Evimi Çok Özledim

136 Yıldır Tükenmeyen Umut ve Mucizevi Bir Ses

+''+

Çemışo Gazi, 1864 Büyük Sürgünle Kosova (Yugoslavya)'da yaşamak zorunda bırakılan Adığelerin vatanlarına, Adığey'e getirilmesi için en çok çaba gösterenlerden biri. 1992 yılının Mayıs ayında, Maykop'ta gerçekleştirilen Dünya Çerkes Kongresine Yugoslavya'dan gelen temsilcilerde katılıyor ve vatanlarına geri dönüş isteklerini Cumhurbaşkanı Sayın Carım Aslan'a bildiriyorlar. Cumhurbaşkanı hemen onların dönüşünü yasal bir zemine oturtmak için girişimlere başlıyor. Bu konudaki kararlılığını ve bu işe verdiği önemi göstermek için Bakanlar Kurulunu topluyor, görev dağılımı yapıyor. Kendisi de BDT nezdinde yapılması gereken yazışmaları başlatıyor. Kosova'da yaşayan Adığelerin isteklerini, niçin vatanlarına dönmeleri gerektiğini tarihi ve siyasal zemin içinde ilgililere duyuruyor ve bu konuda yardımlarını istiyor. Adığey Parlamentosundan "Vatandaşlık Kanunu" çıkarıyor. Bu kanuna göre, dedeleri Kafkasya'da doğmuş olan ve her ne suretle olursa olsun vatanlarını tek etmek zorunda kalan Adığelerin (Çerkeslerin) torunlarının vatanlarına dönme hakkı doğuyor. Beş yıl içinde adapte olamadıkları taktirde mallarını ve mülklerini alarak istedikleri yere gitmek hakkı veriliyor ve bu süre içinde de her şeyleri devletin güvencesi altına alınıyor.



Çemışo Gazi, Kosova Adığelerinin vatanlarına dönüş serüvenini anlatan kitabına "Suyu Geçip Gelenlere Yol Gösterenler" adını vermiş. Kitap, içindeki belgelerle ve resimlerle birlikte 386 sayfa. Sürgünden 136 yıl sonra bu dönüş hareketi Adığe (Çerkes) tarihi için çok önemli. Ayrıca, sürgünden sonra toplu olarak vatana dönülebileceğinin de bir belgesi. Kitabın tamamının çevrilerek yayımlanması gerektiğine inanıyorum. Çünkü, başta Cumhurbaşkanımız Sayın Carım Aslan olmak üzere Adığey'de yaşayan devlet adamlarının, sivil toplum örgütlerinin ve halkın bu konudaki duyarlığını bilmemiz gerekiyor. Ayrıca, BDT nezdinde siyaset yapan devlet adamlarının ve bürokratların da 136 yıl önce yapılan bir hatanın düzeltilmesi için yol göstermeleri, konuya duyarlı olmaları, taktirle karşılanması gereken bir olgu.

1992'de vatanlarına dönüş için dilekçe veren Kosova Adığelerinin istemleri bir türlü gerçekleşemiyor. Bu ilk hareket. Yukarıda da belirttiğimiz gibi bu konun yasal bir zemine oturtulması için özellikle Cumhurbaşkanı Sayın Carım Aslan yasaları zorluyor. Adığelerin yaşamakta oldukları ülkelerden bireysel dönüşler olmakta, hiç bir engelle karşılaşılmadan vatanlarına yerleşmekte, işlerini kurmaktadırlar. Bu, parlamentonun kabul ettiği yasayla mümkün. Fakat haksızlığa uğramış bir halkın toplu olarak vatanına getirilmesi için yasal zeminin olması gerekmektedir. Yasal zemin hazırlanıyor ve hepimizin bildiği gibi Kosova'da yamakta olan Adığeler toplu olarak 1 Ağustos 1998'de anavatana ayak basıyor.

Biz bu yazımızda, Sayın Carım Aslan'ın bu konu için Yugoslavya'ya gönderdiği Çemışo Gazi'nin Kosova Adığeleri hakkında yaptığı gözlemi, önemi nedeniyle, aktaralım.

