Diller Dağı: Kafkasya

İdea Politika, demokrasi ve siyaset kültürü dergisi, Kış 1999-2000 sayısında "Kafkasya: Barut Fıçısı" konulu bir dosya hazırlamış. Bu dosya çerçevesinde, dünyaca ünlü iki Kafkasya uzmanının yazılarına yer verilmiş: "Dış Politika ve Ahlak: Devletin Haklarına Karşı Halkın Hakları" yazısıyla Prof. George Hewitt ve Paris'de gerçekleştirilen bir söyleşiyle Prof. Georges Şaraşidze dosyanın kapsamlı yazılarını oluşturmuş. Ayrıca Kafkasya uzmanı bir gazeteci olan Nur Dolay yaptığı röportajlar, inceleme yazıları ve araştırmalarıyla ortaya çıkan bu dosyanın konularına zenginlik katmış.

+''+

Nur Dolay, "Çeçenistan Savaşı: Kafkasya'da Sürek Avı" yazısında Çeçenistan'da gelişen olayları değerlendiriyor. Dolay'ın "Kafkasya'da İstikrarın Engelleri" yazısında ise Karaçay-Çerkes, Acaristan ve Abhazya ile ilgili konular ele alınmış. Karaçay-Çerkes olayları ile ilgili olarak; Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin birinci turunda %40 oyla ilk sırayı aldığı halde ikinci turdaki hileler nedeniyle cumhurbaşkanlığını, rakibi Semyenov'a kaptıran Stanislav Derev'le Nur Dolay'ın yaptığı bir röportaj bulunuyor. Derginin Kronoloji bölümünde "Kafkasya'yı anlamak için 152 tarih" başlığı altında bir dizi tarihsel olaylar anlatılmış. Gürcüstan-Abhazya ilişkileri ile ilgili olarak, Tiflis'teki "Barış ve Demokratik Gelişme için Kafkas Enstitüsü" başkanı, felsefe profesörü Ghia Nodia ile yapılan bir söyleşiye yer verilmiş. Ve Nur Dolay son yazısında "Çerkeslerin Dönüşü"nü ele almış. Maykop ve Nalçik'de Türkiye'den dönüp yerleşmiş olan insanlarla konuşan Nur Dolay bu çerçevede Dönüş'ü değerlendirmiş. İdea Politika dergisi'nin 5.sayısını okumanızı öneriyor ve bu sayımızda İdea Politika'da yayımlanan Prof. Georges Şaraşidze ile yapılan röportaja yer veriyoruz.


G. Şaraşidze

Kafkasya üzerine günümüzdeki yaşayan en büyük uzmanlardan biri olan Prof. Georges Şaraşidze'ye (Charachidze) telefonda ulaşıp kendisine söyleşi teklifinde bulununca bize hemen iki gün sonraya araştırmalarını sürdürdüğü İNALCO'nun (Fransız Doğu Dilleri ve Medeniyetleri Ulusal Enstitüsü) Kafkasya Araştırmaları Bölümü'ndeki bürosunda randevu verdi. Bürosunda masasının arkasında duvarda asılı olan harita, uzmanı olduğu Kafkasya dilleri haritasıydı. 1930'da Paris de Fransız bir anneden ve Gürcü bir babadan doğan Georges Şaraşidze, ömrünü eski Arap tarihçilerinin 'Lisanlar Dağı" olarak adlandırdıkları Kafkasya'ya ve dolayısıyla da Kafkasya'nın bitmek tükenmek bilmeyen dillerine, lehçelerine adadı. Abhazcadan Mingrelceye, Lazcadan Osetçeye ve Çerkezceye onu aşkın Kafkas dili bilen Georges Şaraşidze'nin bir özelliği de bugün unutulmuş bir dil seksen sessiz harfe sahip, dünyanın en nadir dillerinden biri olan Ubıhçaya hakim tek kişi olması. "Bugün artık bu dil yeryüzünden silindi, her ne kadar özneler ortada kalsa bile artık bilen, konuşan yok." diye yakınan Prof. Şaraşidze, Ubıhların sonuncusu olan Tevfik ESENÇ'i 1992'de seksen beş yaşında Türkiye'de hayata gözlerini yumana kadar tanıdığını ve kendisine kaynak teşkil ettiğini belirtiyor. Georges Şaraşidze, yanından ayırmadığı mikrofonu ve sayısız not defteriyle, Türkiye'yi ve Kafkasya'yı adım adım kırk sene boyunca yorulmadan dolaştı. 1860'lardaki son Rus istilasında Türkiye'ye geçen ve bugün sayıları milyonları bulan Kafkasyalı''arın yaşadıkları köyleri dolaşarak bugün dünyanın sayılı ve belki de en karmaşık ve en duyarlı bölgelerinden biri olan Kafkasya'nın dünya çapında tanınan en nadir uzmanlarından biri oldu.

INALCO ve Ecole Pratiques des Hautes Etudes gibi Fransa'nın en seçkin eğitim kurumlarında eğitim görevlisi, yönetici ve dil bilim (ethnolinguiste) araştırmacı olarak bulunan Georges Şaraşidze, kırk yıl boyunca Prof. Georges Dumezil ile birlikte çalıştı. Bu çalışmaların en değerli ürünlerinin başında yüzlerce saatlik bant kayıtları ve tutulan notlar sayesinde yok olmaktan kurtulan Ubıh dilinin grameri gelir. Bizi çok sıcak karşılayan bu ünlü bilim adamı ile Kafkaslar üzerine bir ufuk turu yaptık.

Mesut TUFAN

Sayın Georges Şaraşidze, sizce dünyamızdaki tarih yükünün en ağır şekilde hissedildiği yerlerin arasında olan Kafkasya'da şu anda patlak vermiş olan ikinci Çeçen savaşının ardında hangi nedenler yatmaktadır?

Bence bu savaş başlıca iki tür nedenden kaynaklanmaktadır. Önce basit anlamda siyasal boyuttaki hatta maddi diyebileceğimiz nedenler, sonra da tarihten kaynaklanan ve bu bölge ülkelerinin yine tarihi geleceklerini ilgilendiren nedenler. Buradaki esas sorun, ne yazık ki bir çok ülkenin geleceğinin, kendi istekleri dışında Rusya'nın kaderine bağlanmasında yatıyor.

