SUNUŞ
Günümüzde azınlıklar ve azınlık hakları konusu insan hakları ile bağlantılı olarak giderek artan öneme sahiptir. Azınlıklar konusu ülkelerin iç ve dış politikalarını etkileyen bir faktördür ve ülkemiz Türkiye açısından bunun en yakın örneği Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne (AB) tam üyeliği sürecinde yaşanmaktadır.
+''+Türkiye-AB ilişkilerinde azınlıklar konusunun ele alındığı bu yazıda; öncelikle azınlık ve bağlantılı kavramların tanımlaması yapılacak, bu konudaki tarihçe verildikten sonra AB'de ve Türkiye'de azınlıklar ve azınlık haklarına geçilecek ve son kısımda da azınlıklar konusunun Türkiye-AB ilişkilerine etkileri üzerine yorumlara yer verilecektir.
I-GENEL TANIMLAR:
1-AZINLIK:
Sosyolojik olarak: Bir toplulukta sayısal bakımdan azınlık oluşturan, başat olmayan ve çoğunluktan farklı niteliklere sahip olan gruptur. Hukuksal olarak ise bu konuda şimdiye dek yapılan en önemli tanım, BM İnsan Hakları Komitesi'nin Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu Özel Raportörü Capatorti'nin 1966'da yapılmış BM Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi'nin azınlıkların korunmasına ilişkin 27.maddesi bağlamında hazırladığı incelemede yaptığı tanımdır: "Başat bir durumda olmayıp, bir devletin geri kalan nüfusundan sayısal olarak daha az olan, bu devletin uyruğu olan üyeleri etnik, dinsel ve dilsel nitelikler bakımından nüfusun geri kalan bölümünden farklılık gösteren ve açık olarak olmasa bile kendi kültürünü, geleneklerini ve dilini korumaya yönelik bir dayanışma duygusu taşıyan grup." Dünyadaki kullanım açısından ırk, dil ve din azınlıkları (racial, linguistic, religious minorities) deyimi Milletler Cemiyeti döneminde kullanılıyordu. Sonra 1950'ye kadar ırksal azınlıklar (racial minorities) deyimi kullanıldı. Ama "ırk" terimi yalnızca etnik gruplar arasındaki fiziksel farklılıkları ve özelde de renk farkını anlattığı için artık daha geniş bir terim olan "etnik/etnik azınlık" kullanılıyor çünkü "etnik" terimi kültürel farklılığa vurgu yapıyor.
2-DEVLETLERİN AZINLIKLARA KARŞI TUTUMLARI:
2.1-Asimilasyon: Sistem toplumun homojen kılınmasını amaçlar. Birbirinin aynı parçalar üretir. Azınlık kültürü dikkate alınmaz, azınlığın çoğunluk kültürü içerisinde eritilmesi amaçlanır. Mutlak anlamda asimilasyon azınlık kimliğinin ortadan kalkması ve toplumsal belleğin sıfırlanması ile sağlanır. Asimilasyon doğal olarak veya zor yoluyla da gerçekleşebilir. Azınlığın gönüllü olarak da asimile olması mümkündür. (Yahudi Dönmeler gibi)
2.2- Entegrasyon: Bu sistemde bir ülkedeki etnik gruplar kendi kimliklerini koruyarak bir bütün oluştururlar. Alt-kimlikler halinde bir üst-kimliğin altında yaşarlar. Etnik ve diğer sınırlamalar kaldırılarak ortak bir toplumsal kimliğin yaratılmasın amaçlanır. Ama entegrasyon süreci ülkenin çoğulcu bir yapıya sahip olup olmamasına bağlı olarak asimilasyona da kayabilir. Devlet "eşitlik" kavramını gözetse de "özel farklılıkları" gözetmez.
2.3-Ayrımcılık (Segregasyon): Başat-çoğunluk kültür ve diğer azınlık kültürleri arasında sert bir hiyerarşik ayrım vardır.
2.4-Soykırım (Jenosit): Azınlık grubunun fiziksel olarak ortadan kaldırılmasıdır.
