürcü Krallığı, nihai olarak, Abhaz hanedanlığının sona ermesinden ve iktidarın Gürcü Bagrationi hanedanına geçmesinden sonra oluştu. Gürcü Krallığı Moğol istilası sonucunda yıkılarak, birbirine sürekli düşmanlık eden parçalara bölündü. Abhazya da birkaç yüzyıl bağımsız olarak kaldı.
17.-18. yüzyıllarda Abhazya Osmanlı İmparatorluğu’nun güçlü siyasi ve kültürel etkisi altına girdi. Rusya’nın Kafkasya sınırlarına doğru ilerlemesi burada yeni bir çekim hattı meydana getirdi ve bu, Abhaz yönetici çevresinde “Rus yanlısı” ve “Türk yanlısı” grupların ortaya çıkmasına yol açtı. Sonuçta Rusya’ya meyledenler baskın çıktı ve Abhazya’nın hükümran prensi Georgi Çaçba-Şervaşidze’nin başvurusu üzerine Çar I.Aleksandr, 17 Şubat 1810 tarihli manifestosuyla Abhazya’nın Rusya’ya ilhakını, Abhaz halkının ise “Rusya İmparatorluğu’nun yüksek himayesi, Çarlık küresi ve koruması altında bulunduğunu” ilan etti.
İlk zamanlarda Rusya, Abhazya’nın iç yönetimine ve geleneksel yapısına karışmadı. Ancak 1864’te hükümran prenslik lağvedildi ve Abhazya, önce “Suhum Askeri Bölgesi”, 1883’ten itibaren de Kutais Eyaleti’ne bağlı “Suhum Okrugu (Bölgesi)” adını alarak doğrudan Rusya İmparatorluğu’nun idari sistemine dahil edildi. İdari düzenlemeler daha sonra da devam etti: 1904 yılında Bzıb nehrine kadar Gagra toprakları Karadeniz (Çernomore) Eyaleti’nin Soçi Okrugu’na verildi (1920’li yılların sonunda SSCB MK kararıyla Abhazya’ya iade edildi).
1870’li yıllarda Abhazlar etnik felaket yaşadılar. Rusya’nın Kafkasya’da nihai olarak yerleşmesi, hükümetin “barışçı olmayan” Dağlılara karşı uygulamalarını sertleştirmesini mümkün kıldı. Abhaz isyanları bastırıldı. İlerideki kolonizasyon için toprakları boşaltma hayali kuran Çarlık memurları tarafından teşvik edilen, Türk yanlısı yerel feodal yöneticiler tarafından da kışkırtılan Abhaz kitleleri (bazı verilere göre nüfusun yarısı) vatanlarını terk etmek zorunda bırakıldı. Sürgünler Osmanlı İmparatorluğu’na, Yakındoğu’nun diğer ülkelerine gittiler ve zamanla oralarda kök salarak büyük bir Abhaz diasporası oluşturdular. “Muhaceret”, yani sürgün; Abhazlar bugün hâlâ acısını hissettikleri, tarihlerinin en trajik sayfalarından birini böyle adlandırıyorlar. Sürgün Abhazların etno-kültürel gelişimine, coğrafik, ekonomik ve demografik potansiyeline büyük darbe indirdi. Sürgünden sonra boşalan Abhaz topraklarına Gürcülerin, Rusların, Ermenilerin, Rumların, Estonların ve diğer halkların büyük göç seli yaşandı. Esas olarak tekuluslu Abhazya hızla çokuluslu, çokdilli bir bölgeye dönüşmeye başladı. Sürgün ve sonuçları, 20. yüzyılın sonunda bölgede cepheleşmeye ve silahlı çatışmaya kadar varan anlaşmazlık düğümünün atılmasında kendi rolünü oynadı.
Rusya İmparatorluğu’nun çökmesiyle Gürcistan’ın Abhazya üzerindeki siyasi ve toprak talepleri hemen kendini gösterdi. O zaman var olan iktidar organları -Gürcistan Ulusal Konseyi ve Abhazya Halk Konseyi- arasında imzalanan ilk antlaşma, Abhazya’nın sınırlarını belirliyor (Gürcistan’la İngur nehri) ve “tek Abhazya’nın gelecekteki siyasi yapı biçiminin Abhazya Kurucu Meclisi’nde, halkların kendi kaderini belirleme hakkı ilkesine uygun olarak hazırlanacağını” tespit ediyordu.
Ancak Haziran 1918’de problem, Gürcü birliklerinin Abhazya’ya girmesiyle “çözüldü”. Abhazya Halk Konseyi defalarca dağıtıldı ve her yeni kadrosu Tiflis yönetiminin açık baskısı altında çalıştı. Mevcut durumu A.İ.Denikin “Oçerki Russkoy Smutı”da tam olarak tarif ediyordu: “Gürcüler tarafından zorla işgal edilen Soçi ve Suhum okruglarında yerlilerin ve Rusların zor durumu, Gürcü yönetiminin zulmü, ölçüsüz bir Gürcüleştirme ve yıkıcı ekonomik politika…”. Gönüllü Ordu iktidarının olaylara yaklaşımını açıklarken başkomutan, “Gönüllü Ordu, iktidarın zorla ele geçirilmesini kabul etmek istemeyen Rus, Ermeni ve Abhaz nüfus üzerinde uygulanan baskılara, oradan gelen şikayetlere ve çağrılara kayıtsız kalamazdı”, çünkü bu “Rus devletine yönelen unsurları himaye geleneğine” uymuyordu.
Fakat Tiflis yönetiminin büyük politik baskısı altında Abhazya Halk Konseyi, 20 Mart 1919 tarihinde “Abhazya’nın özerklik antlaşmasını” kabul etti. Antlaşma Abhazya’nın Gürcistan Demokratik Cumhuriyeti’ne özerk birim sıfatıyla dahil olduğunu ilan ediyordu ve merkez iktidarıyla karşılıklı ilişkilerin anayasal esaslarını hazırlamak için özel bir komisyon kurulmasını karara bağlıyordu. Ancak Suhum ve Tiflis arasındaki anlaşmazlıklar giderilemedi; bu nedenle Gürcistan Kurucu Meclisi pratikte tek taraflı olarak “Abhazya’nın Özerklik Kararı”nı kabul etti ve Gürcistan Anayasası’nı onayladı. Anayasada da aynı şekilde Abhazya’nın (Anayasa metninde “Suhum Okrugu”) özerklik esasıyla Gürcistan’a dahil olduğu maddesi yer alıyordu. Bu iki aktın 1921 yılı Şubat’ında, Rusya Kızıl Ordusu’nun Menşevik Gürcü hükümetini devirip Gürcistan’da Sovyet egemenliğini kurduğu günlerde kabul edilmesi de tarihi bir paradokstur.
Abhazya’da Sovyet egemenliğinin kurulması (21 Mart 1921) Gürcü varlığını son erdirdi ve Abhazya’ya yeniden siyasi-hukuki devlet formlarına dönme olanağı verdi. O zamanın tarihi koşullarında Abhazya “sovyet sosyalist cumhuriyeti” ilan edildi (31 Mart 1921). Ancak aynı yılın aralık ayında Abhazya SSC, Gürcistan SSC ile “birlik antlaşması” yapmak zorunda kaldı. Buna göre “taraflar aralarında askeri, siyasi ve mâli-ekonomik birliğe giriyorlardı”. Askeri, mâli, halk ekonomisi, posta ve telgraf, adalet, deniz ulaşımı gibi bazı halk komiserliklerinin birleştiği ilan edildi. Dışişleri tamamen Gürcistan’ın yetkisine, demiryolları ise Transkafkasya Demiryolu İdaresi’ne veriliyordu. Antlaşma Abhazya’nın Transkafkasya Federasyonu’na “Gürcistan aracılığı ile girdiğini” tespit ediyordu.
Gürcistan ve Abhazya’nın karşılıklı ilişkilerinin anayasal-hukuki esasları daha sonra, III. Abhaz Sovyetleri Kongresi’nde (1 Nisan 1925) kabul edilen Abhazya Anayasası’nın maddelerinde de yer aldı. Anayasa’nın 4. maddesi “Abhazya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’nin özel birlik antlaşması temelinde Gürcistan SSC ile birleştiğini, onun aracılığıyla Transkafkasya Sovyet Sosyalist Federatif Cumhuriyeti’ne ve Transkafkasya Cumhuriyeti bünyesinde de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği’ne girdiğini” tespit ediyordu. Aynı anayasanın 5. maddesinde Abhazya’nın egemen yapısı şöyle ifade ediliyordu: “Abhazya SSC, kendi topraklarında devlet iktidarını müstakil olarak ve başka herhangi bir iktidardan bağımsız olarak gerçekleştiren egemen bir devlettir”.