İlk bakışta her ne kadar Rusya'nın tavrını belirleyen etkenler, petrol yollarının geçişiyle ilgili olarak ortaya çıkan sorunlardan kaynaklanıyor gözükse de, Rusya'nın petrol yollarının geçeceği ülkeler üzerinde dolaylı bir denetim kurmak istemesi asıl neden olarak beliriyor. Ancak kanımca son çıkan çatışmanın asıl nedeni bu da değil. Bence son olayların patlak vermesi daha çok Rusya'nın iç sorunlarından kaynaklanıyor; yaklaşan seçim tarihlerinin Rusları bir kargaşaya düşürmesinden dolayı, bazı odakların Moskova'da ve Kafkasya'da olaylar çıkartarak, tahriklere sürüklenmesine ön ayak oldukları görülüyor. Ellerinden gelse başka yerlerde de hatta Türkiye sınırında bile olay çıkartabilirlerdi.

O halde Rusya'nın bölgeyi etki alanı içerisinde kabul ederek, Çeçenistan da yeniden başlattığı bu savaşı bir sömürge savaşı olarak niteleyebilir miyiz?

Tabi ki, ancak buna daha çok bağımsızlığını kazanmış devletleri yeniden ele geçirerek sömürgeleştirme amacı güden bir savaş diyebiliriz. Bazı Avrupa ülkelerinin bağımsızlıklarını kazanmış olan eski sömürgelerini yeniden işgal etmeleri gibi ya da Fransa'nın tekrara Cezayir'i işgale kalkışması gibi... Ama bunu tabi ki bir örnek olarak veriyorum. Şu anda olanlar kabaca böyle, çünkü Rus ve Çeçen hükümetlerinin bir masaya oturup karşılıklı müzakerelerde bulunmuş olmaları, Rusya tarafından resmi olarak tanınmamış olsa dahi Çeçenler açısından bağımsızlık yolunda atılmış çok önemli bir adımdı. Rusya hiçbir zaman de jure bir bağımsızlığı kabullenmese bile bu bağımsızlık de facto olarak ortaya çıkmıştı. Rusya eğer küçücük bir devletten bazı isteklerde bulunmak için onların seçilmiş hükümetlerine başvurmak zorundaysa, bu, o devletin bağımsızlığını pratikte kabul etmiştir anlamına gelir. Bu seneye kadar olan durum buydu. Belli ki bir şeyler oldu, bunlar belki, sözünü ettiğimiz, seçim tarihlerinin yaklaşması gibi şu anda Rusya'da büyük karışıklık yaşanmaktadır, her şey olabileceği gibi hiçbir şey de olmayabilir. Ben de bu kanıyı paylaşıyorum, ancak Fransa'yla karşılaştırılamaz. Bunlar Avrupa'dan Pasifik okyanusuna kadar uzanan bir coğrafyayı kapsamaktadır, belki Fransa ve benzeri ülkelerden çok, konumu açısından farklı dünyalara daha fazla açık olan ülkenizle karşılaştırılması daha kolaydır.

Rusya'nın bir özelliği de eski bir sömürge imparatorluğu olması ve dolayısıyla da bu sömürge sorununun tekrar ortaya çıkmasıdır. Ancak buradaki orijinal durum bu sömürge sorunun bizzat sömürgeci tarafından çıkartılıyor olması. Rusya Çeçen sorunundan sıyrılmakta olduğu izlenimini veriyordu. Belli bir anlaşma sağlanmış, ilişkiler, görüşmeler ve petrol konusu dahil olmak üzere gerçek anlamda karşılıklı müzakereler yapılmaktaydı. Şimdi ise birdenbire her şeyin koptuğu bir duruma dönüldü. Bu da bana kalırsa büyük bir ihtimalle Rusya'nın iç sorunlarından kaynaklanan nedenlerin sonucu olarak ortaya çıktı.

Rusya Başbakanı Vladimir Putin'in, Çeçen Cumhurbaşkanının meşruluğunu tanımadığı yolundaki açıklamaları ve ardından Rus güdümündeki yeni bir Çeçen hükümetinden söz edilmesi bu doğrultuda anlamlı.

Kesinlikle, tamamen öyle, halbuki şimdiye kadar müzakerelerde bulunuyordu ve söylediğim gibi de jure olmasa da de facto olarak tanıyordu. Kukla hükümeti çanta gibi yanlarında taşıdılar. Bu adamları zaten kimse tanımıyor. Tipik bir sömürgecilik örneğiyle karşı karşıyayız. Daha doğrusu artık bitmekte olduğu sanılan bir sömürgecilik durumunun yeniden yaratılması yönünde bir dayatma söz konusudur.

Rusya'nın bugün Kafkasya'da tutarlı bir politika uyguladığı söylenebilir mi?

Kesinlikle hayır ve bundan dolayı sürekli olarak da başarısızlığa uğruyorlar, dolayısıyla tam olarak onların işi nereye götürmek istediklerini bir türlü anlayamıyoruz, ama onların da tam olarak nereye doğru gittiklerini bildirdiklerinden şüpheliyim. Bir kere şu andaki hükümette bile birbirleriyle gerilim içinde bulunan farklı güç odaklarının bulunması büyük bir olasılıkla seçimlerden sonra iş başına gelecek olan hükümete de bir şekilde yansıyacaktır. Bu Moskova'da herkes tarafından bilinen bir durum. Öte yandan tespit edilmiş bulunan bir politika olmadığı da apaçık ortada. Çeçenistan da ki gelişmeleri önceden kestirebilmek olanaksızdı ve siyasi kararın son anda alındığı anlaşılmakla birlikte, askeri açıdan son derece iyi hazırlandığı da kesin.

Ruslar açısından Çeçenistan da ki ilk savaştan tecrübe edinilmiş ve gerekli dersler alınmıştır diyebilir miyiz?

Göründüğü kadarıyla sadece askeri açıdan gerekli dersleri çıkardıkları anlaşılıyor. Ayrıca gelişmelerde iç politika faktörlerinin ve iç sorunların ağır bastığı görünümüyle birlikte aynı zamanda da yabancı ülkelere de belli bir gözdağı vermek ve Rusya'nın hala o bilinen Rusya olduğunu ve bölgede hala söz sahibi olma hevesini sergileme çabası yatıyor, ancak inandırıcı olabileceği şüpheli gözüküyor.

O halde sizce, şu anda Rusya'nın Kafkasya'da kendi uluslar arası kredibilitesi üzerine oynadığı sonucunu çıkarabilir miyiz?

Kesinlikle öyle, bence Rusya'nın kendi kredibilitesi üzerine böyle bir oyuna girmesi son derece yanlış zira ne yaparsa yapsın zaten askeri açıdan yenilmezlik imajı yara almıştı şimdi de bölgedeki varlığının meşruluğu gitgide tartışılır olacak.

Sayın Şaraşidze sizce Ruslarla Çeçenler arasında herhangi bir uzlaşma mümkün olabilir mi?

