Folklor nedir? "Etnoloji" anlamına mı, ya da "halk bilimi" anlamına mı gelir? Türkiye'de genelde kullanılan ve çok dar olarak "halk oyunları" anlamına gelen ölçüde neyi ifade eder..?
+''+Ansiklopedilere, sözlüklere baktığımızda;
"Folklore (fr) = Halk Bilimi, Folk = Halk, ahali, kavim, millet, insanlar, kimseler" gibi anlamlar taşımaktadır.
Folk Dance = Halk Oyunu,
Folk singer = Halk şarkıcısı, aşık
Folk song = Halk şarkısı
Folkore = Halkın malı olan, gelenek, inanç, adet, atasözü, masal ve halk bilgisi anlamlarını görmekteyiz. Bu diziye, bilmece, ağıt, ninni, tekerleme, beddua, bir yerde anlamlı ve kafiyeli söylenen "küfür"ü bile katabiliriz. Bütün bunlar halkın (folk) ürettiği anonim ürünlerdir.
Folklor dışında bir de "Etnografya", "Etnoloji" sözcükleri de tüm dünya uluslarının dillerinde yer almıştır.
Yine sözlüklere baktığımızda; "éthnographie = kavmiyet, Budun betim, éthnologie = Budun bilim, halk bilimi" anlamlarının bulunduğu, folklor ile etnolojinin zaman zaman "sinonim" anlam (eş-anlam) taşıyacak biçimde kullanıldıklarını görürüz. Ancak, Türkiye'de çok yaygın ve yanlış kullanıldığı biçimi ile, folklorun "halk dansları" anlamında kullanılmasına başka ülkelerde rastlama olasılığı yoktur.
Folklor ve etnolojinin bir yerde halk bilimi anlamına geldiği, Kuzey Kafkasya folklorunda ise "destan, ağıt, ninni, masal, bilmece, tekerleme, gelenek, inanç, atasözü, mutfak kültürü, ayin, yemin töreni, beddua, küfür, halk şiiri, mani ve çocuk oyunları, Ceguak'ue kültürü, ekim, üretim, hasat şarkıları, enstrümantal halk müziği, aşk şarkıları, yakarılar(yağmur duaları)," dahil bütün bu üretilen değerlerin folklorun ya da etnolojinin kapsamına girdiği söylenebilir.
Nart Dergisi'nin kimi sayılarında bu folklor öğelerinden örneğin Ceguak'ue, destan, teatral oyunlar, masallar gibi konularda zaman zaman söz ettiğimi sevgili okurum anımsayacaktır. Dolayısı ile bu yazıda çocukluğumda yöremizde oynanan kimi Çerkes çocuk oyunlarını, yağmur dualarını anlatacağım.
Yağmur duaları ile ilgili törenlerin hazırlığı ve uygulaması iki tür yapılırdı. Birincisi yetişkinlerin katıldığı, köyün imamının ya da onun yerine geçen bir yaşlının yönetiminde yapılan dinsel ağırlıklı törenler çoğunlukla bir ırmak kıyısında ya da bir tepede yapılırdı. Törene giden yetişkinler tören yerine kadar hep ilahiler söylerlerdi, anımsayabildiğim kadarı ile bu ilahiler;
Ya ğaffuru ya Allah
Ya settaru ya Allah
Fağfirlana ya rahim
Biy-ğa-fu ke ya kerim
Ya Kuddüsü ya selam
La ilahe illallah...
dizeleri ile başlardı. Duaların sonunda kurbanlar kesilir, yoksullara, kimsesizlere, et dağıtılır, kurban etinin bir bölümü de pişirilip yaş gruplarına göre kurulan sofralarda törene katılanlara ikram edilirdi.