II-AZINLIKLARIN KORUNMASI ve AZINLIK HAKLARI
1-GENEL OLARAK HAKLAR:
Günümüzde azınlıkların korunması ile ilgili olarak esas olarak 3 ana örgütten söz etmek mümkündür: Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa Konseyi (yani AB), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT). Uluslararası hukuk azınlıkların korunması alanında 3 yol tanımaktadır: a-Varolma Hakkı: Bu hak fizik ve kültürel olmak üzere iki şekilde anlaşılabilir. Bu hak daha çok insan hakları ile ilgilidir. b-Ayrımcılığın olmaması: Herkese eşit muamele yapılması. Bu da daha ziyade insan hakları kapsamında düşünülebilir. c-Kimlik Hakkı: Azınlıkların farklı kimliklerini sürdürmelerine izin verilmesidir. Bu hak doğrudan gerçek azınlık hakkı sayılır. Ayrımcılığın önlenmesi; kişilerin ya da grupların istedikleri eşit muameleyi reddeden her türlü eylemin engellenmesidir. Ayrımcılığın önlenmesi azınlıkların korunması için bir ön koşuldur. Ancak bazı devletler ayrımcılığın önlenmesini azınlık bilincini yok etmek için kullanmaktadırlar. Ayrımcılığın önlenmesi azınlık ve çoğunluk arasında bir eşitlik sağlanana kadar uygulanması gereken geçici bir uygulamadır. Azınlıkların korunması; çoğunlukla eşit muamele görmek istemekle birlikte, temel özelliklerini korumak için farklı muamele talep eden başat olmayan grupların korunmasıdır. Azınlıkların korunmasının sürekli bir uygulama olması gerekir. Azınlıkların korunması azınlık bilincinin güçlenmesini ve sürekli olmasını sağlar. AB'nin kültürel hedeflerinden birisi de budur.
2-BİREYSEL ve KOLEKTİF HAKLAR:
Azınlık haklarını koruyan devletler vurguyu azınlık grubundan çok azınlığı oluşturan bireylere yapmaktadırlar. Yani grup azınlık kimliğinden çok birey azınlık kimliği öne çıkartılmaktadır. Aksinin ülke bütünlüğünü parçalayıcı etkiler yapmasından korkulmaktadır. Dolayısıyla günümüzdeki azınlık hakları kolektif bir boyutu olan bireysel haklardır. Bireysel haklar azınlık kimliğini ifade, azınlık dilini kullanma, öğrenme, öğretme, kamu hayatında, yazılı ve görsel basında, yayıncılıkta kullanma türü hakları içermektedir. Uluslararası hukukta ve Avrupa Birliği belgelerinde kastedilen haklar bunlardır. Kolektif haklar ise idari haklardır. Özerklik, federasyon gibi hakları içerir. Bu anlamda azınlık hakları bireysel haklardır. Kolektif haklar azınlık bireylerinin değil "halkların" (1) haklarıdır. Kolektif hakların insan-vatandaş hakları anlamında şahsi haklarla çatıştığı durumlar da söz konusu olabilir. Bir azınlık grubu kendisine ve üyelerine verilen hakların korunması için devletten kendi kolektif haklarına dışarıdan müdahalenin önlenmesi (bu zaten azınlık haklarının özüdür) ve kolektif hakların grubun kendi üyelerine karşı da korunması talebinde bulunur. Burada grup kendi içinden gelebilecek bir muhalefeti devletin de desteğiyle engellemek istemektedir. Bir dinsel grup bu şekilde topluluğun kurallarına muhalefet eden üyelerine yaptırım uygulayabilir ya da kendini savunma mekanizması geliştirmiş olur. Örneğin Kanada'daki Hutterity Kilisesi grubu ve ABD'deki Amish cemaati dış dünya ile fazla temas edip grup kurallarına isyan edebilecekleri endişesi ile çocuklarını 16 yaşından evvel okuldan alabilme hakkına sahiptirler. Bu hakkı federal hükümet ile yapmış oldukları eski antlaşmalardan alırlar. Bu tip kolektif haklar birey haklarıyla çelişmektedir çünkü kolektif haklar adına bireylerin eğitim görme hakları ellerinden alınmaktadır. İlginç bir şekilde Osmanlı İmparatorluğu'nda da buna benzer bir sistem vardı. Osmanlı yapısı içinde bireyler "milletleri" (dini cemaat kategorisi) içinde ele alınıyordu. Bir milletin üst düzey ruhbanı kendi cemaatinden bir kimsenin cemaat kurallarını ihlal ettiğini gördüğü zaman o kişiye karşı devlet gücü yardımıyla yaptırımda bulunabiliyordu. Grup haklarının bu örneklerde de görüldüğü gibi birey haklarından önce geldiği durumlar eleştirilmektedir.