Tabi ki olabilir, çünkü zaten birkaç seneden beri belli bir uzlaşma çerçevesinde yaşanıyordu. Ruslar sadece bu gayet iyi bir şekilde yürütülmekte olan uzlaşmayı, bu uzlaşmanın içeriğiyle en ufak bağlantısı olmayan başka nedenlerden dolayı bozdular, ama yine de herhangi bir uzlaşma bulunabilir. Ancak bir uzlaşmanın olabilmesi için en az iki tarafın olması gerekiyor, her ne kadar Ruslar devamlı olarak ortada olmakla birlikte, olası bir anlaşmayı imzalayabilecek kadar Çeçenin bu savaşın sonunda hayatta kalabilmesi gerekiyor. Çeçenler'in tamamen ortadan kaldırılması durumunda tek taraflı bir uzlaşma kendiliğinden ortaya çıkacak. Fakat Rusların askeri alanda bile artık eskiden defalarca yapmış oldukları (en sonuncusu 1943-44) yeni bir soykırımı veya genel katliamı yapabileceklerine inanmak istemiyorum.

Stalinin verdiği emirle cezalandırılan halkların kitlesel göçe zorlanmalarına ve göçten de Çeçenler'in nasiplerini yüklüce aldıklarına mı değinmek istiyorsunuz?

Her ne kadar Almanlarla işbirliğinde diğerlerinden daha fazla gayret göstermedilerse de en çok İnguşlar Rusların hışmına uğradılar, ülkelerinin Çeçenlere göre daha kolay erişilebilen bir coğrafyada olmaları bunu kolaylaştırdı. Sonuç olarak Çeçenlerin büyük bir çoğunluğu ve İnguşların tamamı Orta Asya'ya ve Sibirya'ya sürüldüler. Kruşçev zamanı çıkan afla çoğunluğun dönmesine karşın hala sürgün edildikleri yerlerde yaşayanlar var. Zaten bence bu sefer de eğer bir toplu katliam, toplu sürgün veya Çeçenlerin top yekün ortadan kaldırılması olmasa bile bu savaş, sonunda bir uzlaşma elde edilene kadar ne yazık ki on binlerce belki de daha fazla, yüz bini aşkın cana mal olacağa benziyor.

Zaten birinci savaşta gözlemcilerin verdiği sayılara göre sadece sivil halktan verilen kayıp 60 bini geçi-yor.

Evet, kayıbın çok daha az olmasını bütün kalbimle diliyorum ancak, savaşın başından beri Rusların takındıkları tavır bu sefer tahminlerin üzerinde kan dökmeye kararlı olduklarını gösteriyor.

Peki bu savaşın çıkış senaryosu biraz öngörülmüş bir planın uygulaması şüphesi yaratmıyor mu? Üstelik geçen seferki savaşın sonunda zorlukla elde edilen uzlaşmanın mimarı olan General Lebed bile verdiği bir demeçte Moskova'daki terörist Saldırıların ardında Rus gizli servislerin bir komplosu olabileceğini ima etmedi mi?

Rus hükümetinin Çeçenistan'ı işgal etmek için her hangi bir bahane aradığı, ve bu yönde belli provokasyonlara giriştiği şüphe götürmüyor. Bunun ilk göstergeleri Ağustos ayındaki Dağıstan olaylarıyla iyice ortaya çıktı. Öne sürülen bahaneler incelendiğinde bunların şaşırtıcı derecede önemsiz oldukları görülüyor. Sözde İslami devrim tehlikesi garip bir şekilde abartıldı üstelik Wahabiler gibi aşırı radikal İslami kesim içerisinde bile son derece sekter ve çok tehlikeli olara medyatize edilen bu grupların abartıldığı kadar etkili olmayıp gerçekte sayılarının ancak birkaç yüz kişiden ibaret olduğu biliniyor. Korku yaratmak için sanki binlerce, on binlerce savaşçı varmış gibi sunuldu. Bu gruplar Dağıstan'a yönelik bir takım eylemlere giriştiler, burası önemli zira ne Çeçenistan da ne de Dağıstan'daki en kalaba-lık etnik grup olan Avarlar arasında öyle sanıldığı kadar yaygın değiller. Dağıstan'da belki sayıları ona yakın tarikat var ancak bunlar Nakşibendilik gibi Müridlik gibi ardında tarihi nedenler olan ve geleneksel tarikatlar.

Madem ki tarikatlardan konuşuyoruz o halde "müridlik" Çeçenistan da ve Dağıstan'da önemli bir rol oynuyor mu? Gerçekten bir "radikal İslami" tehlike söz konusu mu? Yoksa durum etnik grupların belli bir kimlik arayışından mı i-baret?

Durum aslında oldukça karmaşık. Zaten "müridlik" sadece Dağıstan'a özel bir tarikat ve son zamanlardaki savaşlarda tam olarak taraf olmadı, itildi, kakıldı, olayların içine çekilmeye çalışıldı ancak olmadı. Dağıstan'ın karmaşık, kompozit bir yapısı var; burada en az 25 Kafkas etnik grubu yaşıyor ve birbirinden farklı diller konuşuyorlar. Bazı etniler küçük halk parçaları oluşturuyorlar; örneğin Şamil Basayevin ait olduğu Botlikler son derece küçük bir grup, arasanız bile bulmakta zorluk çekersiniz, sayılarının toplamı belki de 2 bin kişiyi bile geçmez. Söylemek istediğim buralardan öyle kitlesel, yığınsal hareketler çıkıp yayılmaz. Son derece abartılmasına karşın sadece kendilerine belki kişisel nedenlerle bazı taraftarlar bulabildiklerinden dolayı Basayev ve Ürdünlü ortağı Hattab gidip Botliklerin aralarına yerleştiler. Wahabiler'in sayısı Arabistan'da da çok fazla değil. İşte bu Botlik memleketine giden sayısız "Wahabi kolonları" olarak duyduğumuz savaşçıların gerçekte sayıları yüz kadardı.

Ama birinci Çeçen savaşından önce Cevher Dudayev bir Kuzey Kafkasya Federasyonu fikrini savunuyordu. Ruslar açısından böyle bir proje ciddi olarak endişe verici miydi?

Evet, sorun burada yatıyor. Dudayev'in fikri gerçekten de böyle bir federasyondu ancak kimse onunla kolaylıkla beraber olmayı göze alamıyordu ve fikirlerini dinletme şansına da sahip olamadı. Önemli sorunlardan biri de bu sözünü ettiğimiz etnik gruplar genelde ne kadar sayıca küçükseler özerklik veya bağımsızlık eğilimleri de o derece büyük oluyor. Bu dünyanın başka yerlerinde olduğu gibi Kafkasya'da da (belki de her yerden daha fazla olarak), yaygın bir eğilim olarak kar-şımıza çıkıyor.