Hukuki sürecin bundan sonraki gelişimi Abhazya’nın egemenlik haklarının sınırlandırılması yolunda ilerledi. Abhazya Anayasası’na yapılan ekler temel yasanın metnine “Abhazya SSC ve Gürcistan SSC’nin anlaşmalı ilişkileri hakkında” özel bir bölüm dahil ediyordu ve bu bölümün maddeleri Abhazya’nın yetkilerini (önceki düzenlemede olduğu gibi) sadece Transkafkasya Federasyonu ve SSCB anayasalarıyla değil, Gürcistan’la anlaşmaya dayalı ilişkiler olgusuyla da sınırlandırıyordu. Diğer taraftan, hemen sonrasında kabul edilen Gürcistan Anayasası da (1922 ve 1927) keza bu çizgiyi yansıtıyordu. 1927 Anayasası, Gürcistan Merkez İcra Komitesi’nin bütün aktlarının Abhazya topraklarında da mutlak yürürlüğü olduğunu tasdik ediyordu. 1922 Anayasası’nda böyle bir düzenleme yoktu.
İlişkilerin yeni şeklinin kayıt altına alınması Nisan 1930’da oldu. Abhazya Merkez İcra Komitesi, “bu cumhuriyetlerin birleşmesi hakkındaki temel nokta dışında bütün bölümlerde reel anlamını kaybettiği” gerekçesiyle cumhuriyetin anayasasından 16 Aralık 1921 tarihinde Gürcistan’la yapılan antlaşma zikrini çıkardı. Yine o zaman, Gürcistan bünyesinde “anlaşmaya dayalı cumhuriyet” formülü Gürcistan bünyesinde “özerk cumhuriyet” ile değiştirildi. Şubat 1931’de bu kararlar Abhazya Sovyetler Kongresi ve “Abhazya SSC’nin özerk cumhuriyet sıfatıyla Gürcistan SSC’ye dahil olduğu” kararını kabul eden VI. Tüm Gürcistan Sovyetler Kongresi tarafından onaylandı.
Psikolojik olarak Abhazlar Sovyetler döneminde Gürcistan bünyesinde bulundukları zamanı, bu dönem onlarda Tiflis yönetiminin Abhazya’ya, halkına ve kültürüne karşı baskı politikasıyla özdeşleştiği için son derece negatif algılıyorlar. Öyle ki, 1930’lu yıllarda Stalin’in baskıları Abhaz siyasi ve entellektüel elitini tamamen yok olma noktasına getirdi. Yine bu yıllarda Komünist Parti makamları Abhazya’yı Gürcüleştirme amacıyla bilinçli bir politika uygulamaya başladılar: Abhaz dilinin öğretimi okul müfredat programından çıkarıldı ve yerine mecburi Gürcüce öğretim kondu. Abhaz alfabesi Gürcü temelli alfabeyle değiştirildi. Yer adlarının birçoğu Gürcüce adlarla değiştirildi. Abhazların sosyal gelişimi yavaşlatıldı, fakat kişinin etnik aidiyetini değiştirmesi durumunda birçok konuda engeller ortadan kalkıyordu. Gürcüleştirme politikasının temel öğesi bilinçli olarak uygulanan iskân politikasıydı. 1940’lı yıllarda ve 1950’lerin başında Gürcistan’ın iç bölgelerinden Abhazya’ya on binlerce Gürcü yerleştirildi. Bunların yerleşmesiyle özel olarak kurulan, İkinci Dünya Savaşı yıllarında bile devlet bütçesinden cömertçe beslenen “Gruzpereselenstroy” adlı bir organizasyon ilgileniyordu. “Göç” seli sonucunda Gürcüler Abhazya’daki en kalabalık topluluk oldu. Gürcüleştirme politikasının ideolojik dayanağı da, bazı Gürcü tarihçiler tarafından ortaya atılan, Abhazya’yı ezeli Gürcü toprağı, Abhazları da Gürcülerin etnik alt kollarından biri ilan eden teoriydi.
Stalin sonrası dönemde politik diktanın en baskıcı yöntemleri biraz törpülendi, ancak Tiflis’in Abhazya’ya yönelik idari baskısı değişmedi ve bu, Gürcü-Abhaz ilişkilerini tahriş eden faktör olmaya devam etti. Ayrıca, Sovyet “federalizminin” dört basamaklı sisteminde özerk devlet yapısının formal karakteri, cumhuriyet denen yapıya ulusal-politik ve ekonomik çıkarlarını birlik cumhuriyeti yönetiminin kasıtlarından koruma imkanını ve reel haklarını vermiyordu. Abhaz aydınlarının yönetimin uygulamalarına karşı protestoları daha Stalin döneminde duyuluyordu, ancak asimilasyona direnişin organize olarak doğması Stalin sonrası döneme aittir. Birkaç kez açıkça Gürcistan’la karşı karşıya gelindi; özellikle 1957, 1964, 1967 ve 1978 yıllarında Abhazya’nın Gürcistan’dan ayrılıp Rusya SFSC’ye katılması talebiyle kitlesel mitingler ve gösteriler oldu.
18 Mart 1989’da onbinlerce Abhazın katıldığı bir toplantı yapıldı. Burada, SSCB’nin üst makamlarına, Abhazya’nın bir zamanlar kaybettiği birlik cumhuriyeti statüsünün iade edilmesi çağrısı yapıldı. Bu, aynı yılın temmuz ayında 19 kişinin öldüğü kanlı Gürcü-Abhaz çatışmalarına yol açan yeni bir gerginlik için gerekçe oldu. O zamandan itibaren tansiyon hiç düşmedi. Gürcistan ve Abhazya’nın ilişkileri daha da gerginleşti ve Gürcistan’ın toplumsal-politik yaşamında şovenist ve ünitarist eğilimlerin artmasıyla iyice keskinleşti.
Gürcistan yönetiminin uygulamalarından biri de, Gürcistan’ın bütün Sovyet dönemi devlet yapılarını ve bunlar tarafından kabul edilmiş devlet-hukuk aktlarını yasal olarak geçersiz sayan bir dizi hukuki kararları kabul etmesi oldu. Gürcistan’da “komünist ve Sovyet kolonyal mirasıyla mücadele” sloganı altında gürültülü bir kampanya yürüten rejimin sorumsuz yöneticileri, bununla Gürcistan SSC’yi bir arada tutan anayasal-hukuki esasları yıktıklarını anlamadılar, zira Gürcistan ve Abhazya’nın birliğine esas teşkil eden (1921) ve Abhazya’nın özerklik esaslarıyla Gürcistan’a dahil olduğu (1931) hukuki antlaşmalar geçerliliğini yitiriyordu.
Gürcistan’da bu gelişmeler, büyük önem verilen, ülkenin iç yapısının üniterleştirilmesi yolunda atılan etkili adımlar olarak yarı resmi bayram havasıyla karşılandı. Abhazya’da ise devlet yapılarına yönelik ciddi bir tehdit olarak değerlendirildi. 25 Ağustos 1990’da Abhazya Yüksek Sovyeti “Abhazya ÖSSC’nin Devlet Egemenliği Deklarasyonu’nu kabul etti. Deklarasyon Abhazya’yı “akit edilen antlaşmalar temelinde gönüllü olarak SSCB’ye ve Gürcistan SSC’ye devredilen hukuk alanları dışında, kendi topraklarında iktidarın tamamına sahip, egemen, sosyalist bir devlet” olarak ilan ediyordu. Gürcistan Yüksek Sovyet Prezidyumu deklarasyonu geçersiz saydı. Bu, Tiflis yönetiminin, Suhum’da kabul edilen bütün kararları ve yasaları kendi kararnameleriyle iptal ettiği “yasalar savaşı”nın ilk adımı oldu. Buna rağmen 1991 yılından itibaren Abhazya Tiflis yönetiminin kontrolünden de facto olarak daha fazla çıkmaya başladı.
Başlarında Zviad Gamsahurdiya’nın bulunduğu radikal milliyetçilerin Ekim 1990’da iktidara gelmesinden sonra Gürcistan’da gelişen olaylar, tarafların tutumlarında kutuplaşmayı artırdı. Birçok siyasi ve dini liderin açıkça seslendirmekten çekinmediği “Gürcistan Gürcülerindir”, “Gürcüler Tanrı’nın seçtiği ulustur” sloganları eşliğinde ulusal azınlık mensupları cumhuriyetten zorla çıkarıldı, savaş ilan edilerek Güney Osetya’nın özerkliği kaldırıldı, aynı şeyi Abhazya için de yapma tehditleri başladı. Hatta, silahlı muhalefetin darbesiyle devrilen Gamsahurdiya, iktidarının son haftalarında parlamentodan asi Abhazya’yı yola getirmek için ek yetkiler istemişti.
Mart 1992’de Eduard Şevardnadze’nin Tiflis’e gelişi olayların olumlu yönde gelişmesi umudunu doğurdu. Ancak beklentiler gerçekleşmedi. Bir konuşmasında Şevardnadze açıkça “Abhazya meselesinin Tiflis’de çözüleceğini” belirtti. Gürcistan yönetiminin somut yasama ve yürütme faaliyeti ise, Tiflis’in devletin bünyesinde Abhazya ÖSSC diye bir yapının bulunduğu gerçeğini görmezden geldiğini gösteriyordu. Durum, Şubat 1992’de Gürcistan yönetiminin cumhuriyetin 1978 Anayasası’nı yürürlükten kaldırması ve Sovyet öncesi 1921 Anayasası’na dönüldüğünü ilan etmesiyle daha da kötüleşti. Abhaz tarafının karşı adımı, Yüksek Sovyet’in “1978 Abhazya ÖSSC Anayasası’nın yürürlükten kaldırılması” kararı oldu (23 Temmuz 1992). Yeni anayasa kabul edilinceye kadar Abhazya’nın özerklik öncesi statüsünü tespit eden 1925 Anayasası’na dönüldüğü ilan edildi.