3-ÖZEL GRUP HAKLARI (UYGULAMADA KOLEKTİF HAKLAR)
Uluslararası hukukta ve genelde (yukarıda da açıklandığı gibi uluslararası hukukta ve AB'de "azınlık grubu" değil "azınlığa mensup birey" hakları söz konusudur) olmasa da kimi federatif-çokkültürlü toplumlarda (aslında hemen hemen bütün toplumlar fiilen çokkültürlüdür) ulusal düzeyde bazı etnik-dini gruplara hak tanındığı görülür. Bu hakları ise 3 gruba ayırmak mümkündür:
3.1-Özel Yönetim Hakları (Self-Government): Grup kendi kendini yönetir. Grup siyasi-bölgesel idari özerkliğe sahiptir ve/veya bazı konularda kendi kararlarını merkezi hükümete bağlı olmaksızın alabilir. Bu hak biçimi azınlığın kendini çoğunluktan ayırma yöntemlerinden biridir ve azınlıkla çoğunluğun birlikte yaşaması için başka bir yol kalmaması durumunda başvurulan bir yöntemdir. Devletler özellikle bölgesel düzeyde özel yönetim hakkı vermek örneğin federal sisteme geçmek konusunda oldukça isteksizdirler. Bunun toprak bütünlüğünün parçalanmasına yol açmasından çekinirler. Bu yüzden devletler kendi adlarına üniter sistemi tercih ederler. Özel yönetim hakları her zaman ayrılıkçılığa bölünmeye yol açar diye bir kaide de yoktur. Aksine sosyal entegrasyonu ve siyasal birliği sağlayıcı etki yapabilir. Çünkü çoğunluk ile azınlık arasındaki önemli bir gerilim meselesi ülkenin toprak bütünlüğü bozulmadan sağlanmış olur. Ancak ülke koşullarına bağlı olarak bu sistemin başarısız olması da mümkündür.
3.2-Etnik/Dinsel Haklar: Bazı gruplar kendi kültürlerinin devletçe desteklenmesini ister. Kendi geleneklerini uygulayabilmek için genel kanuni kurallardan bağışıklık talep ederler. Örneğin ABD ordusunda görevli Yahudilerin askeri hizmet sırasında yarmulka(küçük yahudi takkesi) takabilme talepleri gibi. Burada topluluğa katılmaktan çok kendini tecrit amaçlanmaktadır. Bu tip haklar genellikle bir devletin kurulması aşamasında verilen haklardır. Örneğin Amishler kendi grup haklarını ABD'ye katılmanın bir karşılığı olarak elde etmişlerdir. Bu tip hakların sonradan verilmesi ise pek söz konusu olmamaktadır. Bu duruma örnek olarak da Batı Avrupa ülkelerindeki Müslüman göçmenlerin türban takarak okula gitme taleplerini gösterebiliriz. Bu talepler olumsuz cevap almışlardır.