Bir örnek olarak Karaçay-Çerkez Özerk Cumhuriyeti'ni ele alalım; şu anda Çerkezler bu ortak cumhuriyetten ayrılmak istiyorlar. Bilindiği gibi zaten bir Adığe Cumhuriyeti var, burada Çerkezler, Karaçay Tatarları ve Ruslar dışında önemli bir azınlık oluşturuyorlar ve şimdi de bu cumhuriyetten ayrılıp Rusya'ya bağlanmak istiyorlar. Adığeler ve Çerkezler tamamen aynı dili konuşan aynı millet olmakla beraber Stalin zamanında olası ulusal hareketleri önlemek amacıyla çizilen sınırlarla birbirlerinden ayrılarak bölünmüşler. Çerkezler ayrılıp Adığelerle birleşmek istiyorlar ancak aralarında ortak bir sınır bile yok, görüldüğü gibi kendi mantığı çerçevesinde bu sınır tayinleri çok iyi yapılmış!

Lenin zamanındaki sınırları, hemen İkinci Dünya Savaşı sonrası çizilen sınırlarla karşılaştırırsak, SSCB'nin kurulduğu tarihten itibaren küçük devletlerin sınırlarıyla ilgili önemli düzenlemelerin hep bu yönde yapıldığı sonucunu çıkartabilir miyiz?

Evet, bazen tamamen değişti. İlk sınırlar Birinci Dünya Savaşı sonrası hatta Bolşevik iktidarın tamamen yerleştiği iki savaş arasında kalan dönemdendi. Bolşevikler Çarlık zamanındaki sistemin büyük eyalet birimlerini ustaca tamamen küçük parçalara böldüler. Çarlık zamanının büyük birimlerinin belli zayıflıkları vardı. Çarlık birimlerinde ne özerklik ne de herhangi bir etnik farklılığın veya değişik bir dinin tanınması gibi bir durum vardı. 1920'lerde ortaya çıkan durumdaysa aynı etnik grupların birlikte olmalarının ve bir etnik bütünlük oluşturmalarının önüne geçmek için parçalanıp, başka etnik gruplarla karıştırılıp bazen azınlık durumuna bile düşürüldüler. Böylece Çerkezlerin bir kısmını Karaçay la beraber bir başka cumhuri-yette buluyoruz. Aynı şekilde bir başka grubu da Kabardey-Balkar cumhuriyetinde bulmak mümkün. Burada da Kabarlar bir başka Çerkez grubu çok az bir farkla ama aynı dili konuşuyorlar, Balkarlar ise, onlar da Karaçaylar la hemen hemen aynı dili konuşan bir başka Türk grubu.

Orta Asya'da da benzer bir durum söz konusu mu?

Orta Asya'da durum biraz daha farklı ama orta Asya halklarına da aynı sınır çizimi yoluyla bölünme politikası uygulandı. Prensip doğal olarak aynı.

Sayın Şaraşidze sizce Çeçenistan'ın bağımsızlığını kazanması bölgede bir destabilizasyon yaratır mı?

Ben sanmıyorum. Tam tersine belki de bölge halklarını kendi öz yönetim kurumlarını kurmalarında özgür bırakırlarsa ya bağımsızlıklarını ilan ederek veya federal bir örgütlenme ortaya çıkabilir ve her şey de çok daha iyi olabilir. Esas destabilizasyon tehlikesi bu savaşla ortaya çıkmaktadır ve bölgeye yayılma olasılığı da vardır. Rus yönetiminin mutlak sorumluluğunu taşıdığı bir sabotaj söz konusudur. Askeri müdahaleye neden oluşturacak ciddi boyutta bahanelere gereksinimi olduğu açıkça belliydi. Moskova'daki malum patlamaların düzmece olduğu kesin. Eğer iddia ettikleri gibi bu patlamaların ardında gerçekten Basayev ve adamları olsaydı bence bu patlamalar çok daha iyi planlanırdı ve ciddi olarak resmi hedeflere yönelirdi. Bu gibi sabotaj ve yer altı savaşı konusunda son derece ustalıkla ve profesyonel olarak çalışıyor. Oysa gördüklerimizin, sivil halkı hedef alan katliam girişimleri olarak, belli bir amaca hizmet ittiği apaçık ortada.

Çeçenistan sorununu Rusya'nın iç meselesi olarak değerlendiren Batının tavrı hakkında ne düşünüyor-sunuz?

Kesin olarak bu tam bir masal, zaten böyle bir sorun iki üç seneden beri gündemde bile değildi. Çeçenistan'ın Rusya'nın iç meselesi olmadığının en açık işareti de şu anda bir işgale maruz kalmasıdır. Eğer bir ülke, yani Çeçenistan bir başka ülkenin yani Rusya'nın ordusunun işgaline uğruyorsa bunun bir iç mesele olmadığı ortadadır. Her ne kadar resmi olarak diğerleriyle aynı statüye sahip olmasa bile, olay iki ülke arasındaki bir sorundur, bir işgaldir. Diğer ülkelerin tavırlarına gelince; burada bir tavırdan çok tavırsızlık söz konusudur. ABD, Fransa ve diğer ülkelerin aldıkları tavırlar hem tamamen gerçekten uzaktır hem de bu ülkelerin daha önceki tavırlarıyla, giriştikleri siyasi angajmanlarla ve müzakerelerle de tamamen çelişkilidir. Çeçenistan devlet başkanının bu sıfatı tanınarak kendisiyle resmi görüşmeler yapılmıştır. Çok yakın bir zamana kadar AGİK tarafından yürütülen görüşmeler ne yazık ki devre dışı bırakılmıştır. Bunda da Fransız Meclis Başkanı Fabius'un tarihi gerçekleri gözardı eden beyanatları1 da belli bir sorumluluk taşımaktadır. Bir Fransız vatandaşı olarak bunları bir skandal olarak kabul ediyorum. Eğer böyle devam ederse birazcık farklı olan bütün küçük halklar ortadan kaldırılabilecek demektir.

Sizce Batı neden Rusya'ya hoşgörülü davranıyor?

Bence Batı'nın bu tavrının ardında hiçbir şey anlamadığı yatıyor, her zamanki gibi ne Yakın Doğu'da olanları ne de Rusya'da olanları kesinlikle anlamıyor. Batı'nın kavrayamadığı bir başka önemli konu da bu tavrıyla, aşırı uçların güçlenmesine yol açtığı ve göründüğü kadarıyla da kurulabilecek bir demokrasinin sonuçta baltalanması, bütün gelişme ve ilerleme çabalarına karşın siyasi iktidarın mafyanın veya onun adamlarının eline geçmesine neden olması. Bu mafyaların hızla ne derece güçlendiklerini ve zenginleştiklerini de görüyoruz. Hem istikrar hem de barış şansları böylece aynı hızla uzaklaşıyor.