O sırada Abhazya’da, idari sınırlara göre bölünen Sovyet sonrası coğrafyanın gerçeklerinin kendilerini Gürcistan’la bir şekilde devlet birliği biçimi aramaya zorlayacağını biliyorlardı. Bu nedenle 1925 Anayasası’na geçilmesi kararını alırken Abhazya Yüksek Sovyeti, Gürcistan’la bir antlaşma taslağı hazırlanması için çalışma grubu kurulmasına karar verdi. Ayrıca Abhazya basınında, hukuk bilimleri doktoru Taras Şamba tarafından hazırlanan, Abhazya Cumhuriyeti ve Gürcistan Cumhuriyeti arasında karşılıklı ilişkilerin esasları hakkında bir antlaşma taslağı yayınlandı. Bu belgenin maddeleri Gürcistan ve Abhazya’dan egemen devletler olarak bahsediyordu. Aynı zamanda bu cumhuriyetlerin devlet birliği, federatif ilişkiler kurulması esasına göre teklif ediliyordu. Örneğin 3. maddede şöyle deniyordu: “Abhazya Cumhuriyeti Gürcistan Cumhuriyeti ile gönüllü olarak birleşir ve Gürcistan ve Abhazya anayasalarıyla Gürcistan Cumhuriyeti’nin yönetimine bırakılan yetkiler dışında kendi topraklarında yasama, yürütme ve yargı erklerine tam olarak sahiptir”. Yasama inisiyatifi olarak antlaşma taslağı Abhazya Yüksek Sovyeti oturumlarının gündemine alındı. Parlamentonun 14 Ağustos 1992 tarihli oturumunda görüşülecekti, fakat o günün şafağında Gürcü birlikleri Abhazya’ya girdi.
SAVAŞ
İlk başta başarı Gürcü birliklerinden yanaydı; daha ilk günün ortalarında Suhum’un kenar mahallelerine çıktılar, ardından şehre girdiler. Hükümet binalarını, televizyon merkezini, en önemli ulaşım yollarını ele geçirdiler. Abhazya Hükümeti ve Yüksek Sovyeti Gudauta’ya geçmek zorunda kaldı. 15 Ağustos’ta Gürcüler Gagra bölgesine denizden çıkarma yaparak direniş göstermeye çalışan Abhaz sahil güvenlik birliklerini dağlara doğru çekilmek zorunda bıraktılar.
Ancak daha sonraki olaylar Tiflis’in senaryosuna göre gelişmedi. Gürcü birlikleri savaşın ilk gününde, daha sonra günden güne artan bir direnişle karşılaştılar. Suhum’dan çekilen Abhaz birlikleri Gumısta nehrinin sol kıyısında tutundular ve burası Batı Cephesi Hattı oldu. Gürcü birliklerinin gerisinde, esas olarak Oçamçira bölgesinde gerilla hareketinin merkezi olan Doğu Cephesi kuruldu. En önemli faktör ise, Abhazya’yı savunmak için savaşın ilk günlerinde başlayan ve gittikçe güçlenen gönüllü hareketi oldu. Gönüllülerin kadrosu enternasyonaldi: Adığeler, Abazalar, Çeçenler, Ermeniler, Ruslar v.d.
Çatışmalar gün geçtikçe sürekli bir savaş niteliği kazandı, bu da güç gösterisi veya blitzkrieg (yıldırım harekatı) hesapları yapan Tiflis yönetimi için tatsız bir sürpriz oldu. O sırada Rusya Gürcistan’la mutabık olarak barışı sağlama inisiyatifle ortaya çıktı. 3 Eylül 1992’de Moskova’da Boris Yeltsin, Eduard Şevardnadze ve Vladislav Ardzınba’nın görüşmesi oldu. Zorlu geçen görüşmeler bir sonuç belgesinin imzalanmasıyla sona erdi. Bu belgeye göre ateşkes yapılması, Gürcü birliklerinin çekilmesi, savaş esirlerinin değişimi, o sıralarda sayıları 20-30 bin kişiye ulaşan sığınmacıların dönüşünün sağlanması, Abhazya iktidar organlarının faaliyetinin tüm cumhuriyet topraklarında yeniden kurulması öngörülüyordu. Ancak antlaşmanın hiçbir maddesi yerine getirilmedi ve Gürcü birlikleri önceki mevzilerinde kalmaya devam ettiler. Savaş önceki yoğunluğuyla yeniden şiddetlendi.
Kısa süre sonra Abhazlar ilk askeri başarılarını elde ettiler: 2-6 Eylül’de Abhaz silahlı güçleri Gagra’yı geri alarak Psou nehrinde Rusya-Abhazya sınırına çıktılar; böylece Gudauta çevresindeki askeri ablukayı yarmış oldular. Savaş bundan sonra da devam etti, fakat taraflardan hiçbiri kesin bir üstünlük sağlayamadı. 1992 yılı sonunda, savaşın başlamasıyla pratikte Abhazya’nın kalan bölümünden kopmuş olan dağlık maden şehri Tkuarçal’da durum iyice ağırlaştı. Gudauta ile irtibat ancak insani hava koridoru yardımıyla sağlanıyordu, fakat 14 Aralık 1992’de Gürcü tarafının abluka altındaki şehirden ayrılan sığınmacıları taşıyan helikopteri düşürmesinden sonra dış dünyayla her türlü bağlantı kesildi. Rusya MÇS’nin 1993 yazında yürüttüğü olağanüstü insani yardımla Tkuarçal halkı açlıktan ve acılardan kurtarıldı.
1993 yazında savaş yeniden şiddetlendi. 2 Temmuz’da Doğu Cephesi (Oçamçira) sahilinin bir bölümünde Abhazlar denizden çıkarma yaptılar. Doğu Cephesi’ndeki başarılı operasyon Batı Cephesi’ndeki faaliyetlerin aktifleşmesi için de işaret oldu. Gumısta nehrini geçen Abhaz birlikleri Suhum’un kuzeyinde bulunan yerleşim yerlerini birbiri ardına kurtararak şehrin kapılarına dayandılar. Gürcü birliklerinin içine düştüğü umutsuz durum Rusya hükümetini Abhaz tarafına baskı yapmaya zorladı. 27 Temmuz 1993’de Soçi’de ateşkes antlaşması imzalandı. Antlaşma savaşı sona erdirme imkanı veriyordu, zira antlaşmanın temel noktasını Gürcü birliklerinin ve bütün gönüllülerin Abhazya topraklarından çıkması ve cumhuriyet topraklarında Abhaz iktidarının yargı gücünün yeniden kurulması oluşturuyordu. Ancak iki taraf da karşı tarafın belgenin altındaki imzasına itimat etmiyordu.
16 Eylül 1993’de, Rusya’da anayasa krizi yaşanırken Abhazya’da savaş yeniden başladı. Abhazlar Doğu Cephesi’nde Gürcü mevzilerine hücuma geçtiler; aynı anda Batı Cephesi’nde de muharebe hattı açtılar ve Suhum’a hakim tepeleri kontrolleri altına aldılar. Abhaz kuvvetleri taaruza devam ederek, 20 Eylül’de şehri tamamen kuşattılar; 22’sinde havaalanını ele geçirdiler, 27 Eylül’de Suhum tamamen Abhazların kontrolüne geçti. O sırada şehirde bulunan Eduard Şevardnadze Boris Yeltsin’in özel emriyle Karadeniz Filosu denizcileri tarafından kurtarıldı. Abhaz kuvvetleri gönüllülerle birlikte geri çekilen Gürcü birliklerini kovalayarak 30 Eylül’de, bir yıl önce savaşın başladığı İngur nehrindeki Abhazya-Gürcistan sınırına çıktılar.
GÖRÜŞME SÜRECİ
Gürcistan ve Abhazya arasında karşılıklı kabul edilebilir bir çözüme ulaşmak için görüşmeler, muharebe faaliyetlerinin sona ermesinden iki ay sonra başladı. İlk raunt 1 Aralık 1993’de, o dönem için oldukça iyimserlik uyandıran bir dizi karar içeren “Anlayış Memorandumu”nun imzalandığı Cenevre’de oldu. Taraflar, “anlaşmazlığın tam siyasi çözümü için görüşmeler devam ettiği dönemde birbirlerine karşı güç kullanmayacaklarına veya kullanma tehdidinde bulunmayacaklarına” dair yükümlülük üstlendiler. “Herkese karşı herkes” prensibiyle savaş esirlerinin değişimi, sığınmacılar probleminin çözümü konusundaki yükümlülükler ve Abhazya’nın siyasi statüsü konusunda tavsiyeler hazırlanması için uzman grupların çalışmalara başlaması hakkında anlaşma sağlandı.