3.3-Özel Temsil Hakları: Dezavantajlı gruplar demokratik ülkelerde bile sayılarıyla orantılı olarak temsil edilemezler. Kendilerine temsil kontenjanı tanınmasını isterler. Ancak bu hak özel yönetim hakkından farklıdır çünkü grup "dışarıdan" yönetilmeyi kabul etmektedir ve bu açıdan özel temsil hakkının özel yönetim hakkına karşı bir alternatif olduğu söylenebilir. Özel grup haklarının ülke-toplum bütünlüğünü pekiştirici ya da zayıflatıcı olup olmaması: - Azınlığın çoğunluğa katılmayı/birlikte yaşamayı isteyip istememesine, - Azınlıklara-gruplara verilen hakların ülkenin sistemini doğrudan etkileyip etkilememesi ve bu etkinin derecesine, (idari anlamda bir etki olabilir) - Çoğunluğu azınlığın kriterlerine göre yaşamaya yöneltip yöneltmemesine bağlıdır. (örneğin çok-dinli bir ülkede toplum yaşamının düzenlenmesinde bir dinin ya da mezhebin kurallarının öne çıkması)
III-GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE AZINLIKLARIN ve AZINLIK HAKLARININ KORUNMASININ TARİHÇESİ:
Dinsel azınlık anlayışı 16. Yüzyıldan itibaren reformasyon ve laikleşme hareketlerine bağlı olarak ulusal azınlık anlayışına dönüştü. Ulusal azınlık kavramı daha sonra çokuluslu Avusturya-Macaristan ve Rusya'daki fikir akımları ve olaylar sonucu gelişti. Bu konunun siyasal ve diplomatik açıdan önem kazanmasının 3 temel sebebi: a-Ulusal azınlık kavramının doğduğu iki ülke olan Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun dağılması ve Rusya'daki karmaşa b-Barışçı ve sosyalist grupların azınlıkların statüsünün tanımlanması çabaları c-I.Dünya Savaşı galiplerinin savaş sonrasında ortaya çıkan sınır değişikliklerinin yaratacağı sorunlar konusundaki endişeleridir. Azınlıklar konusuna olan bu ilgi ABD'de de ortaya çıkmıştır. Zaten Wilson planının ilkeleri de ABD'nin azınlıklar konusunda yaptığı araştırmaların bulgularına dayanmaktadır. I.Dünya Savaşı'ndan sonra galip devletler Milletler Cemiyeti bünyesinde azınlıkların korunması için önemli aşamaların kaydedilmesini sağladılar. Ancak Milletler Cemiyeti'nde alınan bu kararlar evrensel ve standart değildi. Galip Batı Avrupa devletleri kendilerini ve Almanya'yı yükümlülüklerden muaf tutmuşlardı. Azınlıklarla ilgili yükümlülükler bu dönemde Doğu Avrupa ülkeleri ve Osmanlı Devleti için geçerli idi. Olayı Osmanlı açısından ele aldığımızda, Avrupalı devletler uzun bir süredir Osmanlılara azınlık hakları konusunda baskı yapıyorlardı. Doğu Avrupa'da ise devletler bu düzenlemeyi istemeyerek de olsa kabul ettiler. Ancak fiilen uygulamama şansını iki dünya savaşı arası dönemde yaşanan ekonomik kriz ve hemen yanı başlarındaki Almanya'da yükselen ırkçılık akımı sayesinde yakaladılar. Bu durumda İngiltere'nin kendi İrlanda sorunu yüzünden azınlık hakları konusunda fazla ısrarcı olamaması da etkili oldu. Osmanlı Devleti'nin devamı olan Türkiye de Lozan'ın azınlıklar konusunda getirdiği bazı yükümlülüklerden çeşitli şekillerde fiilen muaf olmayı başardı. Örneğin Lozan'ın İmroz ve Bozcaada Rumlarına yerel özerklik veren 14. Maddesi yerel cemaatin de bu yöndeki tutumuna bağlı olarak hiçbir zaman uygulanmadı. Batı uzun süre azınlık haklarını daha çok kendi dışındaki ülkelere karşı bir dış politika malzemesi olarak kullandı. Azınlık ve insan haklarının daha samimi bir şekilde ele alınması ise ancak 1990'lara doğru Avrupa kamuoyunun bu konularda siyasetçilere baskı yapması ve AB'nin kurulması sayesinde oldu denilebilir. Şu an gelinen noktada insan hakları ve azınlıklar konusu AB'nin dış politika ve genişleme kriterleri arasında üst sıralarda yer almaktadır. Bu insanlık adına da oldukça önemli bir gelişmedir. Dünyada 1990 sonrasında insan ve azınlık hakları