İKİ LİDER

İKİ BAKIŞ

1982 yılının Temmuz ayında, Adığey'in Otonom oluşunun 60. yılı nedeniyle basın konferansı verilmişti. Partinin Ülke Birinci Sekreteri Nuh Berzeç konuşmasını bitirince, sorular sorulmaya başlandı:

-Nuh Aslançereyevic, dedi "Çernomorskaya Sağlık Yurdu" gazetesinin redaktörü P. A. Maksimof, halkınızın büyük bir kısmının başka ülkelerde yaşamakta olduğunu biliyoruz. Sizinle ilişki kurmak için her türlü yolu denedikleri de sır değil. Vatana gelerek görmek istiyorlar. Onlardan bazılarıyla şu yakınlarda Şaçe (Soçi)'de karşılaşmıştım, aramızda ilginç konuşmalar da olmuştu. Siz onlarla ilgili olarak neler yapıyorsunuz?

Berzeç arkasını döndü, topluluğun içinde birilerini arıyormuş gibi bakınmaya başladı. Partinin ülke komitesi ideolog sekreterine döndü, "Asya Salihovna, yanılmıyorsam bir kaç davet mektubu göndermiştik, değil mi?" dedi.

-Evet, diye tek bir kelime ile yanıt verdi sekreter de. Fakat Maksimof geri çekilmiyordu: "Nuh Aslançevic, sizin yaptığınız çok az değil mi? Onlar, istedikleri zaman ülkelerine gelmek, buraların havasını almak, hısım akrabalarını görebilmek için...

-Maksimof Yoldaş, sözünün sonunu getirmesine izin vermedi Berzeç, ne söylememi istiyorsu?

Salonda fısıltı yükselmeye başlamıştı.

Başka ülkelerde yaşayan Adığeler, dernekleri araçılığıyla, Otonomimizle ilişki kurmak istemiyle yöneticilerimize, Krasnodar Kray'a, Rusya'ya, S.S.C.B.'ne Maykop'da "Rodina" teşkilatının kurularak kültürel işbirliği yapılması için dilekçeler gönderiyorlardı. Bizzat ben, 1978-1989 yılları arasında bu sorunun çözülmesi için kurulmuş komitenin içinde bulundum, pek çok proje ürettik. Fakat bir neticeye ulaşamadık. Olur, ya da olmaz yanıtını alamadık.

Liderlerimizi suçlamak kolay değil, kolay olan o zamanlardaki rejim ile zamanı suçlamaktı.

Böyle olsa bile, o zamanlarda canla başla çalışılmış olsaydı ülkemiz için yapılabilecek olanlar şeyler az değildi. KPCC'nin Krasnodar Kray sekreteri olan, Krasnodar'da da, Adığey'de de tanınıp sevilen Carım Aslan'ın 1989'da ülkesine döndüğü zaman yaptıkları bunu kanıtladı. O zamanlarda da sözünü ettiğimiz konuyu öyle aleni bir şekilde ele almak kolay olmasa da Carım Aslan, ilk günden başlayarak Adığe sorununa çözüm getirmek için kolları sıvadı. Bu konuda kendine güveni tamdı.

Göründüğü kadarıyla amacı, Adığey'in ellerini kollarını bağlamış olan totaliter rejimin bağlarını bir daha geri gelmemecesine koparıp atmaktı. Cevresini sarmış olan birbirinden farklı pazarlarda sahip olduğu veya olmadığı, kendisinin olan ya da beklenti duymaması gerekenleri bilip özgürce davranmak istiyordu.

Ülke için en önemli olan ekonomik sorunlarla politik sorunları çözdükten sonra, ulusun moralsal yaşamı üzerinde etkili olan sorunları da birer birer çözmeye başladı "Rodina", 1989 yılının Kasım ayının 14'ünde kuruldu. Böylece başka ülkelerde yaşamakta olan Adığelerle daha yakından ilişki kurmaya, istediklerinde vatanlarına gelmeye, hatta buraya yerleşmeye başladılar.