Daha sonra da görüşmelerin yoğunluğu azalmadı, aylık olarak yetkili heyetlerin toplantıları gerçekleşti, bu da bir sonraki belgenin imzaya açılması olanağı verdi. 4 Nisan 1994’de Moskova’da Gürcistan-Abhazya anlaşmazlığının siyasi çözüm tedbirleri hakkında Bildiri yayınlandı. Bu aşamada taraflar dış politika ve dış ekonomik ilişkiler, sınır hizmeti, gümrük hizmeti, enerji, ulaşım, haberleşme, ekoloji ve doğal afetlerin sonuçlarının giderilmesi, insan ve vatandaş hak ve özgürlüklerinin, ulusal azınlıkların haklarının sağlanması alanlarında ortak faaliyet için yetkiler konusunda karşılıklı anlayışa ulaştılar. Tam ölçekli çözüme ulaşma çabalarını sürdürme konusunda anlaşmaya varan taraflar “aşamalı faaliyet programı hazırlanacağını, devlet-hukuk ilişkilerinin yeniden kurulması konusunda öneriler hazırlanacağını” kayıt altına aldılar.
Hemen sonrasında görüşme terminolojisine, 21 Aralık 1991 dönemindeki Gürcistan SSC sınırlarıyla kurulacak Gürcü-Abhaz devlet yapısını ifade eden “birlik devlet” terimi girdi. Bu tanımlama bazı ara görüşme belgelerinde yer alıyordu ve Gürcü tarafından farklı olarak Abhaz tarafı bunda sürekli ısrar ediyordu. Gürcü tarafı Şubat 1995’de yeni bir formül ortaya attı; buna göre Abhazya “bileşik yapılı (federal) devletin Gürcistan Cumhuriyeti’nin öznesi” oluyordu.
Aynı yılın temmuz ayında, görüşmelerdeki arabulucu -RF- taraflara Gürcistan-Abhazya anlaşmazlığının çözüm protokolünü görüşmeleri için öneride bulundu. Bu arada Rusya Dışişleri Bakanlığı tarafından bu belgenin görüşme sürecinin bundan sonraki aşamaları için esas olması gerektiği ilan edildi. Önceki antlaşmalarla karşılaştırıldığında, bu protokolun birçok bakımından gelecekte Gürcistan’la ortak devlet yapısı içinde yer alacak Abhazya’nın haklarının dozunu artırdığı görülüyordu.
Protokolün söyleminde “birlik” terimi kaybolmuş ve onun yerini “tek federatif devlet” formülü almıştı. Federatif yönetimlere, önceki belgelerle anlaşmaya varılan yetkiler bırakılmıştı, ancak bunlar ortak yönetim alanları değildi. Bundan sonraki görüşmelerin problemli konusu ise yetkilerin belirlenmesiydi. Tek federatif devletin yapısı, yetkilerin belirlenmesi, federal organların yapısı ve işlevleri gibi sorunlar da keza gelecekteki müzakerelerin konusu oldular. Protokol gelecekte tek para biriminin, bankacılık sisteminin, silahlı kuvvetlerin, sınır ve gümrük hizmetlerinin var olmasını öngörüyordu.
Federal yasama organı, Abhazya’ya belli sayıda kontenjan ayrılan parlamento olarak anılıyordu. Önceki belgelerde yasama organının Abhazya ile ilgili kararlarının ancak Abhazya’nın onayından sonra yürürlüğe gireceği belirtiliyordu. Protokolde bu norm korunuyordu, ancak “tartışmalı problemin doğrudan Abhazya ile ilgili olup olmadığı sorununun çözümü” daha sonraki görüşmelerin konusu olarak bırakıldı.
Protokol metninin 22 Ağustos 1995’de Abhazya Parlamentosu’nda görüşülmesi, onun Abhazlar için kabul edilemez olduğunu gösterdi. Parlamento, Abhazya Cumhuriyeti Anayasası’na dayanarak bir karar aldı; buna göre Abhazya “egemen bir devlet ve uluslararası hukukun öznesidir ve bu sıfatıyla diğer devletlerle, ki buna Gürcistan da dahildir, antlaşma ilişkisine girebilir”.
Bundan sonra görüşme süreci kesildi ve uzun bir sessizlik dönemi yaşandı. Yeni bir hareket aynı yılın yazında, taraflara yeni bir çözüm protokolü teklif edildiğinde ortaya çıktı. Bu protokolün maddeleri önceki protokolde yer alana katı federatif yapıyı önemli ölçüde gevşetiyordu. İlk önce protokol tasarısı iki tarafça da heyecanla karşılandı, özellikle Şevardnadze onu takdirle karşıladı. Ancak sonradan yine Gürcü tarafı belgenin müzakere edilmesini reddetti.
Sonraki diplomatik faaliyet 1997 yazında zirveye ulaşan, anlaşmazlığın barışçı çözümü yolunda ciddi ilerleme umutları doğuran, Gürcistan ve Abhazya yöneticilerinin Tiflis’deki sansasyonel ağustos buluşması oldu. Ancak geçen aylar umutları boşa çıkardı. İki taraf da başlatılan hareketliliği durdurdular, o kadar heyecanla ve amaçlı olarak bu işe soyunan arabulucu beklenmedik şekilde yeniden gölgeye çekildi; görüşme süreci alışılan durgunluk evresine geçti. Genel olarak, yazın yaşanan diplomatik karışıklık yarardan çok zarar getirdi. Sadece sonuçsuz bitmekle kalmayıp taraflarda birbirlerine karşı güvensizlik için yeni gerekçeler doğurdu. Şimdi Şevardnadze’nin ve Ardzınba’nın yeniden görüşme masasında buluşmaları için çok büyük diplomatik çabalar gerekli, ya da iki lideri reel anlaşma düzeyine çıkmaya zorlayacak koşullar…
Ancak bugün taraflardan hiçbirinin bundan sonraki uzlaşmalara hazır olmadığı görülüyor. Hem Suhum hem de Tiflis kendi taraflarından taviz limitinin artık dolduğundan eminler ve bu yolda bundan sonraki ilerleme olanaksız olarak değerlendiriliyor. Diğer yandan hiç kimse İngur’un iki tarafındaki çıkarları uzlaştıracak yeni, tarafsız bir çözüm önerisinde bulunma durumunda değil.
Şevardnadze tarafından Kişinev’deki BDT başkanları toplantısında (Ekim 1997) Rusya tarafına iletilen sert talepler, Gürcistan devlet başkanının Rusya’yla uyuştuğu çözüm yollarından ayrıldığını açıkça gösteriyor.
Buna bağlı olarak Cenevre görüşmelerinin canlanması hiç de tesadüf değil. Görüşmelerin son raundunda (17-19 Kasım 1997) mevcut problemlerin operatif çözümü için koordinasyon konseyi kurulması kararlaştırıldı. Konseye taraflardan başka, istişari oy hakkıyla Rusya ve BM Genel Sekreteri Gürcistan Dostları üyesi ülkeler girdiler. Koordinasyon Konseyi’nin bünyesinde üç çalışma grubu -güvenlik, sığınmacıların dönüşü ve sosyo-ekonomik sorunlar- bulunuyor. 25 Aralık 1997’de yapılan ilk toplantıda Koordinasyon Konseyi’nin faaaliyetlerinin organizasyonu, ayrıca ayda iki kez yapılması planlanan toplantının periyodu görüşüldü. Ancak Abhaz tarafının teklifiyle Gal bölgesindeki terörizm sorununa ayrılacak sıradaki görüşme henüz yapılmadı.
TARAFLARIN TUTUMU
Gürcistan
Gözle görülür gerçeklere rağmen Gürcistan hâlâ Abhazya topraklarında askeri faaliyetlerin başlamasındaki sorumluluğunu kabul etmek istemiyor. Şimdi yaygın olan resmi görüşe göre Devlet Başkanı Eduard Şevardnadze ordusunun faaliyetleri hakkında hiçbir şey bilmiyordu ve savaşın ilk 24 saatinde, o zaman Gürcistan Savunma Bakanı olan komutan T. Kitovani ile durumu öğrenmek için hiçbir şekilde bağlantı kuramadı. Bu yüzden bugün savaşın başlamasının bütün sorumluluğu hapisteki T. Kitovani’ye yükleniyor; suçu Ağustos 1992’de kendisine verilen yetkileri aşmak. İkinci sorumlu taraf ise, özerk cumhuriyete sadece “demiryolunu korumak” için giren Gürcü birliklerine ilk olarak ateş açan “Abhaz ayrılıkçılar”.