mekan olarak genişledi; eski sosyalist ülkeler uluslararası örgütlere girme isteklerine bağlı olarak insan ve azınlık haklarına saygı gösterme ilkesini kabul ettiler. Uluslararası göç dalgaları da bu konunun önem kazanmasında etkili oldu. Asya ve Afrika ülkelerinden Avrupa'ya gelen göçmenler kalıcı idiler ve azınlık haklarına tam olarak sahip olamasalar da fiili azınlık grupları oluşturdular. Pek çok Üçüncü Dünya ülkesi Batı desteğini sağlamak için çok partili sisteme geçtiler. Bu insan ve azınlık haklarına verilen önemi nispeten arttırdı. Diğer yandan azınlık hakları niteliksel açıdan da güçlenmeye başladı; ayrımcılığın önlenmesinden azınlıkların korunmasına doğru bir gidiş görülüyor. Azınlıkların korunması konusunda devlete "engellememe" görevi veriliyordu, şimdi gitgide "yardımcı olma" görevi veriliyor. Yalnızca vatandaşların azınlık sayılmasından, vatandaş olmayanların da korunmasına doğru gidiş eğilimi var. Bir devlette azınlık olup olmadığı konusunu, o devletin kendi takdirine bırakıp bırakmama eğilimi de güçlendi. Genel olarak 'ulusal azınlıklar' yada 'etnik azınlıklar' deyimleri kullanılıyor ve bu azınlıkların kültür, din ve dil açısından çoğunluktan farklı olduğundan söz ediliyor. Böylece bir sözleşmeyi imzalayan ülkenin 'Benim iç mevzuatıma göre bende azınlık yoktur' demesi bir şey ifade etmiyor. Belki de en önemlisi AGİK çerçevesinde yapılan 1991 Cenevre Uzmanlar Toplantısında açıkça ilan edilmiştir ki, ulusal azınlıklar konusu artık 'milli yetki'ye dahil sayılmamakta, yani ülkelerin iç işleri kabul edilmemektedir. Bu konu artık "meşru uluslararası ilgi konusu"dur. Bunun yanı sıra şunu da bilmek gerekir ki, Türkiye için bu konunun milli yetki sınırları içinde (yani iç mesele) sayılması hususu ülkemizin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine katıldığı 1954 yılında kuramsal olarak, bireysel başvuruyu kabul ettiği 1987 tarihinde de pratik olarak sona ermiş bulunmaktadır. Bütün bu gelişmeler Türkiye'yi de bağlamaktadır ve yazının geri kalan kısmında bu gelişmelerin yarattığı etkiler ışığında yorumlar getirmeye çalışılacaktır.
IV-AVRUPA BİRLİĞİ'NDE AZINLIKLAR:
1- GENEL DURUM:
AB içerisinde 40 milyon kişi içinde yaşadıkları AB üyesi devletlerin resmi dillerinden başka bir dili anadil olarak konuşmaktadırlar. AB Komisyonu tarafından 1996'da basılan "Euromosaic" incelemesine göre AB içerisindeki 48 azınlık dilin-den 23 tanesinin ya "sınırlı" yaşama şansı vardır ya da "hiç" yoktur. Diğer 20 azınlık dilinin ise "tehlikede" olduğu düşünülmektedir. AB içerisindeki "azınlık/bölgesel diller" yanında, "bölgesel olmayan" Çingene (Gypsy) ve Yidiş dilleri de mevcuttur. AB'nin geleceğine dönük model arayışları içerisinde azınlıklar konusuna da önem verilmektedir. Farklı etnik kimliklerin de AB'nin bütünleşmesi (hem genişleme hem de derinleşme anlamında) sürecine dahil edilmesi amaçlanmaktadır. Bu oldukça gerçekçi gözüken model arayışı, Avrupa'da barışı ve istikrarı tehdit eden savaşlar ve yerel çekişmelerin egemen devletlerin egemenlikleri altında tuttukları halklar ve azınlıkların kendi kaderlerini tayin etme istek ve ira-delerine karşı gösterdikleri hoşgörüsüzlükten beslendiği düşüncesine dayanmaktadır. Bu yüzden istikrarsızlıkları önlemek için etnik azınlıkların da AB bütünleşmesi sürecinde hesaba katılması gerektiğine inanılmaktadır. Günümüze kadar Avrupa'da sağlanan tüm önemli gelişmelere rağmen, AB içerisinde bile hala azınlık hakları ile ilgili sıkıntılar vardır. Bazı AB ülkeleri açıkça azınlık karşıtı politikalar uygulamaktadırlar. Örnek vermek gerekirse, Yunanistan'ın Arnavutlar, Makedonlar gibi azınlıkların varlığını kabul etmekte pek de