İkinci tür yağmur duaları ve törenleri, genç kızların ve delikanlıların yaptığı törenler idi, işte gerçek anlamda folklor ögeleri taşıyan, ilkel de olsa teatral özelliği olan törenler bu tür törenlerdi. Yağmur duasına çıkarken, iskeleti kürek olan bir kukla hazırlanır, elde dolaştırılırdı. Adığece'de Hantsa Guaşe denilen bu kuklanın dolaştırılması töreni, Kuzey Abazacasında "Dzivara Töreni" olarak adlandırılır. Bu törenin ritüel özellik taşıyan Abazaca bir şarkısı vardır. Bu şarkı ilk kez 1941 yılında Gürcü kadın araştırmacı Ketevana Lomatidze tarafından derlenerek yazılı arşive kazandırılmıştır. Şarkının "Dzivara" şeklindeki başlangıcı, Abaza mitolojisinin yağmur, bolluk, bereket tanrısı "Dzivara" (Adıgece'de Thağalec)e yakarı ve "Ey Dziva" anlamına gelmektedir. Anımsayabildiğim ilk dizeleri;
Dizvara..! Dzivara..!
Dzamırkıka Dzivara..!
Ah yipha dıdzışwat..!
Yua kua T'aku, Yua Dzı T'aku..!
A bora aka Huır Huır..!
Yua Hanç'ua, Yua hağazşaz..!
Yağkata yağkarıc... şeklinde sürüp gitmekte idi. Bu dizelerin Türkçe karşılığı ise şöyle ifade edilebilir;
Ey Tanrı Dziwa, Ey Tanrı Dziwa...
Dzamırkıka Dzivara...(bir anlamı olmayıp uyaktır)
Han kızı susadı
Aman biraz yağmur, Aman biraz su..!
Ağılların saçağından gürül gürül
Su aksın..!
Ey Tanrımız suyu dök
Ey Tanrımız su akıt..!
Bu şarkıyı koro halinde söyleyen kızlı erkekli genç grup, koluna girdikleri kuklayı da taşıyarak her evin kapısını çalardı. Açılan kapılardan önce kova kova su atılır, kukla ve gençler ıslatılırdı. Ne kadar çok su atılırsa, o kadar yağmur yağacağına inanılırdı. Islatma seremonisinden sonra gençlerin taşıdığı kaplara yağ, şeker, un, süt gibi malzemeler konulurdu. Bütün evlere uğranıldıktan sonra, toplanan malzeme bir ırmak ya da su başına taşınır, orada kızlar toplanan bu malzeme ile Lakum, şelame, Halıve (Haluıj, Abazacası Çaşu) gibi börek çörek türü yiyecekler pişirirler ve hep birlikte yenilirdi. Yemek faslı bitince yine Dzivara şarkısı söylenerek, o yörenin en soylu, aristokrat ailesinin kızı ya da oğlu yakalanıp suya atılırdı. Bunun anlamı, şarkıda belirtildiği gibi, "Han kızının susaması" değildi elbet, bunun anlamı tarih öncesi çağlarda gizlidir. Su başlarını Dziva'nın emri ile bekleyen krokodil türü ejderhaların suyu bırakması için onlara kurban adama geleneğinin günümüze yansıyan sembolik bir uzantısıdır. Kısacası, su o kadar önemli ki toplumda, toplumda en çok korunan, toplumun gözbebeği olan, prensin ya da hükümdarın çocuğu bile su için Dziva'ya kurban edilebiliyordu.
Törenin bu safhasından sonra, törene katılan bütün gençler, tek tek yakalanarak suya atılırdı. Herkes ıslanınca Dziva'nın daha çok yağmur yağdıracağına inanılırdı.