1992-1993’teki olayların resmi açıklamaları da aynı şekilde evrim geçirdi. Savaşın ilk günlerinde Tiflis’de, daha başında söndürülmesi vaat edilen yerel bir “çatışma”dan bahsetmek tercih ediliyordu. Ancak ağustos sonu ve eylülde Gürcü ve Abhaz birlikleri arasındaki çarpışmalar büyük çaplı muharebe faaliyetlerine dönüşünce “çatışma” ifadesini kullanmak zorlaştı. Bu nedenle Tiflis’in resmi söyleminde, zamanla propaganda makinası tarafından “Gürcistan’ın toprak bütünlüğü için mücadele” olarak sunulmaya başlanan “savaş” kavramı ortaya çıktı. Ancak askeri faaliyetlerin daha ilk evrelerinde Eduard Şevardnadze’ye ait daha “güçlü” bir tespit de vardı; bir röportajında bunun “uluslararası terörizmin egemen devlete karşı bir saldırısı” olduğunu söyledi. 1992 Ekim başında Gürcü birliklerinin Gagra yakınlarında yenilgiye uğramasından sonra “saldırı” kavramı Gürcü tarafının resmi açıklamalarının ve propaganda klişesinin ayrılmaz parçası oldu.
Buna uygun olarak Gürcü tarafı savaşın sonuçlarını da aynı kavramlarla değerlendiriyor, “ezeli Gürcü topraklarının bir kısmının ilhakından veya işgalinden” bahsediliyor.
Anlaşmazlığın barışçı çözüm olanakları Tiflis’de, ancak Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün korunması çerçevesinde görülüyor. Tiflis ve Suhum arasındaki ilişkilerde idari dikey çizginin korunması gerektiği doğal kabul ediliyor. Daha birkaç yıl önce Gürcistan’da, cumhuriyetin gelecekteki devlet yapısının üniterliğin dışında mümkün olması düşüncesine izin verecek az sayıda kişi vardı. Eduard Şevardnadze’nin tutumu da çok belirli değildi. 17 Kasım 1992’de parlamentodaki konuşmasında Gürcistan ve Abhazya arasında federal ilişki fikrini reddetmiş, Gürcistan yönetiminin “ancak Abhazya otonomisinin hukuki statüsünü kesinleştirme konusunu incelemeye hazır olduğunu” açıklamıştı. Şevardnadze’nin düşüncesine göre Abhazlar bekleyebileceklerini ancak Gürcistan bünyesinde bekleyebilirlerdi. 4 Nisan 1994 antlaşması Gürcistan parlamentosunda tamamen semptomatik bir havada görüşüldü. Bu antlaşma yasa koyucuların düşüncesine göre Gürcü devletini federatif ve dahası konfederatif yapıya mahkum ederek ünitarizmini bozuyordu; bu yüzden sert eleştirilere uğradı.
Bugün Gürcistan’da birçok kişi artık klasik ünitarizmin devletin iç yapısının temeli olabilmesinin zor olduğunu anlıyor. Ancak Tiflis’de ülkenin gelecekteki devlet yapısının reel çizgisi nasıl tasavvur ediliyor, anlamak güç. Gürcistan yönetiminin Şevardnadze de dahil en üst düzey temsilcileri, Gürcistan’ın bünyesinde Abhazya’ya dünya tecrübesini göz önünde bulunduran ve hukuki standartlara uygun, azami genişlikte özerk yönetim yetkilerinin sağlanacağını birçok kez açıkladılar. Abhazya’nın özerkliğinin göstergeleri olarak kendi anayasasına, amblemine, bayrağına, marşına v.d. sahip olması sağlanacak.
Gürcistan’ın tutumunun diğer nüansları da karakteristiktir. Zamanında Gürcistan’ın Abhazya’ya, Rusya’nın Çeçenya’ya vereceği aynı yetkileri vereceği açıklanmıştı. Çeçenya’da askeri faaliyetlerin en şiddetli olduğu sırada E.Şevardnadze tarafından seslendirilen bu tutum, Gürcistan devlet başkanının federal merkezin ayrılıkçı Çeçen güçleri üzerinde kesin zaferinden olduğu kadar, savaştan sonra Moskova’nın merkezle Çeçenya arasında ilişkileri katı bir yaklaşımla yapılandıracağından emin olduğunu gösteriyordu. Rusya-Çeçenya ilişkilerinde bugünkü durum, anlaşılır nedenlerden Abhazya’nın gelecekteki hukuki özneliğinin prototipi olarak Çeçenya’nın statüsüne göndermeleri uygunsuz kılıyor; bu nedenle bu konuya retorik resmi Gürcü söyleminden kayboldu. Dahası eski Çeçen “ayrılıkçılar”, Rusya’ya şantaj için Çeçen kartını aktif olarak oynayan Gürcistan’da arzu edilen konuklar oldular.
Gürcistan problemin barışçı çözümüne uyumunu deklare ederken diğer varyantları da gözden uzak tutmuyor. Zamanında Şevardnadze Balkan savaşı sırasında Sırp mevzilerinin NATO tarafından bombardımanını destekliyordu. Bir süre önce (1997) Bosna örneğine göre “barışa zorlama” operasyonu çağrısını yeniden yapmıştı. Bütün bunlar Abhazya ile olan duruma da uygulanıyor, ancak benzeri operasyonların gerçekleştirilmesi için henüz Gürcistan’ın kendi olanakları yok. Bu amaç için, korumacılığını genişletmek yoluyla Rusya barış gücünden yararlanma girişimleri de başarıya ulaşmadı.
Abhazya anlaşmazlığı bağlamında Tiflis’in Kuzey Kafkasya stratejisi de yeniden kuruluyor. Bunun ana hedefi Kuzey Kafkasya’yı Rusya’dan kopararak onu sarsmak, orada Rusya’ya düşman küçük devletler kurmak; bu da saklanmıyor. Son zamanlarda Kuzey Kafkasya başkentlerini sık sık ziyaret eden Gürcü parlamento, kültür v.d. heyetleri bunu hemen hemen açıkça deklare ediyorlar. Şevardnadze’nin Gürcü diplomasi ve enformasyon kanallarıyla yoğun şekilde popülerleşen “Barışçıl Kafkasya” inisiyatifi de keza bu amaca yönelik. Grozni ve Tiflis’in fark edilen yakınlaşması geniş perspektifte, muhtemelen Kafkasya coğrafyasında nüfuz bölgelerinin paylaşılması amacını taşıyacak.
Abhazya
Abhazya için 1992-1993 yıllarındaki olaylar, Gürcistan ve Abhazya arasında devletlerarası savaştır. Daha savaşın en başında, 15 Eylül 1992’de Abhazya Yüksek Sovyeti Prezidyumu “Gürcistan Devlet Konseyi birliklerinin 14 Ağustos 1992’de Abhazya’ya silahlı saldırısının ve topraklarının bir kısmını işgalinin Abhazya Cumhuriyeti’ne karşı tecavüz eylemi” olduğunu deklare eden bir karar aldı. Daha sonra Abhazların resmi ideolojisinde ve toplumsal bilincinde, Abhaz halkının Gürcü işgalcilere karşı yürüttüğü savaşın “vatan savunması” olduğu görüşü kökleşti. Buna göre savaş, işgalcilerin kovulması, vatanın kurtarılması ve Abhazya’nın ulusal-devlet bağımsızlığı hakkının savunulması anlamına geliyordu ve mücadele Abhazya’nın zaferiyle bitmişti.
Bugün Abhaz liderleri ilk ayların romantizminden kurtulmuş görünüyorlar. Zaferden sonra Suhum’da ciddi ciddi Gürcistan’dan kesin ayrılış, tam bağımsızlığın ve uluslararası hukuk özneliğinin elde edilmesi planları yapılıyordu. Şimdi Abhazya Gürcistan’la bir şekilde tek devlet yapısı (ki bu şekilde Gürcistan SSC’nin Sovyet sınırları yeniden kurulacak) çerçevesinde birlikte yaşama ihtimaliyle uzlaşmak zorunda. Aynı zamanda Abhazya’da, bu devletin Tiflis’den teklif edilen iç yapı modelleri, özellikle Abhazya’nın özerk olarak Gürcistan’ın bünyesine gimesini öngören her türlü seçeneği kabul edilemez bulunuyor. Abhazya’ya anayasa, marş, amblem, bayrak v.b. dahil geniş özerklik hakları verileceğine dair vaatler Suhum’da boş deklarasyon olarak görülüyor. Birincisi, Abhazya’nın Gürcistan bünyesinde özerk olarak bulunduğu dönemde bu sayılan haklardan çoğuna Abhazlar zaten sahipti, ama bu Gürcü-Abhaz ilişkilerini güçlüklerden ve anlaşmazlıktan kurtaramadı. İkincisi, Abhazya’da şimdi, vaat edilen “geniş hakların” pratikte Tiflis yönetimi tarafından hiçbir zaman gerçekleştirilmeyeceğinden eminler. Ancak her şeyden önce Suhum’da Gürcü tekliflerinin bugünkü gerçeği, özellikle savaşı ve sonuçlarını göz önünde bulundurmadığını düşünüyorlar.
Sonuç olarak Abhazya Gürcistan’la ilişkilerini ancak eşit haklı özne temelinde kurmaya hazır ve Suhum’da bu ilkenin gelecekteki devlet yapısının esasında yer alması gerektiğini düşünülüyor. Buna göre de Suhum, devlet yaşamının dış politika, savunma, maliye, sınır ve gümrük hizmeti gibi alanlarında ortak yetki konusunda anlaşmayı ve Tiflis’e herhangi özel yetkiler vermeyi reddediyor.