istekli olmadığı açıktır. Aynı şekilde Müslüman Türk azınlığa ve Bulgarca konuşan Pomaklara karşı ayrımcı politikalar izlemektedir. Yunanistan AB içerisinde kendi ülkesinde Avrupa Azınlık Dilleri Ofisi'nin bir şube açmasına izin vermemiş olan tek ülkedir. Diğer bir tipik örnek olarak da Fransa'yı verebiliriz. Ulus-devlet yapısına özel önem veren Fransa Baskların, Bretonların, Alsaslı Almanların, Katalanların, Korsikalıların, Hollandalı ve Provence'lı azınlıkların temel kültürel ve dilsel haklarını reddetmiştir. Fransa'da azınlık dillerinin kullanımının, Fransızcayı tek resmi dil olarak kabul eden Fransız Anayasası'nın 2.maddesini ihlal ettiği düşünülmektedir. Ancak bu politikalarda olumlu yönde bir değişim söz konusudur. Fransa 1992 tarihi Bölge ya da Azınlık Dilleri Avrupa Sözleşmesi Mayıs 1999'da imzalamıştır. Böylelikle Fransa ilk defa Fransa'daki çok-dilliliği kabul etmiştir. Hukuksal açıdan baktığımızda ise Avrupa Parlamentosu'nun kültürel ve dilsel zenginliğin altını çizen çeşitli kararları yanında Maastricht ve Amsterdam antlaşmaları da ulusal ve bölgesel farklılıklara saygı duyulmasını talep etmekte ve AB'yi değişik kültürleri desteklemeye sevk etmektedir. Özellikle azınlıklar konusunu ise daha dolaysız bir şekilde 1992 Bölge ya da Azınlık Dilleri Avrupa Sözleşmesi ve 1995 Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi ele almaktadır.
2- BÖLGE YA DA AZINLIK DİLLERİ AVRUPA SÖZLEŞMESİ (1992)
Özel olarak bir azınlık hakları belgesi olmamakla beraber, azınlık dilleri konuşanlar için önemli bir belgedir. Bu sözleşmenin amacı azınlık dillerinin yok olmasını engellemek, onların öğretimini, sosyal ve ekonomik boyutu da içerecek şekilde kamu hayatındaki sözlü ve yazılı kullanımlarını teşvik etmektir. Sözleşme etniklikten çok kültürel-dilsel boyutu öne çıkarmaktadır. Azınlık dilleri ya da bölgesel diller Avrupa kültürel mirasının bir parçası oldukları için koruma altına alınmaktadırlar. Bu sözleşme Avrupa'da kültürlerarası anlayışın geliştirilmesinde Konseyin attığı önemli bir adımdır. Sözleşme azınlıklar için bireysel veya kolektif haklar getirmemektedir. Sözleşmenin birinci kısmı azınlık dillerini "konuşanlarının sayısının bu dillerin konuşuldukları ülkenin geri kalan nüfusundan az olan ve resmi-olmayan diller" olarak tanımlamaktadır. Resmi ülke dilinin lehçeleri ve göçmenlerin dilleri bu tanım dışında bırakılmaktadır. Ancak hangi dilin azınlık dili sayılması gerektiği konusunda kesin sınırlamalar getirmemekte ve bu konuda ve anlaşma maddelerinin uygulanmasında imzacı devletlere önemli esneklikler tanımaktadır. Ancak imzacı devletlerin hangi dilleri azınlık dili olarak kabul edeceklerini açıkça belirtme yükümlülükleri vardır. Resmi dillerin şiveleri ve göçmen dilleri sözleşme kapsamı dışında kalmaktadır. Bu duruma göre Almanya'da konuşulan Türkçe sözleşmenin kapsamına girmezken Yunanistan'da konuşulan Türkçe sözleşme kapsamında yer almaktadır. Devletler ayrıca sözleşme maddelerinin uygulanmasını takip eden Genel Sekreterliğe periyodik ve kamuoyuna açık raporlar sunmak zorundadırlar. Bu raporlar daha sonra bir uzmanlar komitesi tarafından değerlendirilmektedir. AB üyesi olmayan ülkelerin de sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarih olan 1 Mart 1998'den itibaren bu sözleşmeye katılabilme imkanları vardır. Şu an sözleşmenin yürürlükte olduğu ülkeler aşağıdaki gibidir: Hırvatistan, Finlandiya, Macaristan, Liechtenstein, Hollanda, Norveç, İsviçre. Sözleşmeyi ayrıca Avusturya, Kıbrıs, Danimarka, Lüksemburg, Malta, Romanya, Slovenya, İspanya, Makedonya, Ukrayna ve Fransa da imzalamıştır. AB Türkiye'den bu sözleşmeye uymasını beklemektedir.