"XIX. yy.'da yapılan Kafkas-Rus savaşlarının," diye yazıyor Cumhurbaşkanı Carım Aslan, "özgürlük savaşlarının haklılığını Yeni Rusya kabul etti ve bu savaşların meydana getirdiği pek çok haksızlığın giderilmesi gerekliliğini uygun buldu. Rusya Federasyonu Cumhurbaşkanı Nikolay'ın Oğlu Boris Yeltsin 18 Mayıs 1994'te, Kafkas –Rus savaşlarının bitimininin 130'uncu yılına yaklaştığımız günlerde, bir konuşmasında şöyle demişti: Rusya Federasyonun demokratik ilkeleri benimsemiş olduğu şu günlerde, dünyanın moral değeri olan hukuk sistemine uyum içinde olmak için hazırlanırken, vatanlarından sürülerek başka ülkelerde yaşamak zorunda bırakılan Adığelerin torunlarının vatanlarına dönüş yolu açıldı."

ÇEMIŞO GAZİ KOSOVA'DA

12 hane Adığe bulunan Mileşevo köyünden çıkarken yanımdakilere acele etmemeleri için rica ettim. Amacım, yolda gördüğümüzde Adığeleri tanıyıp tanıyamayacağımı sınamaktı. Fakat hiç bir şey farketmedim. Arnavutlar esmerdi ama Adığeler de beyaz sayılamazdı. Giysileri aynı, yürüyorlar, koşuyorlar, bakmakla birbirinden secmek kolay değil, gözlerinin içine bakamıyorsun.

Mos, bir dükkanın önünde durdu. Arabadan indik, insanların arasına girdik. Muhammed Ali, "bunlar da Adığe" diyerek bir kaç kişi ile tanştırdı.

-Gelebildiniz mi? Yoruldunuz mu? dediler. Geciştik. Yoksa benim beklediğim gibi, "Allahallah, geldiysen..." demediler.

Doni Stanovse, Miloşeve'ye 4-5 km. uzaklıktaydı. Oraya da hemen ulaştık. Doğruca Muhammed Ali'nin evine gittik. İki üç kişi bizi bekliyordu. Onların arasında 65-70 yaşlarında, başında bere olan sakallı bir adam da duruyordu. Muhammed Ali'nin babası oydu. Oğlunu 4 yıldır görmemiş olsa da özlemini belli etmedi. Sadeçe el sıkışarak selamlaştılar. Sonra Muhammed Ali, bu kadar zaman içinde dışarı çıkarak kendini göstermeyen annesinin yanına gitti.

Bizi de fazlaca yol üstünde tutmadılar, avluya aldılar. Belli etmek istemiyorlardı ama davranışlarından beni çok kimseye göstermek istemediklerini anladım. Beni "kem gözlü" birilerinden sakınıyor gibiydiler.

Kararlaştırdığımız zamanda insanlar gelmeye başladı. Gelenlerin hepsi erkekti. Yaşlı olanlar divana, sandalyeye, gençler de zemine zeminde oturuyordu. Geç kalmış olan bir yaşlı geldiğinde ona yer açılıyordu.

Muhammed Ali, beni tanıttı, niçin buraya geldiğimi anlattı. Sözü bana verdi.

Cumhurbaşkanımızın selamlarını söyledim, görevlendirilişimim nedenini açıkladım.

Bir süre birbirlerine bakıp oturdular. Söze kimin başlaması gerektiğine karar veremiyorlardı. Sonra, 60 yaşlarında olan Tsey İbrahim sessizliği bozdu:

-Cumhurbaşkanınıza ve diğer liderlerinize teşekkür ediyorum. Siz elinizden geleni yaptınız. Ama doğduğun yeri, etinle tırnağınla kazandıklarını bırakıp gitmek kolay değil. Buradaki olaylar sonuçlanırsa, evimizi, tarlamızı satacak duruma gelirsek bakarız. Sonra, söz konusu benim emekli olmam için üç ayım kaldı. -Hayır, dedi 40-45 yaşlarında olan sarışın, mavi gözlü, uzun boylu adam. Sonradan onun gazateci Tsey İskender olduğunu öğrendim. Biraz önce konuşan İbrahim'im kardeşiydi. Bana soracak olursanız beklememiz gereken hiç bir şey kalmadı. Geleceğin daha iyi olmayacağını anladım. Biz Adığelere kimse gereksinim duymuyor. Sırplar'da, Arnavutlar'da aynı savaş başladığında. Bunun da yakın bir zamanda olaçağı açık. Hiç biri evimizden çıkmamız için izin vermeyecek. Aç kalmayacağımı, ıslak yerde yatmayacağımı bilsem hemen hazırım sizlerle yola çıkmak için. Bugün ailemi toplayıp bu konuyu konuştuk. Ayıp, erkeğim, ama ağladık. Daha sonra kötü bir olaya ağlamamak için... Sonra, ne denli zor olsa da ilk hareket edeceklerin arasında bulunmaya karar verdik. Beni, döneceğim diyenlerin arasına yaz.