Sığınmacılar
Gürcistan-Abhazya savaşının sonuçlarından biri de Abhazya’daki Gürcü nüfusun çoğunun cumhuriyetin sınırları dışına, en başta da Gürcistan’a yer değiştirmesi oldu. Günümüzde sığınmacı problemi, Gürcistan ve Abhazya’nın savaş sonrası tutumlarında en keskin ve tartışmalı, çözümünün birçok bakımdan anlaşmazlığın genel çözümüne bağlı olduğu problemlerden biridir. Üstelik bu evrede, popüler söylemde Gürcistan tarafı için sığınmacılar problemi Abhazya’nın siyasi statüsü probleminden bile daha önemlidir. Şevardnadze de dahil Gürcistan liderleri sürekli olarak sığınmacıların dönüşünün “asıl problem” olduğunu, “bütün diğerlerinin” ondan sonra çözülebileceğini tekrarlıyorlar.
Durumu gerginleştirmek için çaba gösteren Tiflis zorunlu göçmen durumuna düşenlerin sayısını açıkça abartıyor. Gürcü yönetiminin iddiasına göre günümüzde sığınmacıların sayısı 300 binden fazla (hatta 320 bin sayısı telaffuz ediliyor). Ancak 1989 sayımına göre Abhazya’da yaşayan Gürcülerin sayısı 239 bindi. Bunlardan 20 bini Abhazya topraklarını terk etmedi. Gal bölgesinde durumun nispeten istikrara kavuşmasından sonra oraya, Barış Gücü Komutanlığı’nın verdiği bilgilere göre 70 binden fazla kişi döndü. 2 bin civarında Svan da Abhazya’nın Kodor vadisinde bulunuyor. Ayrıca, Abhazyalı 20-30 bin Gürcünün şimdi, savaş sırasında ve savaştan sonra gittikleri Rusya Federasyonu topraklarında yaşadığını göz önünde bulundurmak gerekir; dolayısıyla onlar şimdi Gürcistan topraklarında bulunan sığınmacılara dahil edilemezler.
Sığınmacılar probleminin Tiflis’in siyasi çabalarının ilk planında olması bir dizi nedenle açıklanıyor. Kuşkusuz sığınmacılar Gürcistan ekonomisine ağır bir ek yük getirdiler. Tiflis makamları hükümetin zorunlu göçmenlerin ihtiyaçlarına hassasiyetle yaklaştığını, baba ocaklarına dönünceye kadar yaşamlarını kolaylaştırmak için mümkün olan her şeyi yaptığını yorulmadan tekrarlıyorlar. Ancak Gürcistan’ın şu andaki ekonomik durumunda verilen bütün sözlerin yerine getirilmesi olanaksız. Bu nedenle sığınmacıların sosyal rehabilitasyon programları son derece kısıtlı, bunların gerçekleştirilmesi ise yapılan planlardan bile geride kalıyor. Diğer taraftan sığınmacıların varlığı ve sayılarının olduğundan yüksek gösterilmesi, çeşitli biçimlerde ve türlerde bütçesinin üçte ikisi kadarını oluşturan Batı’nın insani yardımını almak için Gürcistan’a gerekli.
Sosyo-psikolojik alanda problemler de mevcut. Sığınmacılar ve yerliler arasında hoşnutsuzluk duygularının hızla arttığı gözleniyor. Sığınmacılara karşı aşırılıklar hem Tiflis’de hem de diğer bölgelerde gittikçe daha sık duyuluyor. Sığınmacıları başkasının sırtından geçinmekle, kendi problemlerini diğer Gürcülerin üzerine yıkmakla, Abhazya’daki evlerini korumayı becerememekle v.b. suçluyorlar. Sığınmacıların diğerlerinin ekmeğine ortak olduğu suçlaması gündelik hale geliyor.
Gürcistan’da Abhazya’dan gelen sığınmacıların yarattığı kriz durumunun bazı güçlerin çıkarına olduğu görülüyor. Sığınmacı faktörü, özellikle muhalefet için siyasi mücadelenin araçlarından biri haline dönüştü. Muhalefet problemin çözümünde ilerleme olmamasını devlet başkanının aczi olarak göstererek Şevardnadze’den zorunlu göçmenlerin Abhazya’ya derhal geri dönüşünü talep ediyor. Elbette, Abhazya probleminin zora dayalı çözümü söz konusu olduğunda umutsuzluk içindeki sığınmacıların duygularıyla oynamak da mümkün olacak.
Bu arada sığınmacıların dönüşünün hukuki temeli 1994 yılından beri mevcut. Sığınmacılar ve dönüş düzenleri hakkında Gürcistan, Abhazya, Rusya Federasyonu ve BM temsilcileri tarafından imzalanan bir antlaşma var. Antlaşmaya göre sığınmacıların dönüşünde şu ilkeler uygulanacak:
“Yer değiştiren kişilerin tutuklanma, alıkonma, hapis ve cezai kovuşturmaya uğrama riski olmadan barış içinde dönme hakları vardır. Bu dokunulmazlık şu durumlardaki kişiler için geçerli değildir: Askeri suçlar veya insanlığa karşı suçlar işlediğine, ağır cürüm işlediğine, daha önce muharebe faaliyetlerine katıldığına, günümüzde ise Abhazya’da muharebe faaliyetlerine hazırlanan silahlı oluşumlar içinde bulunduğuna dair ciddi işaretler varsa.”
Ancak antlaşmanın maddeleri pratikte işlemiyor, problemin kendisi ise kısır tartışmaların konusu olarak kalmaya devam ediyor. Tiflis sığınmacıların dönüşünün siyasi çözüm sürecininin dışında, ayrı bir konu olarak ele alınmasını istiyor. Abhaz tarafı ise aksine, sığınmacıların dönüşünün karşılıklı kabul edilebilir siyasi bir çözüm bulunursa esaslı şekilde hızlanabileceğini belirtiyor. Tiflis yer değiştiren kişilerin savaştan önce yaşadıkları yerlere, aynı anda olmasa bile, ama mutlaka toplu ve hızlı dönüşünde ısrar ediyor. Abhaz tarafı antlaşma maddelerinin tam olarak uygulanmasında ısrar ederek bu yaklaşımı reddediyor; dolayısıyla elinde silahla Gürcü birlikleri tarafında savaşanların dönüşünü kabul etmiyor ve geri dönecekleri “ayıklama” hakkını kendinde görüyor.
Tarafların sığınmacılar konusundaki uzlaşmazlığı, genellikle dile getirilmeyen, fakat tarafların karşılıklı hesaplarında daima var olan çok önemli bir problemi daha yansıtıyor. Ne pahasına olursa olsun sığınmacıların geri dönmesi için çaba sarfeden Tiflis bir an önce Gürcülerin Abhazya’da savaştan önceki demografik üstünlüğünü yeniden sağlamak istiyor, ki bu Gürcistan’ın Abhazya’da hukuki erkini yeniden kurması için sağlam bir sosyo-etnik dayanak yaratacak. Bunun sağlanması ise ancak Gürcülerin toplu olarak dönmesi halinde mümkün. Sığınmacıların aşamalı olarak dönüşü onların “politik” asimilasyonu ve Abhaz devlet yapısı sistemiyle aşamalı bütünleşmesi tehlikesi içeriyor, ki Suhum makamları bu yönde somut adımlar atıyorlar: Abhazya parlamentosu milletvekilleri arasında şu anda Gal bölgesi nüfusundan seçilen iki Gürcü-Megrel bulunuyor.
BDT, ÇEÇENYA, KUZEY KAFKASYA
BDT ülkelerinin çoğu için Abhaz-Gürcü anlaşmazlığı, onların temel siyasi çıkarlarının dışında kalıyor. Aynı zamanda eski birlik cumhuriyetlerinin devlet sınırlarının yapaylığı, kendi “Abhazya ve Karabağ”larından korkuları, dostluk adına önlerine konan her türlü “ayrılıkçılığa karşı” belgenin itirazsız imzalanmasını sağlıyor. Olgu olarak ayrılıkçılığı kınayan resmi açıklamalardan başlayarak Abhazya’nın abluka mekanizmasını onaylayan kararlara kadar bu tür belgeler az değil.
Bütün bu kararları Gürcistan’ın bölgesel komşuları Ermenistan ve Azerbaycan her zaman destekliyorlar. Ancak Azerbaycan’ın tutumu tahmin edilebilirken, Ermenistan’ın “ayrılıkçılık karşıtlığı” daha çok siyasi kurnazlığı andırıyor (Gerçi Erivan’ın dostluk çerçevesinde başka bir resmi tutumunun kabul edileceği şüpheli).
BDT ülkeleri, anlaşmazlığın giderilmesiyle ilgili kararlar alırken bunların pratikte hayata geçirilmesi yükünü seve seve Rusya’ya yüklüyorlar; örneğin, barış gücü operasyonlarına katılma konusunda en küçük bir istek göstermiyorlar.