Batı'nın ve genelde uluslar arası topluluğun sessizliği, aynen birinci Çeçen savaşında da gördüğümüz gibi-bunu belki onaylayıcı bir sessizlik olarak da tanımlayabiliriz-, sonuç olarak bu tavır Rusya'daki iç barışın sağlanmasına ve demokrasinin gelişmesine olumlu bir katkı sağlıyor mu?

Rusya'nın bölgedeki emperyalist emellerini, büyüklük özlemlerini göz önünde bulundurarak bu doğrultuda Rus toplumunun demokratik bir yapıya kavuşabileceği söylenebilir mi?

Ben Rusya'nın demokrasiye doğru ilerleyebileceği umudundaydım, ancak görünüş tam tersini ortaya koyuyor ve modası geçmiş çağdışı ve artık günümüzde sökmeyen bu açık sömürgecilik emelleri her türlü demokratikleşme çabasıyla tamamen çelişkili bir durum yaratıyor. Bunun en açık delili zaten Rusya'da olup bitenlerle sergileniyor.

O halde sizce Kuzey Kafkasya halklarının Rusya ile birlikte yaşamayı tercih edebilmeleri için acaba Rusya bu insanlara ne gibi bir gelecek vaadinde bulunabilir veya Rusya Kafkas halkları tarafından kabul edilebilinecek bir gelecek vaadinde bulunabilir mi?

Sadece elde olan belli bir statükoyu devam ettirebilmek için, Kuzey Kafkasya halklarının katılımıyla ortaya çıkacak bir birliğin, Rusya'nın üst düzeyde bir devlet otoritesi olarak gözetimi altında olacak bir özerklik yapısı, roller dürüst bir biçimde oynansaydı yürüyebilirdi. Çeçenistan da bu konuda olumlu bir deney oluşturabilirdi ama olmadı ve şimdi de olması imkansız gözüküyor. Bunun hayata geçebilmesi için de özellikle Rusya Federasyonunun azıcık bir demokrasiye bile sahip olması yeterliydi. Öyle büyük kurumsal değişikliklere de gereksinim yoktu, zaten Rusya'daki kurumların hiç biri gerektiği gibi veya öngörüldüğü gibi işlemiyor, bu konuda Rusya Parlamento-sunun raporlarını görmek bile yeterli, bize komik gelebilir ama aslında trajik; zira bu insanlar ya gerçek demokrasinin ne olduğunu daha kavramadılar ya da bunu istemiyorlar. Kısacası gerçek bir demokrasi çerçevesinde bir şeyler olabilirdi, fazla da abartmaya gerek yok dünden bugüne hemen bu insanlardan İskandinavya türü bir demokrat olmalarını bekleyemeyiz, üstelik İskandinavya'da hiçbir zaman ne Çeçenler, ne Tatarlar, ne de Gürcüler oldu...

Peki sizce Rusya'nın bu esneklik göstermeyen tutumu, sonuç olarak bölgedeki Rus yanlısı olarak tanınan yöneticilerin bile radikalleşmelerine neden olabilir mi?

Bence Rusların tutumu iki türlü sonuç verebilir; birincisi yeniden fethedilen ülkelerdeki ılımlı yöneticilerin de sertleşmesi ki Çeçenistan ve diğerlerinin Moskova'ya karşı olan tutumlarında böyle bir sertleşme söz konusu oldu, ikincisi de Rus iç politikasındaki faşist eğilimlerin ve aşırı merkeziyetçi yani emperyalist eğilimlerin güçlenmesi. Bu kesin.

Ruslar Çeçenler'le olan savaşı kazanabilirler mi? Yoksa bu savaş zaman içerisinde Afganistan ya da Vietnam savaşı gibi uzun bir zaman dilimine mi yayılır?

Bence bu savaşın sonucu şöyle olacak; bir kere Çeçenistan'daki bu savaşı sona erdirmek kararını vermek Ruslar için imkansız ya onları napalmle ya da atom silahı kullanarak imha edecekler ama artık bunlar yapılamıyor, Ruslar da buna kalkışmaya cesaret edemezler. Rusların askeri operasyonda acele ettikleri de gözden kaçmıyor, kış bastırmadan askeri hedeflerde belli nihai sonuca varamadıkları takdirde bu savaşın yıllarca süreceği kesin. Çeçenler bu konuda tecrübeli, öbürleri de tabi. Bu tip savaşların Kafkasya'da yüzyıllarca yıllık bir geçmişi var, üstelik daha geçen yüzyıldaki savaşın izleri hafıza-larda son derece taze olarak duruyor. Geçen seferki savaş en azından çeyrek asır sürmüştü, bu ülkeleri ele geçirmek ve elinde tutmak öyle kolay da değil. Bunu da şimdilik herkes denemeye kalkışsa bile kimsenin kolaylıkla bir sonuca varabileceği söylenemez.

Rusya'nın Kafkasya fethinin tarihi boyutunu göz önünde bulundurarak, geçen yüzyılda olanlarla, günümüzdekiler arasında bir karşılaştırma yapmaya kalkarsak kazanılması beklenen sonuçlar açısından ne gibi bir tablo ortaya çıkıyor, benzerlikler ve farklılıklar nelerdir?

Bir yandan büyük benzerlikler var, mevcut olan ve karşı karşıya gelen güçler bir yerde aynıları olmakla birlikte son derece büyük farklılıklar da var. Geçen yüzyıldaki savaş 1830'larda başladığında, Kafkasya halkları için ilk defa ortaya çıkan bir durum söz konusuydu. Bu insanlar pratikte ve özellikle de Kuzey Kafkasya genelinde tamamen bağımsız yaşıyorlardı. Çeçenler ve İnguşlar o zamana kadar topraklarına yerleşmiş hiçbir istilacıyla karşılaşmamışlardı. Dillerinde bir tek yabancı kelime bile yoktu ve İnguşça'dan başka da hiçbir dil bilmiyorlardı. Müslüman da değildiler, bu dini, savaşı kay-bedince Rus düşmanlığından daha çok sömürgeciliğe karşı direnmek amacıyla benimsediler. Çok önemli bir faktör de bu insanların yalnızlıkları ve uluslar arası kamuoyunun onlara karşı ilgisizliğiydi. Sadece çıkarları çerçevesinde birazcık İngilizlerin ilgilendikleri bu bölge, dünyadan son derece tecrit olarak yaşıyor-du.