-Beni de yazın, dedi Tsey İmer. Benim iki elimle kazanmadığım hiç bir şey yok evimde. Çok oldu evime bir çivi çakmadığım, elim varmıyor. Henüz gencim, işten korkmuyorum. Gençken gidersem daha heyecanlı olurum, gücüme güç katmış olurum. Zamanı gelince, alıştığımız için ekiyoruz, fakat yaptığımız iştenden zevk almıyoruz.

-Beni de, dedi Abaza İzzettin. Kardeşim de beş yıl önce gidip yerleşti anavatana. Gel, diyor yalvarıyor.

Listeye yazılanlar on altı aile olmuştu.

Sessizlikten yararlanarak Tsey Şaban: "Bıraktığımız mülk ne olaçak?" diye sordu. "Dedelerimizden bu yana alın teriyle kazandığımızı bunlara nasıl bırakırız? Böyle yaparsak, bugüne beklediklerini yapıyoruz demektir." Adığe onuru kabul etmiyordu. "Hayır, evlatlarım, isteyen herkes gitsin. Ben kendi ellerimle yaptığım evime, bu güne dek bana yaşama olanağı vermeyenleri oturtarak, yaşamım ne denli iyi olacaksa olsun, gidemem. Burada oturuken savaş buraya gelerek evimi yıkarsa, işte o zaman arkanızdan geleçeğim. Şu ahir ömrümde kimseye kendimi ayıplatamam, yük de olamam.

-Hacıbaba, bir söylememe izin ver, dedi Şabanın büyük oğlu Adem. 1. Dünya Çerkes Kongresinde konuştuğu için tanı-yordum.

Şaban, duymamış gibi yaparak sözünü sürdürüyordu. Adem bir kes daha, "Hacıbaba, izin ver de bir şey söyleyeyim," dedi bir kes daha. Şaban dayanamadı:

-Biraz sabret, sana engel olan kimse yok, dedi.

-Yeter sizi dinlediğimiz, dedi adem. Bir şeylerden çekindiği belli olsa da geri adım atmayacağı anlaşılıyordu. Bir kez olsun siz de bizi dinleyin. Oğlunuz olsak da küçük çocuk değiliz, bir şeylerin farkına varıyoruz. Dünya değişiyor. Siz bakış açınızı değiştirmeyi aklınıza bile getirmiyorsunuz. Büyüklerim, siz engel olmamış olsaydınız bugüne dek vatanımızda evlerimizi yapmış, içinde oturuyor olacaktık. Anımsıyor musunuz dört yıl önce vatana gidip geldikten sonra Muhammed Ali'nin söylediklerini? Size anımsatayım: "Önce de yoktu, diyelim, birer hektar satarak vatanımızda birer ev yaptıralım." Fakat dinlemediniz, buraların daha iyi olacağını sandınız. Şimdi de daha kötü olacak, iyi olmayacak.

-Senin sözünü ettiğin geçmişte kaldı, dedi Şaban. Atın başı geçtikten sonra kuyruğuna yapışmaya kalkma. Şimdi günümüz sorununu konuşmamız gereki-yor.

-Bugün yapılması gerekeni biz daha iyi anlıyoruz. Bize söz hakkı vermezseniz, söyleyeceklerimize kulak tıkarsanız bugün başımıza gelenler yarında gelecek. Savaşı kim kazanırsa kazansın bizim için fark etmez. Arnavutlar kazanırsa yirmi dört saat zaman vermeden bizi kovacaklar. Sırplar kazansa da topraklarımızı arnavutlara sattırmayacaklar, kendi Sırplar da satın almayacak, gelip Arnavutların arasına oturmayacaklar. Biz gençler bunu çoktan anladık, siz yaşlılar anlamak istemiyorsunuz. Boşuna zamanımızı çalıyorsunuz.