Anlaşmazlığın çözümünde doğrudan yardım göstermeye hazır olduğunu ifade eden tek ülke Ukrayna. Kiev’in bu inisiyatifi, son zamanlarda Ukrayna ve Gürcistan arasında beliren siyasi ittifaktan kaynaklanıyor. İki ülke de sürekli olarak açıklamalarında “stratejik” önem taşıyan ilişkilerinin özelliğini vurguluyorlar. “Strateji” elbette Kiev’in ve Tiflis’in anti-Rus yönelimlerine, bölgede Rusya faktörünün etkisini azaltma çabalarına dayalı. İkincisi oldukça geniş coğrafi sınırlarda tasavvur ediliyor, bu nedenle Kiev ve Tiflis Ukrayna’nın ve Gürcistan’ın ilişkilerinin “Doğu Avrupa’nın ve Transkafkasya’nın” geleceğini belirleyecek, “komünizm sonrası coğrafya için belirleyici anlamı” olacağından eminler.
Beliren stratejik ortaklık çerçevesinde Ukrayna, başta Abhazya probleminin çözümü için uluslararası konferans toplanması fikri olmak üzere Gürcistan’ın bütün dış politik girişimlerine destek veriyor. Ukrayna “Gürcistan dostları” grubuna girme arzusunu belirtti, keza arabulucu sıfatıyla görüşmelerde ve toplantılarda hizmetlerini sunmaya hazır.
Ancak Ukrayna’nın bu role çıkma şansı az. Tiflis’in bütün aleni Ukraynaseverliğine karşın Kiev’in arabuluculuk makamına en uygun aday olduğu hiç düşünülmüyor: Arabuluculuğu uluslararası hale getirmeye çalışarak Gürcistan yüzünü Ukrayna başkentinden daha batıya dönmüş durumda. Ayrıca, Kiev’in arabuluculuk gayretleri Abhazlara karşı Gürcü ordusu saflarında çarpışan UNAUNSO “gönüllülerini” unutmayan Suhum’da hoşnutsuzlukla karşılanıyor.
Abhaz-Gürcü anlaşmazlığında yeni bir dış faktör, Çeçenya’nın beliren aktivitesi. Çeçenya da arabuluculuk ve barış sağlayıcı rolüne soyunuyor ve bu istek Tiflis’de, en azından görünüşte çok olumlu karşılandı. Başka bir tepki de beklenemezdi. Rusya’yla çatışan Çeçenya’nın en başta Rusya karşıtı güçler arasında bölgesel bir müttefik arayacağı belliydi. Bu bakımdan Grozni’nin Tiflis’le yakınlaşması tamamen beklenen ve doğal bir gelişmeydi. Bu yakınlaşmanın yolundaki ciddi bir engel, bazı Çeçen liderlerinin Çeçen gönüllü birliklerinin savaşta Gürcistan’a karşı Abhazya safında yer almasını kınayan açıklamalarıyla aşıldı.
Diğer bir engeli ise Gürcü tarafının aşması gerekti. Zamanında Çeçen sorunu Tiflis tarafından Moskova’ya baskı yapmak için yoğun şekilde kullanılmıştı. Aralık 1994’te doğrudan Tiflis’den verilen akılla uygulamaya konan Abhazya’ya karşı abluka yaptırımlarının ilk aşaması, güya savaşan İçkerya’ya Abhazya’dan giren askeri ve gönüllü yardımını kesme gerekliliğiyle açıklanıyordu. Bu arada Tiflis Moskova’ya Çeçen sınırının “kendi” parçasını kilit altında tuttuğuna dair sürekli teminat veriyordu. “Abhazya olmasaydı Çeçenya olmazdı”; bu da Gürcü resmi propagandasının Rusya’ya baskı için yoğun şekilde kullandığı başka bir nakarattı. Her iki cumhuriyetteki olayları aynı kefeye koyarak Tiflis Moskova’yı Abhazya’nın daha kararlı, esas olarak da zor kullanılarak “yola getirilmesi” için zorlamaya çalışıyordu.
Bugün yeni taleplere uygun olarak Gürcistan’ın pozisyonu 180 derece değişti. Artık Tiflis Çeçenya’nın ve Abhazya’nın durumları arasında büyük fark görüyor. “Çeçenya Rusya’dan ayrılmaya çalışıyor, Abhazya ise girmeye…” – problemin yeni karakteristiği böyle. Gürcistan’ın politikasında başka çifte standartlar da var: Ayrılıkçı Abhazya’yla dışarıdan her türlü temasa kıskançlıkla ve öfkeyle tepki gösteren Gürcistan, kendisi hevesle Çeçenya ile siyasi ilişkiye giriyor. Her yerde ve kayıtsız şartsız ayrılıkçılığın kınanmasını isterken, Grozni ile ilişkilerindeki açık seçik benzerliği görmezden gelmeyi tercih ediyor. BDT ülkelerini kendi toprak bütünlüğünü koruma konusunda etkisizlikle suçlarken, kendisi aynı Topluluğun bu çabaları üst seviyede ihlal eden üyesi.
Bu arada Abhazya beliren Çeçen-Gürcü yakınlaşmasını hoşnutsuzluk ve umut kırıklığıyla izliyor, Grozni’nin barış sağlayıcı girişimlerine soğuk bakıyor. İçkerya’nın barış sağlayıcı önerileri Gürcistan’la siyasi ittifak koşullarında formüle edildiği sürece Suhum’da koşulsuz reddedilecek.
Ancak Abhazya’nın Kuzey Kafkasya faktörüne umutları korunuyor. Savaş sırasındaki olayların doğruladığı gibi, Gürcü-Abhaz anlaşmazlığının Kuzey Kafkasya’daki durumla sıkı bağının olduğu görülüyor. Savaş bütün bölgeyi, fakat özellikle Abhazların etnik akrabaları olan ve savaşın daha ilk günlerinde Abhaz gönüllü birliklerinin önemli bir bölümünü oluşturan Adığeleri ve Abazaları ateşledi. Ekim 1992’de Kabardey-Balkar’da öfkeli kalabalığın hükümet binasına saldırmasına ramak kaldığı toplumsal-politik gerginlik, yine Abhazya’daki durumla ilgiliydi ve bu olayları birçok bakımdan Rusya’nın Abhaz-Gürcü anlaşmazlığındaki tutarsız tutumu, Gürcistan’a verdiği destek tahrik etmişti. Her halukârda Kuzey Kafkasya’da Rusya makamlarının faaliyetleri öyle değerlendiriliyordu.
Abhaz-Gürcü anlaşmazlık bölgesinde olayların gelişimi Kuzey Kafkasya’da şimdi daha dikkatle izleniyor. Rusya diplomasisinin faaliyeti orada sadece hoşnutsuzluk yaratıyor. RF Dışişleri Bakanlığı’nın hem Kozırev döneminde, hem de Tiflis doğumlu Primakov döneminde Gürcistan için “ateşten kestane çıkardığına” inanılıyor. Bugün, aslında Rusya Kuzey Kafkasyası’nın Rusya’dan uzaklaşan doğu (Çeçenya, İnguşetya, kısmen Dağıstan) ve Ruslardan başka esas olarak Abhazlarla akraba Adığelerin yerleşik olduğu Rusya’ya sadık batı diye ayrıldığı durumda birçok vatandaşının sadakati Rusya’nın Abhazya sorununun çözümündeki nihai pozisyonuna bağlı.
Abhazya’da savaşın yeniden başlaması durumunda Kuzey Kafkasya halklarının yeni olaylara katılmayacaklarından en yakın zamanda emin olmak Gürcistan için önemli. Burada, vatandaşlarının gönüllü hareketini kınayan Çeçenya’nın otoritesine de çok umut bağlanıyor. Fakat Çeçen yönetiminin resmi tutumunun bu durumda etkili bir set olup olmayacağı şüpheli. Aslında 1992’de de Çeçen gönüllüler Abhazya’ya Dudayev’in ya da herhangi bir resmi Çeçen yapısının emriyle gitmediler. General Dudayez bu anlaşmazlıktan özellikle uzak durmaya çalıştı, hatta Abhazya’ya yardım konusundaki ağır tutumu Kafkas Halkları Konfederasyonu tarafından eleştirildi. Yine aynı şekilde, yeni bir savaş çıkması durumunda gönüllü hareketi, savaş sonrası bölünmüş Çeçenya’da Mashadov yönetiminin görüşüne değil, adamlarıyla geçitlerden geçip Abhazya’ya gitmeye karar verebilecek herhangi bir arazi komutanının şahsi tutumuna bağlı olacak. Yeni bir savaş durumunda Çeçen birliklerinin iki tarafta da savaşmaları, ihtimal dışı değil.
Kuzey Kafkasya’nın diğer halklarına, en başta da Adığelere gelince, Gürcülerin onları tarafsızlaştırma çabaları henüz amacına ulaşamadı. Savaş sırasında hakim olan Gürcistan’a karşı negatif ruh hali bugün de tamamen korunuyor. Abhaz savaşı, gönüllü hareketi, verilen kayıplar kendi tarihlerinin en önemli olguları olarak Adığeler tarafından yoğun olarak yaşanıyor. Gürcü-Abhaz anlaşmazlığının çözümünde hangi seçenek uygulanırsa uygulansın Kuzey Kafkasya’nın tavrı kesinlikle Abhazlardan yana olacak.