3-ULUSAL AZINLIKLARIN KORUNMASI ÇERÇEVE SÖZLEŞMESİ (1995)
1993 Viyana Deklarasyonu'nun bir sonucu olarak, Avrupa Konseyi 1992 Bölge ya da Azınlık Dilleri Avrupa Sözleşmesi'nden sonra ve 1995 Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi'ni kabul etmiştir. Her iki sözleşmeyi onaylayan devletlerin sayısı bu sözleşmelerin yürürlüğe girmeleri için gerekli olan sayıya ulaşmıştır. Kolektif değil, bireysel olarak kullanılabilecek haklardan söz eden Çerçeve Sözleşmesi azınlıklara mensup bireylere kendi dillerini öğrenme, bu dilde bilgi edinme, yayın yapma, eğitim kurumları açma, ad ve soyadı kullanma, gerçek ihtiyaç halinde yerel idari makamlarla ilişkilerini azınlık dilinde yürütme, bu dilde sokak adları kullanma gibi haklar vermektedir. Sözleşmenin ülke topraklarının nerelerinde ve kimler için geçerli olacağı imzacı ülke tarafından belirtilecektir. Örneğin Almanya Sözleşmeyi ülkesinde yaşayan Türkleri dışarıda bırakan bir beyanla onaylamıştır. Bu bildirimi geri almak mümkündür, ama bu geri alma ancak 3 ay sonra geçerli olmaya başlayacaktır. Sözleşmeden her zaman vazgeçmek mümkündür, ama bu da bildirimden 6 ay sonra geçerli olacaktır. 1 Şubat 1998'de yürürlüğe giren bu belgeyi Türkiye imzalama-mıştır.
NOTLAR:
1-Halk azınlığa göre daha güçlü bir vurguya sahiptir çünkü içinde self-determinasyon hakkına sahip olmayı da taşır. Bu yüzden bazı azınlıkların milliyetçileri kendilerinin azınlık olarak değil de halk olarak kabul edilmelerini isterler. Devletler yerli etnik gruplar hariç, self-determinasyon hakkını da içerecek şekilde "halk" tanımlamasını azınlıklar için kullanmaktan kaçınmışlardır.
SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA:
* Christiane Duparc, Avrupa Topluluğu ve İnsan Hakları, Avrupa Komisyonu Yayını, Ekim 1992 Avrupa Birliği Komisyonu,
* Avrupa Birliği ve dünyada insan hakları, Avrupa Birliği Bülteni Ek3/95, Birikim Yayınları,
* Birikim Dergisi Etnik Kimlik ve Azınlıklar Özel Sayısı, Mart-Nisan 95, No:71-72
* Peter Alford Andrews, Türkiye'de Etnik Gruplar, Birinci Baskı, Ant Yayınları, İstanbul, Aralık 1992
* Radikal Gazetesi
* Ayyıldız Gazetesi
*İnternet:
www.uoc.es/euromosaic
www.eureptr.org.tr
www.coe.fr/eng/legaltxt/148e.htm
European Charter for Regional or Minority Languages
www.riga.lv/minelres/coe/RML_exr.htm
European Charter for Regional or Minority Languages Explanatory report
http://ue.eu.int/pesc/human_rights/main99.asp?lang=en (EU Annual Report on Human Rights )
www.tosav.org
www.lib.byu.edu/~rdh/wwi/1918p/lausanne.html (Lozan Antlaşması'nın İngilizce Metni)
+''+Argun Başkan