18 Mayıs akşamı Kaf-Der Ankara Şubesinden kırk yedi kişilik bir grup halinde yola çıktık. Anavatan Kafkasya'dan Kafkas - Rus Savaşının bitimi ve savaşan son Abaza kabilelerinin de Habezde savaşa son vermesinin ardından başlayan sürgünün 138. yılını anmaya gidiyorduk. Yol boyunca atalarımı düşündüm. Ölümleri düşünerek yaşamın ne kadar ucuz olduğunu anımsadım ve yaşamam için çekilen zorlukları ve fedakarlıkları düşünerek hayatın değerini anladım. Borçlarımı hatırladım. Atalarımın kanlarıyla ödedikleri hayatımın bedelini ben sadece geri dönerek ödeyecektim. Bu duygularla girdik İzmit'e ve rahat geçirdiğim bu yolculuğu sürgün yolundakilerin nasıl geçirdiğini düşündüm...
"Kefken - Karaağaç köyünde, unutmadığımızı tekrar göstereceğiz" yazıyordu ilanlarda. Sadece bir sene önceydi küçük bir kalabalık olarak orada buluşmamız ve sürgünü anışımız. Oysa bu yıl Kafder İzmit şubesinin ve Adapazarı derneklerinin organizasyonu ve Türkiye'nin dört bir yanından gerçekleşen katılım ile bu sayı iki bine ulaşmıştı. Aradan bir sene geçmişti, değişen ne olmuştu ki bu sayı bu kadar artmıştı?
Kefken - Karaağaç köyünde bulunan Çerkes mezarlığında büyük sürgünden sonra 1917 – 1918 tarihleri arasında Abhazya'dan sürülen 1500 kadar insanımız yatıyordu. İçinde bulunulan atmosfer inanılmaz derecede duygu yüklüydü. Unutmamışlardı onları 4. nesil torunları... Siyah ortama hakimdi, yapılan konuşmalarda lanetle söz ediliyordu geçmişten... Uğranan soykırımın boyutları büyüktü. Hüznü yaşamaya alışmıştım oysa, ama dayanamıyordu yüreğim. Duvarların arasında yürümeye başladım. İsimsiz, hatta yattıkları yerlerin izlerini bile zor bulabildiğim insanlarım yatıyordu burada. Yaşamları boyunca huzuru bulabildikleri tek yer burasıydı belki, belki de hala huzursuz, acı içinde bizleri seyrediyorlardı Anavatandan ne kadar uzakta olduğumuzu hissederek.
Çektikleri acılar ve yaşadıkları sefaletin izleri Kefken sahilindeki mağaralarda kendini gösteriyordu. İçimizden birileri idi duvarlara adını kazıyan. Ve aynı kanı taşıyordu hüzün dolu yüzlerin kalabalığı. Tüm gözlerde nefret vardı. Lanet ediyorlardı kadere. Ta ki susma zamanı gelene kadar. Bir an önce boşaltılmalıydı orası ve boşaldı da. Yeni hedefimiz İstanbul'du, yollarında kaybedilenler için ağıtlar ğıbzeler dökülen İstanbul'a gidiyorduk. Kız Kulesiydi yeni buluşma yerimiz. Akşam vaktiydi; ellerimizde karanfiller ve yakılan mumlar eşliğinde söylüyorduk ağıtları. Yüzlerce insan vardı aynı duyguyu paylaşan Türkiye'de, Maykop'ta, Nalçik'te, Amman'da, Amerika'da yaşayan ve biz biliyorduk unutmayacağımızı, unutturamayacaklarını.
Ömür Enes