Çocuk oyunları ise antik çağ Çerkes yaşamının günümüze ulaşan izdüşümleridir. Anımsayabildiğim çocuk oyunları, Abaza köylerinde oynanan "Takha-Du, Takha-Çıkuın, Kerma Katse, Kola=Aşık, Çıçağhı = Saklambaç, Halimora" dır. Bunların dışında, kışın at ve sığırların tımarı sonucu kaşağı ağzında biriken kıllardan yapılan, günümüzdeki tenis topları büyüklüğünde ve esnekliğinde olan kıl toplarla oynanan bir oyun vardı, günümüzde oynanan "yakartop" oyununa benzerdi. Bu oyunları oynamak için çocukların buluşması haberleşmesi çok ilginç. Çocuklardan biri akşam güneşi battıktan sonra köyde yüksek bir tepeye çıkar, "Hurama" şarkısını söylemeye başlardı. Bu şarkıyı duyan erkek çocukları akşam yemeğini zor bitirip sokağa fırlar ve şarkının söylendiği oyun yerine koşarlardı. Bu şarkı tarihin derinliklerinden günümüze, Çerkes toplumsal yaşamının bir kesitini taşıması bakımından ilginçtir. Gerçekten "Hurama" şarkısı ve "Halimora" oyunu Antik Çerkes yaşamının sembolik olarak canlandırıldığı birer folklor ürünüdür. Bilindiği gibi Antik çağda toplumsal bir konunun tartışıldığı, toplumsal kararların alındığı, suçluların yargılanıp cezalandırıldığı yerler olan Çerkes Halk Meclisleri yüksek bir yerde toplanırdı. Adığece'de bu tepeye "Hurama Oaşha", Abazaca'da "Ahuramatoba" denmektedir. Böyle bir toplantının olduğunu duyuran ve "Wuarad Ğoyyu" denilen çığırtkanlar önce uzun borularını öttürürler, sonra da "Hurama" şarkısını söylerlerdi. Bu şarkıyı duyanlar, önemli bir toplantı olduğunu anlar ve toplantı yerine koşarlardı. Bugün bile Kuzey Kafkasya'da Khabardey ve Adıgey bölgelerinde, ormanın içinde bu tür toplantılar için kullanılan ve çok tepelendiği için ot bile bitmeyen çıplak alanlara ve taştan oyulmuş oturacak yerlere rastlanabilmektedir.
Bu, anons veya ilan şarkısı diyebileceğimiz Hurama şarkısı, çağımızda aynı işlevi görerek çocuk şarkılarımızda yaşamaktadır. Şarkıya, Uzunyayla'da söylenişi ile;
Wua Hurama hurama...
Hoy hoy..!
Hurama tok..!
Hooy hooy..!
Tokmakır Ziaşe..!
Ziaşe rille..!
Hooy hooy..!
Wua şı kare şıkare ..!
Hooy hooy..! dizeleri ile başlanmaktadır. Bu şarkının değişik bir varyantını, ünlü Khabardey Halk bilimcisi Prf.Dr.Nalo Zawuır'ın yeni basılmış olan ve çocuk oyunları ile şarkıları ve tekerlemeleri içeren bir kitabında da gördüm.
Aslında benim yukarıdaki metinde kullandığım ve Nalo Zawuır'ın kitabında da yer alan "Hurama" ve "Hurama tok" sözcüklerine değerli dostum Sasık Kemal ilginç bir açıklama getirmektedir. Bana çok mantıklı görünen bu açıklamaya burada yer vererek Kafkasya'daki etnologların konuya eğilmelerine ve konuyu tartışmalarına olanak sağlamayı amaçlıyorum.
Sasık Kemal'e göre;
"Hurama" sözcüğünün Kuzey-batı Kafkas dillerinde bir anlamı yoktur. "Hurama", "Huı Arama"nın kısalmış ve değişmiş halidir. "Huı Arama" ise birliktelik, birlik olmak, toplanmak anlamına gelmektedir. "Hurama tok" ise "Huı Arama Doykh", yani toplanıyoruz, birlikte oluyoruz anlamınadır. "Tokmakır Ziaşe" diye başlayan bölümde ise "Tokmakır" sözcüğünün orijini "Doykh-Makır", yani birlikteliğimizin sesi anlamına gelmektedir. Bu savı Çerkes etnograflarının dikkatine ve yorumuna sunuyorum.