-Adem doğru söylüyor, dedi Muhammed Ali. Cebimde tek kuruşum yoktu vatanıma ayak bastığımda. Bugün evim var, arabam var, ev-bark kurdum, utanmadan söylüyorum, çocuğum oldu. Karnımız aç değil. Sonra, yaşamımız boyunca özlemini duyduğunuz anavatanda yaşıyorum. Zaman bizimle yarışıyor. Cumhurbaşkanımız yardımcı olmak için bize söz verdi. Kırk aile oluyoruz. Yugoslavya'nın bizim için artık daha fazla vatan olamayacağı apaçık belli. Ben bazılarının Türkiye tarafına bakmakta olduğunu biliyorum. Ben oraya da gittim. Sizin gençliğinizde olduğu gibi değil şimdi orası da. Vatanın kapısının açılmasıyla onlar da nasıl döneceklerini düşünüyorlar. Niçin iki kez göç etmek zorunda kalalım. Göç etmek zorunda olduğumuza göre doğrudan vatana gitsek iyi olur. Avrupa'ya yüzünü dönenler de var. Avrupa'ya gidip çok para kazandıktan sonra vatanlarına dönmeyi düşünüyorlar. Aldanıyorlar. Avrupa'ya işçi olarak gidip dönen var mı? O taraflara giden Adığeliğini unuttu. Kendimizi aldatmayalım. Zor olsa da, kolay olsa da birlikte gidelim vatanımıza. Siz orada yaşamakta olan kardeşlerimize gerektiği gibi saygı duymuyorsunuz. Dünyanın her yerinde iyilik de, kötülük de vardır. Din o kadar güçlü değil, ancak İslami gelenekleri yaşatmıyor da değiller. Cenazeyi İslam geleneğine uygun olarak kaldırıyorlar, orucunu tutan çok, namaz da kılıyorlar. Hısım akrabalar arasında dayanışma var, acıma nedir biliyorlar, birbirlerini ortada bırakmıyorlar, biz onlara nasıl gereksinme duyuyorsak, onlar da bize gereksinim duyuyorlar. Bize, ellerinden gelen yardımı yapacaklar. Allah'ın dediği olur.

Kimse konuşmuyordu. Sonra bir kaç kişi daha adını listeye yazdırdı.

İnsanların zor durumda olduklarını, karar vermekte güçlük çektiklerini gördüm. Düşünmelerini, yarın akşam yine bir araya geleceğimizi söyledim.

Gece gözüme uyku girmedi. Makinalı tüfek sesleri Kosova'nın sıkıntısını anlatıyordu.

Gençlerin sırayla nöbet tutmakta olduklarının farkına varmıştım.

Muhammed Ali, sabaha karşı parmaklarının ucuna basarak odaya girdi, yatağına girdi. Farkettirmedim ama ben de uyumadan yatıyordum. Halkımızın başına gelmiş olan pek çok olumsuz olayı düşünüyordum. Bir iki kez iç çektim, sonra kendimi tuttum. Muhammed Ali, yatağına yatar yatmaz uyumuştu. Onu anlamak zor değildi. Annesini, babasını ve kardeşlerini beş yıldır görmüyordu, yorgundu. Sıcak yatağına kavuşur kavuşmaz dalmıştı. O da bir nasip, bir rahatlama değil mi?

Sabah erken kalktı. Fark ettirmeden odadan çıkmak istedi ama olmadı. Ben zaten çoktan uyanmıştım. Yinede ben biraz yatacağımı söyledim, onun istediği gibi davranmasına izin verdim.

İnsanlar birer ikişer toplanmaya başlamıştı. Ben de kalktım, gelenlerin arasına girdim. Selam verdikten sonra, "Rahat uyuyabildin mi?" diye sordular. Ben de, "Teşekkür ederim, iyi uyudum" diyordum. Ben de kendilerine, "Rahat uyudunuz mu?" diye sorduğumda, "Elhamdülillah" diye yanıtlıyor-lardı.