Bir de o devirde durum Kuzey Kafkasya'nın batı veya doğusunda bulunanlar için farklı bir konumdaydı; doğudaki Çeçenler, İnguşlar ve Dağıstanlılar 1859'da savaşa son vermek ihtiyatını gösterdiler, batıdakilerse mücadeleye devam ettiler. Bunun sonucunda da Çerkezler, Abhazlar ve Ubıhlar çok büyük kayıplar verdiler. Ubıhlar tamamen ortadan yok oldu. Bugün artık Ubıhça bitti, bu dili bilen veya konuşan bile kalmadı. Çerkezler ve Abhazlar da kısmen telef oldular. Abhazlar'ın yarıdan çoğu ortadan kalktı, örneğin bir de Abzaş adı verilen bir başka Çerkez halkı var, bunlar Abhazlar'dan da ayrı bir grup, geçen yüzyılın sonlarına doğru sayıları 250 binden 3 bine düştü, günümüzde de 3-4 binden fazla değiller. Allahtan birazcık da Türkiye'de varlıklarını sürdürüyorlar, bazıları o zaman Anadolu'ya göç edenlere katılmıştı böylece canlarını kurtarabildiler. Türkiye'de pek çok köyleri var, dillerini konuşabiliyorlar, şarkılarını söyleyip, danslarını oynuyorlar, adetlerini, geleneklerini, efsanelerini koruyabilmişler, ancak Rusya'da artık tamamen izleri silindi, yok oldular.

Abhazların Kafkasya'daki vatanları neredeydi ve bugün Türkiye'de nerede yaşıyorlar?

Kafkasya'daki vatanları güneyde Kuban nehri kıyılarına yakın, Kabarlar ülkesiyle Karadeniz kıyısı arasındaydı, ormanlık bölgelerde yaşadıklarından bu onlara uzun zaman direnebilme imkanı da sağladı. Ancak aynı zamanda da katliamlara uğrayarak sonlarını da getirdi. Türkiye'de dağınık olarak yaşıyorlar, Çerkezler'in olduğu her yerde hemen hemen onlara rastlamak mümkün. Düzce çevresinde, Adapazarı'nda, daha çok Abhazlar olmakla birlikte, çok sayıda Çerkez de yaşıyor. Yaşadıkları yerlerin depremden en çok zarar gören yerler arasında yer alması çok üzücü, hatta bizi Ruslar ellerinden kaçırdı ama takdir-i ilahi yakaladı diyorlar...

Ubıhlar ve Ubıh dili üzerine uzun yıllar çalışmış nadir kişilerden biri olarak, bir dilin ortadan kalkması gibi böylesine acı hatta trajik bir durumun nasıl olabildiğini açıklar mısınız?

Felaket bir şey, her halde bir dilin başına gelebilecek en acı şey. Geriye özneler yani kişiler kalıyor, bir de gelenekler ama dil ölü bir dil artık. Bu dili en son konuşabilen kişi rahmetli Tevfik Esenç'ti, yani bu dil artık sadece kağıt üstünde ve bant kayıtlarında var. Yok oluş nedenlerine gelince, zaten Türkiye'ye kaçıp gelebilenler az sayıdaydılar, sonuçta 20 belki de en çok 30 bin kadardılar. Savaşın sonunda ya yurtlarından uzaklara sürülecek ya da Türkiye'ye göç edeceklerdi, göç etmeyi tercih ettiler. Soçi bölgesinde Karadeniz kıyısındaki köylerini yola çıkarken ateşe verdiler. Soçi Ubıh ülkesinin başkentiydi. Sayıca azdılar da neden böyle inatla Ruslara direndiler? Çünkü savundukları kendi toprak-larıydı.

Şeyh Şamil gibi efsaneleşmiş bir tarihi kişiliği de burada anmadan edemeyiz her halde?

Şamil son derece zengin ve efsanevi bir kişilik. Hala anısına şarkılar yazılıyor, 1966'dan beri sürekli olarak çalışmalarını sürdürdüğüm Yalova bölgesindeki köylerin neredeyse dörtte üçü Kafkasya kökenli. Çok sayıda Çerkez, Çeçen ve Avar yaşıyor burada, Kafkasya'daki dillerden on dördü burada temsil ediliyor. Günümüz değerlendirmesiyle fanatik bir Müslüman diyebileceğimiz Şamil, en azından Ruslar açısından bu böyle, "müridler" tarikatının da şeyhi olarak hem dini hem de askeri bir lider kimliğiyle ortaya çıkıyor ve Rus düşmanlığından çok, bir halkın yabancı işgale karşı top yekün direniş mücadelesinin sembolü oluyor. Bu yabancı işgal nereden gelirse gelsin o yine aynı mücadeleyi verirdi. Esas olan bu direniş mücadelesinin sembolü olması, üstelik o devirde birazcık fanatizm kimseyi rahatsız etmiyordu, şimdi bile bu tartışma konusu olabilir.

Cevher Dudayev de onu mücadelesinde sembol olarak aldı, taraftarları da onu biraz günümüzün Şeyh Şamil'i olarak gördüler değil mi?

Tabi doğru, üstelik haklıydılar, çünkü yurdunda özgür olarak yaşamak isteyen Kafkasyalı sembolüydü. Yabancılardan kendilerini rahat bırakmalarını isteyen, nasıl olmalarına ve nasıl yaşamalarına karışılmasını istemeyen Kafkasyalı sembolü; bu kadar basit işte!

Peki Çeçenistan da ki bu son savaşın doğuracağı sonuçların belli ölçüde Kuzey Kafkasya'daki istikrarın bozulmasına neden olabileceği ve hatta güneyi de etkileyip Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan'da karışıklıklar yaratabileceği riski var mı sizce?

İster istemez, başka Kuzey Kafkasya olmak üzere bölgenin tamamını destabilize etme riski son derece büyük. Zaten başka türlü de olamaz, çünkü Kafkasya içerisinde olup bitenlerden kimsenin etkilenmemesi mümkün değil.

Örneğin, Gürcistan'ı alalım, yepyeni bir durumla karşı karşıyayız. Gürcü dış politikası tamamen yeni bir yönlenme içerisinde bulunuyor; ilk kez Gürcüler, Çeçen ve inguş mültecilere sınırlarını açtılar, böyle bir duruma ilk kez şahit oluyoruz. Kafkasya'da yeni bir şeyler oluyor. Kuzey Kafkasya'dan farklı olarak Güney Kafkasya'nın Hıristi-yanları tarihte geleneksel olarak Rusların müttefikleri oldular, ilk defa bu durumun bozulmakta olduğunu, Gürcülerin sınırlarını Müslüman Çeçen ve İnguşlara açması gösteriyor. Hıristiyan olmamalarına rağmen onlara yardımda bulunmaları çok yeni bir olgu ve bu durum petrol yolları ve beraberindeki ekonomik çıkarlar açısından da Rus politikası açısından da çok kötü olabilecek önemli bir gelişmenin habercisi. Rus politikasının da değişebilmesi için (boş yere kan dökülmesini önlemek için) boru hattının nereden geçeceği üzerindeki tereddütlerin bir an önce ortadan kalkıp çizilen yolların belirlenmesi büyük önem taşıyor.