TÜRKİYE, BATI ÜLKELERİ
En yakın bölge komşusu Türkiye de Abhaz-Gürcü anlaşmazlık bölgesinde gelişmeleri dikkatle izliyor. SSCB’nin dağılması hemen Ankara’nın geleneksel jeopolitik emellerini canlandırdı. Bu da kuşkusuz, eski Osmanlı İmparatorluğu’nun perspektif stratejik hedefi olan “Kafkasya’yı sağlam şekilde kendi nüfuz bölgesine, Karadeniz’in doğu eksenini ise rakipsiz askeri hakimiyet bölgesine almaktır”. Pratikte bu yönde adımlar atılıyor. Türk sermayesi bölgenin ekonomik boşluğunu başarıyla dolduruyor. Dini yayılmacılık birçok yerli halkın uyandırılmış İslami duygularına dayanıyor. Propaganda yoğun şekilde, onların politik bilincine Türkiye’yi sosyo-ekonomik ve kültürel gelişim için en cazip model olarak yerleştirmeye çalışıyor.
Gürcistan’la ilişkiler genelde bu jeopolitik strateji çerçevesinde gelişiyor, ancak Gürcü-Abhaz anlaşmazlığı faktörü Türkiye’nin tutumunda bazı nüansların varlığına neden oluyor. Örneğin Ankara Kafkasya’daki herhangi bir etnopolitik anlaşmazlığın içine doğrudan çekilmekten çekiniyor; buna Abhaz-Gürcü anlaşmazlığı da dahil. Bu nedenle Türk diplomasisi somut eylemler gerektirecek keskin ve tek anlamlı açıklamalardan özellikle kaçınıyor. Bununla birlikte, örneğin barış gücüne ne maddi ne de insan kaynağıyla katılmak Ankara’nın planlarına dahil değil. Ancak belli koşullarda Türkiye görüşme sürecinin koordinatörü ve arabulucusu rolünü reddetmeyecektir, çünkü bu misyonun başarısı Ankara’nın nüfuzunu bölgede ölçüsüz artıracaktır. Bu “belli koşullar” ise anlaşılır: Rusya’nın barış misyonunun başarısızlığa uğraması ve itibar kaybetmesi, her iki tarafın bu meselede Moskova’nın arabuluculuğunu reddetmesi, Tiflis’in ve Suhum’un uygun önerilerle Ankara’ya resmen çağrıda bulunması. Zaten iki taraf da, özellikle Tiflis, arabulucu rolüne başka adaylar arayacakları yolunda işaretler verdiler.
Ankara’nın Kafkasya elinde, Türkiye’nin nüfus bileşiminde kalabalık Kafkas, en başta da Abhaz-Adığe diasporasının varlığı faktörü olmaması mümkün değil. Bu nedenle Ankara dış politik konuların iç politik istikrarsızlık ve huzursuzluk faktörüne dönüşmesini hiç istemiyor. Öyle ki Ankara, Abhazya ile Türkiye’nin Karadeniz limanları arasında aktif ticari ilişkiler olduğu, oralardan Abhazya’ya yakıt ve yiyecek maddeleri götürüldüğü konusunda geniş ölçüde bilinen gerçeklere gözünü kapıyor. Türkiye, abluka altındaki Abhazya’ya kültürel ve ticari sızmayı, orada Türkçe eğitim veren okullar açılmasını v.b. teşvik ediyor.
Bunlar Tiflis’de de biliniyor. Ancak Moskova’yla diyoloğunda Gürcistan belki her konuda hoşnutsuzluğunu dile getirirken, bu arada devlet başkanı bazen de daha alt rütbedeki görevliler Rusya’ya akıl öğretir tarzda öğüt vermeyi makul kabul ediyorken, bunu da son derece laubali bir tonda yapıyorken, Türkiye’ye yönelik resmi söylem “yağ-bal” saçıyor. Sıradan vatandaşlar ise büyük güney komşusunun artık yüzyıllarca Gürcü topraklarını boyunduruk altında tutan ve yağmalayan “o ülke” olmadığına temin ediliyorlar. Doğal olarak bu durumda Tiflis’in Ankara’yla ilgili anlaşmazlık yaratacak her türlü sorunu hariçte tutuluyor, bu nedenle Türkiye-Abhazya ticaret-ulaşım koridoru problemi Tiflis’in özenle gizlediği hoşnutsuzluğuyla birlikte Gürcistan-Türkiye ilişkilerinin çerçevesi dışına taşınıyor. Çok mütevazı bir tazminat olarak Gürcistan sadece, Ankara’nın toprak bütünlüğünü koşulsuz tanıdığına dair değişmez açıklamalarıyla yetinmek zorunda.
Batı’ya gelince, Gürcü-Abhaz anlaşmazlığı son zamanlara kadar onun politik dikkatinin biraz uzağında bulunuyordu. Her halukârda bu bölgedeki olaylar onu, mesela Balkanlardaki ya da Çeçenya’daki olaylardan çok daha az ilgilendiriyordu. Batı, anlaşmazlığın tarihi fonu gibi, Gürcü-Abhaz ilişkilerinde meydana gelen somut durumu da iyi değerlendiremiyor. Dolayısıyla Batı ülkelerinin krizden çıkış konusunda kendi hazırladıkları önerileri ve planları yok. Büyük çoğunluğu Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü koşulsuz destekleyen deklarasyonlarla yetiniyorlar ve genel olarak Abhazya’ya karşı abluka yaptırımlarını siyasi barışa ulaşmanın en etkili yöntemi olarak onaylıyorlar.
Batı ülkelerinin bu kadar kenera çekilmiş tutumları Gürcistan’ın umudunu kırıyor ve Gürcistan problemin çözümünde onların katkılarını artırmayı her şekilde deniyor. Ancak Şevardnadze’nin Batı ülkelerinin, en başta da ABD’nin görüşmelerde arabulucu rolü üstlenmelerini sağlama düşüncesi başarıya ulaşmadı. Gürcistan ciddi ciddi Rusya barış gücü kontenjanını BM’nin diğer üyelerinin mavi berelileriyle değiştirmeyi hesaplasa da, Batı yine anlaşmazlık bölgesinde bu yükü taşımayı reddettti.
Ancak petrol üzerine kurulu yeni hesaplar Batı’yı genel olarak Kafkasya’ya ve özellikle de Gürcü-Abhaz anlaşmazlık bölgesindeki duruma yeniden bakmaya zorluyor. Petrol boru hattının geçme ihtimali olan bölgede huzur ve istikrar, ilgili bütün taraflar için çok arzu edilen, fakat henüz ulaşılabilirliği az bir hedef.
RUSYA İÇİN ÇIKARIMLAR
Bugünkü Rusya ve yönetimi için Gürcü-Abhaz problemi en zor çözülür problemlerden biri. Anlaşmazlığın en başından beri “kime yardım etmeli?” düşüncesi sadece toplumda değil Rusya Federasyonu hükümetinde de ayrıştı. Devletçi-vatansever kanat “Abhaz halkının haklı davasına” sempati duyarken, Şevardnadze’ye karşı naif bir sempatiyle dolu ve onu bazen “asil mağribi”, bazen Lir’in çağdaş kralı olarak nitelendiren liberal-demokratik kanat Abhazya’da “komünizm sonrası Vandeya” görüyordu. Savunma Bakanı Pavel Graçev’in, ailelerini Abhazya’nın ateş altındaki askeri sanatoryumlarından tahliye etmek zorunda kalan generalleri seve seve Abhaz askerlerine yol gösterdiler (Gürcistan bunu hâlâ unutmuyor). O zaman Yuri Skolov’un başkanlık ettiği RF Güvenlik Konseyi ise Rusya topraklarından Abhazya’ya silah ve gönüllü geçişine parmaklarının arasından bakıyordu. Yine o zaman ve özellikle askeri faaliyetlerin sona ermesinden sonra Kozırev’in Dışişleri Bakanlığı, eski Sovyet diplomasisinin açık sözlü lobicisi gibi davrandı. Bakanın kendisi ise Abhazya’nın ekonomik olarak boğulması planını kendi eliyle çizdi, bunu yaparken de yerel narenciye-turizm (kurort) ekonomisinin özelliklerini iyi bildiğini gösterdi. Şüpheci Gürcistan’da Rusya yüksek görevlilerinin bu tutarsızlığı Moskova’nın Bizans politikası olarak görüldü.
Öyle veya böyle Rusya’nın Gürcü-Abhaz probleminin çözümüne resmi yaklaşımı, Abhazya’nın, içinde en geniş haklarla temsil edileceği Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün değişmezliği esasına dayanıyor. Rusya’nın arabuluculuğu bu genel fikirde temellendi. Bunun başlıca sonuçları olarak, anılan Anlayış Memorandumu’nu (Aralık 1993), sığınmacılar konusundaki antlaşmayı ve siyasi çözüm tedbirleri hakkındaki bildiriyi (Nisan 1994), keza her iki tarafın isteğiyle 150
Murat Papşu