Konuşmaya başlamadan önce başında beyaz takkesi olan yaşlı bir adam içeri girdi. Herkes ayağa kalktı, "Merhaba Hacıbaba" diye selam verdiler. Yaşlı adam bana yakın olan bir yere oturdu. Mutlu ve güler yüz-lüydü:

-Benim çocuklarımdan biri Maykop'a döndü, orada yaşıyor. Diğeri de şu, karşıda dikilen, diyerek oğlunu gösterdi.

Oturmakta olanlarla ilgilenmeden benimle biraz sohbet etti. Dokuz hektar arazisi varmış. Değirmeleri de varmış ama onları çocuklarına bırakmış. Şimdi kendisi iş yapmıyor, zamanını ibadetle geçiriyormuş. Oğlunu çağırdı, çok eski oldukları uzaktan belli olan üç Kur'an getirtti.

-Bunları, dedi yaşlı adam, Adığeler Kafkasya'dan sürgün edilirken yanlarında getirmişlerdi. 1848 yılında Kazan'da yazılmış. El yazması. Eğer gerekli görüyorsan ve sana zahmet olamayacaksa birini vatanımıza geri götür.

Söz verdim isteklerini yerine getirmek için. Verdiğim sözü de tuttum. Maykop'a varır varmaz yanıma müftüyü alarak Devlet müzesine verdim.

-Benim anladığım kadarıyla, dedi yaşlı adam, bozulmadınız, Adığe olarak kaldınız, Müslümansınız, Adığe topraklarını koruyorsunuz, gelirsek bir arada rahatça yaşayabileceğimizden kuşku duymuyorum. Senden önce gelenler de, sen de iyi insana benziyorsunuz. Beni görmek istersen gelirim, dedi gülümsedi.

-Sen önümüze düşeceksin, birlikte döneceğiz, diye şaka yaptım ben de.

Jey Şuayb'dı onun adı. 97 yaşındaydı. Kosova'da yaşayan Adığelerin hemen hepsi onunla akrabaydı, desek yalan olmaz. En küçük oğlu doğduğunda 64 yaşındaydı. Oğlunu Amman'da okuttu. Teolog oldu.

Sözleştiğimiz gibi akşam olunca insanlar yine toplanmaya başladı. Daha önce görmediğim kimseler de vardı aralarında. Solumda oturmakta olan saçı sakalı olan Abzaha bakmaya başladım. Yüz yapısı Avrupalıları andırıyordu. Gözleri mavi, sakalı sarı, yakışıklı. Makattta oturuyordu. Tsey İshak'tı onun adı ama yaşlısı da, gençi de adını söylemiyor, sakallı, diyorlardı. Tiyatro enstitüsünü bitirmiş, mimarlık yapıyordu. 19 yıl önce Belgrad'da Carım Aslan'la tanışmıştı. Carım, ondan bize çok söz etmişti.

Dün akşam, gideceğiz, diye listeye adını yazdırmış olanlar bu akşamda kararlı olduklarını belli ettiler. Fakat içlerinden biri bile konuşmuyordu.

Çoğu İshak'a bakıyor, onun bir şey söylemesini bekliyor gibiydiler. O da olduğu yerde oturuyordu. Adıdelerin "p'ın" dedikleri şapkaya benzeyen renkli, küçük bir şapkası olan yaşlı bir adam Tzay İshak'a döndü:

-İshak, dilimizi, güzel törelerimizi korumalıyız, vatanımıza döndüğümüzde vatandaşlarımızla birlik beraberlik içinde yaşamamızı sağlayacak olan onlar, diyen sen değilmiydin? Adığelik nedir? Yağ gibi ekmeğe sürülen bir şey mi? Yenilen bir şey mi? Karın doyurur mu? Dediğim zaman, yağdan da güzel, demiştin. Anımsıyor musun?

-Anımsıyorum İsmail, dedi İshak.

-E, anımsıyorsan şimdi niçin bir şey söylemiyorsun? Demek ki o zaman yalan söylüyordun.