Üstelik Güney Kafkasya'da bir sürü hayati sorun askıda bulunuyor. Sovyet sonrası bölgede ortaya çıkan büyük etnik sorunların hiç biri çözüme ulaşmış değil, Gürcistan'da Abhazya ve Osetya, Azerbaycan ve Ermenistan arasında da Karabağ sorununun yarattığı yaralar daha kapanmamış bir durumdayken her an şu anda dondurulmuş gibi duran bu çatışmalar potansiyel olarak destabilizasyon kaynağı oluşturmuyorlar mı? Güney Kafkasya'daki bugün mevcut olan dinamikler ışığında eski Sovyetleri terk eden yeni Transkafkasya cumhuriyetlerinin gelişmelerini nasıl değerlendiriyor-sunuz?

Gördüğünüz gibi Gürcistan'da büyük değişiklikler göze çarpıyor, eski ve köklü bir ülke, aynı zamanda stratejik öneme de sahip, ancak geleneksel olarak devamlı Rusya'nın yanında yer almıştı. Belki de yöneticilerin de kişiliklerinden dolayı yönetimin giderek şaşılacak bir şekilde Rus politikasından uzaklaşmakta olduğunu ve Türkiye'ye yaklaştığını görüyoruz. Aynı zamanda da Gürcistan'ın Türkiye, İsrail ve Amerika arasındaki askeri ittifaka katılma isteği de bu yönelişin Gürcistan'a büyük bir avantaj sağladığı, hem Ruslara hem de Batılılara karşı çok daha fazla bağımsızlık ve seçenek imkanı yarattığı kanısındayım. Bence Kafkasya'daki küçük devletlerin tam bağımsızlık yolunda gerçek bir çaba göstermelerine rağmen –Gürcistan'ın şu anda bile bağımsızlığı tam olarak gerçekleşmiş değil- bir sonuca ulaşabilmeleri ancak Türkiye'ye yaklaşarak gerçekleşebilir ve onlara bağımsız olabilmek için gerekli gücü sağlayabi-lir.

Gürcistan'daki Abhazya e Osetya sorunlarıyla ilgili ne düşünüyorsunuz, nasıl bir çözüm sağlanabi-lir?

Tamamen birbirinden farklı sorunlar bunlar bir kere. Abhazlar önce-likle Müslüman bir halk ve Kafkasya'nın yerlisi, dilleri Kafkas grubuna dahil. Çerkezlerin ve yok olan Ubıhların kuzenleri diyebiliriz, aynı dil ve kültür grubuna dahiller. Tarih onları hem Gürcülerle, hem de Rus yayılmacılığıyla karşı karşıya getirdi. Şu anda Gürcistan devlet otoritesiyle çatışma halindeler ve yaşadıkları topraklarda azınlık durumundalar (%18). Eskiden çok yoğun oldukları batı kesimlerinde bile bugün sayıları 70 bini geçmiyor. 19. Yüzyıl sonunda nüfusun dörtte üçü öldürüldü, yok edildi veya göçe zorlandı. Türkiye'ye ve Ortadoğu'ya (o zaman Osmanlı topraklarında olduğu için) özellikle Ürdün olmak üzere Arap ülkelerine dağıldılar. Türkiye'de eskilere dayanan güçlü bir toplulukları var; geçmişte Abhaz kökenli pek çok paşaya rastlamak mümkün.

Bir de Osetya sorunu var. Bu savaşta, Çeçenistan'ı bombalayan Rus hava kuvvetlerinin Osetya'daki hava üslerinden yararlandıklarını görüyoruz.

Osetya'nın özel bir durumu var. Bir kere Osetler Kafkasya kökenli değiller, ne Türk ne Slav ne de Rus kökenine sahipler, Hint-Avrupa ailesindeki İran dil grubuna aitler, yani kuzey İranlıları diyebiliriz. Kökleri muhtemelen eski Alanlardan, Albanlardan geliyor. Tabi ki İranlılar'dan dil yapısı dışında hem kültür hem de siyasi açıdan çok uzak ve farklılar. Böylece Kafkasya'da tamamen apayrı bir konuma sahipler. Eski İskitlerin veya Sarmatların torunları olarak da kabul ediliyorlar. En son Kafkasya'ya çekilerek sığınmışlar ve varlıklarını böylece sürdürebilmişler. Ancak Kafkasya'daki belli başlı hiçbir gruba dahil olmadıklarından hiçbir grubun da yanında yer almamışlar. Ruslar geldiğinde hemen onlara yanaşmış ve imparatorluğa entegre olmuşlar ve Çarlık Rusya olsun Sovyetler olsun, daima sadık kalmışlar. Buna belki de din ve dil açısından yalnızlıkları neden olmuş olabilir, üstelik hiçbir komşu ulusla da Kabarlar, Gürcüler ya da Çerkezler'le iyi geçinememişler, en iyi sadece Ruslarla anlaşmışlardır. Bundan dolayı da doğal olarak Kafkasya'daki hiçbir harekete katılmadıklarından Ruslar tarafından ayrıcalıklı bir yere sahip olmuşlardır.

Petrol yollarının çizilmesi ve bölgeden boru hattının geçişiyle bölgeye kalıcı bir barış gelebilir mi?

Eğer kesin olarak bu yollar bir kere belirlenirse her şey değişebilir. Ama masında gördüğümüz gibi iki ayda bir petrol yollarının güzergahları değişiyor. Türk basını bu konuda son derece uzmanlaştı, en fazla orada değişik petrol yollarından bahsediliyor, sürekli gerginlik yaşanıyor. Şu anda bir sürü olasılığa rağmen, bölgenin siyasi geleceği açısından, yollar arasında en makul olanı, yine de Türkiye'den geçip Akdeniz'e ulaşanı. Anlamadığım Rusların Çeçenistan dan geçen yolu ele geçirmek veya denetim altına almak amacıyla Çeçenleri fizik olarak da tasfiye etmek pahasına acele etmeleri... Buradan geçen petrol boru hattını Rusya'dan geçene bağlamak istiyorlar ama aynı zamanda da Çeçenistan'daki bütün petrol tesislerini, sanayisini ve yollarını da tahrip etmekten, yakıp yıkmaktan geri kalmıyorlar. Bu da bu konularda uzmanlaşmış olmalarından kaynaklanıyor olmalı. Yine de Güney Kafkasya ve diğerleri için en kolay olan çözüm, Akdeniz'e giden boru hattı inşasının bir an önce tamamlanması.