Bu parantez içi açıklamalarımızdan sonra yine çocuk oyunlarına dönüyoruz. Ben burada bütün Çerkes çocuk oyunlarını açıklama gibi bir iddianın peşinde değilim. Böyle bir iddiaya ne bu yazının boyutları, ne de benim bilgim yeter. Burada detaylarını anımsayabildiğim "Halimora" oyununun nasıl oynandığını anlatmaya çalışacağım. Tabii bu oyunun Uzunyayla'nın Khabardey, Hatıkoy ve Abzekh köylerinde nasıl oynandığını da inceleyebilmiş değilim. Benim anlatacağım şekil Kazancık köyü (Abaza) çocuklarının oynadığı şeklidir.
Yukarıda da açıklandığı üzere, "Hurama" şarkısını duyup bir tepede ya da açık bir
yerde toplanan çocuklar, tekerleme sayımı ile tek tek iki gruba ayrılırlardı. Kura çekilerek grubun biri, oyunun oynandığı, sembolik bir kale ya da müstahkem mevkiyi korumak için görev alırdı. Diğer grup ise, o kaleye saldıracak düşman ya da yabancı grup görevini üstlenirdi. Kaleyi koruyacak olan gruptan bir çocuk ile saklanacak olan gruptan bir çocuk seçilirdi. Saklanacak grubun temsilcisi ile kaleyi koruyacak grubun temsilcisi olan çocuk kalede kalır, düşman gruptaki çocuklar saklanmak üzere köyün içerisinde kaybolurdu. Saklananları aramaya başlamadan önce, ortaya bir ip çıkarılır, saklananların geçtiği ya da geçeceği sokaklar, dönemeçler saklananların temsilcisi tarafından iple şekillendirilir, adeta iple çizilmiş bir plan çıkarılırdı. Saklanan grubun temsilcisi, kaleyi koruyan grubun temsilcisine, konuşmadan, ağzını açmadan işaretlerle plan üzerine açıklama yapardı. Bundan sonra saklananları birlikte aramaya çıkarlardı.
İki muhalif çocuk arama yaparken, saklananların temsilcisi gittikleri her sokağın başında, her dönemeçte ya da herkesçe bilinen yerlere geldikçe "Halimora... geliyoruz..." ya da "Halimoraaa falancaların bahçe duvarındayız..." şeklinde bağırır ve saklananlara sık sık yer değiştirme fırsatı verirdi. Saklanan düşman grup gizlice kaleye baskın yaparsa, iki temsilci çocuk kaleye dönene kadar kaledekiler dayak yerdi, dayak yiyenlerin kendilerini korumaya hakları yoktu. Ta ki kendi temsilcileri kaleye ulaşana dek. Arayan çocuk saklananları bulup onlardan önce kaleye ulaşırsa kaleyi bekleyenler dayak yemekten kurtulurdu. Oyunun şu anda anımsayamadığım başka bir iki kuralı daha vardı.
Bu günlerde aynı oyunların oynanıp oynanmadığı, aynı duaların, aynı yakarı ve şarkıların söylenip söylenmediğini bilmiyorum. Yok olmakta olan bu kültürün, bu değerlerin yazıya geçirilerek derlenmesi, her Kuzey Kafkas kökenli aydının bana göre birinci derecede bir görevi olmaktadır.
Bu satırlardan sevgili okurlarıma seslenmek istiyorum. Lütfen herkes derleyebildiği kadar kendi yöresinin folklorik değerlerini derleyerek dergimize ulaştırsın. Biz de bu değerleri "Huı Arama" sözcüğü anlamında, bu sözcükte istenilen şekilde bir bütünlük içinde toplayabilelim.
Tüm okurlarıma saygılar sunuyorum.
+''+Özdemir Özbay