-Hayır, yalan söylemiyordum. O zamanlar içinde yaşadığımız çoğunlukta olan halk içinde kaybolmama görevimiz vardı. Çoğunluk halkın içinde bir kaç aileydik, onlardan bazıları da evimizde oturmaya başlamıştı (evlilikler olmuştu) ama dilimizi, törelerimizi unutmadık. Bunu başarabildik. Nelere değmez ki! Şimdiki vatanımıza dönme göreviyle karşı karşıyayız. Bu ana ulaşmaktan mutluyum. Fakat benim gücüm ne ki önünüze düşerek, haydi gidelim, diyeyim? Beni dinlediğinizi, arkama düşüp gittiğimizi kabul edelim, size nasıl yardım edebilirim? Bizi niçin getirdin, bizi nereye getirdin, derseniz ben size nasıl yanıt vereceğim? Hayır, böyle bir sorumluluk üstlene-mem.

-E, biz dönecek olursak sen kalıp burada yalnız mı yaşayacaksın? Yaşlı adam durmuyordu.

-Hayır, burada kalmayacağım. Fakat, sizin önünüze de düşmeyeceğim.

-Önümüzde Cumhurbaşkanın elçisi Gazi var, dedi Muhammed Ali. Hepimiz aynı koşulda onun arkasındayız. Dönüşümüz öyle ola-cak.

-İshak gidecek olursa, dedi ağabeyi İbrahim, oğlumu yayına katacağım. Fakat, ben biraz gecikeceğim.

-O giderse ben de gideceğim, dedi biri daha.

-Tsey İshak'ı dinleyecek olan bir kaç ailenin olduğunu anladım. Dönüşe onu ikna etmek gerekiyordu.

Biraz dinlendikten sonra tartışmaya yeniden başlayacağımızı söyleyerek ara verdik. Muhammed Ali, Tsey İshak'ın kolundan tuttu, başka bir odaya götürdü.

Sigara içecek olan içti, dinlenecek olan dinlendi, tekrar bir araya geldik.İshak kalemi eline aldı, gidecek olanların listesine kendi adını yazdı. Onun arkasından bir kaç aile daha yazdırdı, böylece 21 aile oldu.

Biz, 30-35 aileden, 200 kişiden hep söz ettiğimizden bu sayıya ulaşamadığımız için tasalanıyordum. İlk günlerde, döneceğiz, diyenler sanki demir atmışlardı.

Konuşulanları artık duymaz olmuştum: Başlarına ne geleceğini bilmeden, önden gidenin arkasını takip ederek, birbirinden koparak, aç, susuz, arkalarında ölülerini bırakarak, belanın en beterinin içinde, dünyanın dört bir yanına dağılmış olanlarından arta kalan bir kaç kişilik torunları şavaşın yalımlarının yaklaşmakta olduğu apaçık olsa bile, geri dönmeleri için vatanları çağırdığı halde, dedelerinin yüz yıl uğrunda savaştıkları toprağa dal diktiğinde ağaç olduğu halde, kardeşleriniz sizi kucaklamak için kollarını açtılar desen de, karar veremiyorlar, düşünüyorlar-dı.

Kalanlar düşünmüşlerdir. Onların başına nelerin geleceği apaçık: Arnavutların içinde eriyecekler ya da başka ülkelere gidecekler. Fakat bunları açıkça söylemekten utanıyorlar. Anan seni geri götürmek için arkandan geldiği halde, haydi oğlum evimize dönelim derken, hayır benim yolum ayrı, demek kolay değil. Kalbim daralıyor, ancak umut vermeyi doğru bulmuyorum. Ne yapayım? Şunları söylüyorum: Şuna inandım ki, şu listede adı yazılı olanlar dönmek istyenler. Şimdi şunu sormak istiyorum: Biraz gecikecek olsa da, işlerini düzene koyduktan sonra kimler geri dönmek istiyor? Kendi olanağıyla kimler dönmek istiyor? Onlar için de ayrı bir liste yapalım. Bu şekilde karar verenler olursa yarın saat 12'ye kadar gelip yazdırsınlar.

Bu şekilde karar alan dokuz, on aile daha çıktı.

[Adığece'den Çeviren: Yenemıko Mevlüt Atalay]

 

+'



'+Çemişo Gazi

Share