Son olarak, bu yola en kısa zamanda Hazar havzası Kazak petrollerinin de dahil edileceği söz konusu ediliyor galiba.

O zaman bütün Kafkas halkları, varlıklarını canlandırmak, beraberce çalışarak zenginlikleri paylaşmak imkanına kavuşurlar ve Rusya'ya da artık size gereksinimimiz yok diyebilirler. Rusların ne yaptıklarını anlamak imkansız böyle devam ederlerse bana istediklerinin tamamen tersini elde edecekler gibi geliyor.

Bu arada Rusların giderek ellerindeki bütün kartları oynadıklarını ve özellikle Ekim devrimi sonrası Bakü'deki meşhur Doğu Halkları Kongresi gibi gelecek için büyük idealler vaat edemediklerini de söyleyebilir miyiz?

Bu eski tip kurnazlıklar artık geçerli değil, üstelik o Kongre, sonuç olarak adı geçen "doğu halkları"nın bu yüzyılda yaşadıkları en büyük felakete neden oldu.

Sizce Batılı ülkeler olarak ABD ve Avrupa Birliği, Kafkasya'da belli bir dengenin kurulabilmesi ve belli bir istikrarın sağlanması yolunda ne gibi girişimlerde bulanabilirler?

İşi, Balkanlardaki gibi bir müdahaleye bile götürmeden, ama en asgari siyasal dürüstlük çerçevesinde bazı anlaşmalar elde edilebilinir. Uluslar arası alanda gerçekçiliğin esas olması şarttır, ama bunun da küçük ülkelerin hayati çıkarlarına ters düşmeden yapılması gerekir.

Örneğin Avrupa Çeçenistan'la AGİT (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) çerçevesinde görüşmeler yapmaktaydı bu yolda gelişmeler sağlanabilirdi. Fransa'nın izlediği politika gibi sorunun Rusya'nın iç sorunu olduğunu onaylayarak ve çözümün askeri olmasını kabullenmek uzun vadede Fransız çıkarlarına ne kadar uygun olacaktır bunu zaman gösterecek. Bu tutumu savunan veya sessiz kalanlar için de aynı şey söylenebilir. Belli bir bağımsızlık şekli tanınmışken, halkın özgür iradesiyle iş başına gelen bir devlet başkanı tanınmışken nasıl ve ne hakla bu sorun Rusya'nın iç sorunu olarak kabul edilebilinir?

Bölgede tarihten kaynaklanan imtiyazlı bir konuma ve ilişkilere sahip Türkiye açısından ne düşünüyorsunuz? Üstelik de ülke nüfusunun yaklaşık 8-10 milyon kadarının Kafkas kökenli olduğu söyleniyor...

Bence bu sayı son derece abartılı ve iyi ki abartılı diyorum aynı zamanda, yoksa Türkiye için de bir özerklik sorunu ortaya çıkardı! Şaka bir yana gerçekten de Türkiye'de olduk-ça önemli sayılabilecek Kafkasya kökenli bir nüfus dilimi olduğu söylenebilir, bunun içerisine Gürcistan'daki Migreller'le hatta Avarlar'la da çok yakın bir dil konuşan Lazlar'ı da dahil edersek sizin verdiğiniz sayıya yaklaşırız... Yakın tarihlerde de Kafkasya kökenli, Abhaz, Çerkez, Gürcü veya Dağıstan kökenli bir çok siyasi veya askeri kişilikler var. En son 1960 darbesinde bile genç komuta düzeyindeki albaylar arasında Türkiye'de doğmuş ama Dağıstanlı Avar kökenli olanlar vardı. Bu sadece son yüzyıl boyunca gelen göçmenleri ve mültecileri kapsıyor, ancak tarih boyunca da devamlı olarak hem antik çağlarda Batı Anadolu ve Karadeniz sahillerinden Kafkasya'ya doğru hem Kafkasya'dan Anadolu kıyılarına doğru türlü göç hareketleri sürekli olarak devam etmiş. Bizans döneminde bile gelip yerleşen Gürcüler var.

Peki sizce Türkiye Kafkasya'da nasıl bir rol oynayabilir? Türkiye ve Rusya arasında oluşabilecek bir tarihi uzlaşma acaba bölgeye kalıcı bir barışın gelmesini sağlar mı?

Türkiye bu bölgede çok önemli bir rol oynayabilir ve bunu oynuyor zaten, üstelik belki de şimdiye kadar hiçbir zaman oynayamadığı bir rolü oynuyor. Eskiden Türkiye bölgenin kaderini tayin edebilmek bir yana tamamen bir kenara itilmişti, şimdi ise tam tersine. Eski Sovyetlerin yıkılışıyla ortaya çıkan devletlerle hem de sadece Kafkasya ülkeleriyle değil, Orta Asya'dan Moldavya'ya kadar salt ekonomik ilişkilerin ötesinde güçlü ilişkiler kuruyor. Böylece Türkiye'nin artık böylesine bambaşka bir rol oynaması kendisi açısından olduğu kadar Güney ve Kuzey Kafkasya ülkeleri için de Rusya'ya karşı bir denge sağlaması açısından son derece hayırlıdır. Şimdiye kadar bölgede tek bir süper gücün bulunması, kitlesel Rus varlığının karşısında hiçbir rakip olmaması da bir yerde bugün yaşanan sorunların temelini oluşturmaktadır. Bugün bu coğrafya içerisine girişiyle, Hıristiyan Gürcülerin bile bir ölçüde Türkiye'den destek alabilmesi olanağı ortaya çıkmıştır, bu da son derece önemli bir gelişmedir ve Rusya'nın karşısında Türkiye'nin varlığının olması diplomatik alanda, uluslar arası ilişkilerde ve anlaşmalarda yeni bir dengelemeye sahne olacağı için belki de bir dönem noktası teşkil edecektir.

Bu gelişmelere paralel olarak oluşan ve tarihten gelen nedenlerle bölgeyi de aşıp, Orta Asya'da varlığını hissettiren Türk-İran çekişmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Özellikle de Kafkasya'daki Türkiye-Gürcistan-Azerbaycan yakınlaşmasına karşı oluşan Rusya-Ermenistan-İran eksenini nasıl değerlendiriyorsu-nuz?

Bu da başka bir durum ve bölgedeki sorunları daha da karmaşık bir hale sürüklüyor. Her ne kadar kısa vadede bölgede çok büyük karışıklıklar ortaya çıkaracak olsa bile bu eksenin uzun süreli ve kalıcı bir siyasal ağırlığı olabileceğine inanmıyorum, üstelik bütün bu bölgede en fazla koz yine de Türkiye'nin elinde diyebilirim.

 

+'



'+Georges Şaraşidze

Share