Ahmet Mithat’ın Yaşamı ve Eserlerindeki Soruların Yanıtı

Bak Zara, K.B.Üniversitesi Doktora Öğrencisi

p>

T'ımıj Hamışe, K.B. Üniversitesi Yüksek Lisans Öğr.

p>

Anavatanda yaşayan aydınlar son zamanlarda Türkiye'de Adığelerin ürettiği sanat ve edebiyat yapıtlarını merak etmeye başladılar. Gerek Adığe Mak (Maykop), gerekse Adığe Psale (Nalçık) gazetelerinde ve edebiyat dergilerinde Türkiye'de yetişmiş olan Adığe yazarları tanıtılıyor, yapıtlarından örnekler veriliyor. Yazarları ve sanatçıları etkileyen olayların izi sürülüyor. 1864 sonrasında üretilmiş olan yazılı ürünler Adığece'ye kazandırılmaya çalışılıyor.

+''+

Bu konuda bazı araştırmacılar Adığece yazılmayan bir eserin Adığe edebiyatı sayılmayacağı tezini öne sürüyor. Bazıları ise, her ne kadar edebi eserin üretildiği dil Adığece olmasa bile yazar bildiği, etkilendiği, yaşadığı olayları anlattığına göre bu yapıtlarda Adığe kültürünü ve ütopyasını bulmanın mümkün olduğunu öne sürüyor, böyle yapıtlara sahip çıkıyor.

Aşağıda sunacağımız çalışma, Khabardey-Balkar Üniversitesi Adığe Dili ve Edebiyatı öğretim üyelerinden Bak Zera ile T'ımıj Hamışe'nın Ahmet Mithat (Hağur) Efendi hakkındaki bir çalışmaları. İlginç bulacağınızı umuyoruz.

Biz Adığelerin ağaç kovuğundan çıkmadığımızı, diğer halklar gibi bir geçmişimizin olduğunu şu son yıllarda, gecen yüzyılın doksanlı yıllarında söyleyebilmeye başladık, daha da önemlisi yazın alanında ürünlerimizin olduğunu özgürce yazıyor ve söylüyoruz artık. Bu özgürlük bize, uzun yıllardır Adığelerin birlikte yaşamlarını sürdüregeldikleri halkları, bölgeleri araştırma fırsatı verdi. Bu güne dek bizim için kapalı olan kapıların açılmasıyla başka ülkelerde yaşamış edebiyat, sanat ve bilim alanında üretmiş oldukları ürünleri dünyaya yayılmış olan Adığeleri daha iyi tanıma isteği bizi bu çalışmaya iten. Üzülerek söylemeliyiz ki uzun yıllardan bu yana birbirinden koparılmış ve iletişim olanaklarından yoksun olarak yaşamak zorunda kalan bu halkın farklılıklarının oluştuğu da kuşku götürmez bir gerçek. Bunun için başka ülkelerde yetişen ve ünlenmiş olan hemşehrilerimiz ve yapıtları için "Bizim mi, yoksa yaşadıkları ülkenin mi?" diye bugün sorulmaya başlandı.

Bize göre, bu konuya başka türlü bakmak gerekir. "O Adığe değildi, ya da Adığeliği yoktu" şeklindeki bakış açıları doğru değil. Sonra, yazar ile onun üretmiş olduğu ürünler arasında kopmaz bir bağın olduğunu da kabul etmek gerekir. İnsanın düşüncesi, kavrayışı bir şekilde donup kalmaz; bunların farklılaşması zamana ve içinde yaşadığı dünyadaki değişimlere bağlı. Bunu edebi yaşamları uzun sürmüş olan yazarlarda görmek olası. Türk edebiyatının bugünkü yolunu çizmiş olanlardan Ahmet (Hağur) Mithat'ı da bunların birisi olarak kabul edebiliriz.

XIX yüzyılın sonu ile XX. Yüzyılın başlarında yaşamış olan Adığe yazarı ve yenilikçisi Ahmedıko Yuri (Kazbek) Türkiye'ye gider. Çalıştığı gazete için "Baştanbaşa Dünya", "İslamiyet" adında dizi yazılar hazır, Sultan II. Abdülhamit, Dışişleri Bakanı Tevfik Paşa, Çerkes kökenli olan Ahmet Mithat'tan demeçler aldı.1 Bir gün Ahmedıko, Rus gazetecisi V. Osipov ile birlikte Ahmet Mithat'ın yanına gitti. Daha sonra Yure o buluşmanın anılarını şöyle yazmıştı:

"İnsanın alın yazısı çok ilginç. Yaşam ilginç oyunlar oynuyor insana. Bak, sözgelimi ben de, yanındaki arkadaşın da, Osipov'a döndü, Kafkasya'da yaşayan Adığe halkındanız. İkimizde yazarız, ancak başka başka ülkelerde yaşıyoruz ve kendi dilimizle yazmıyoruz. Doğru 0değil mi? dedi ve yazar bana baktı. Sen anımsıyor musun bu şarkının nasıl başladığını? dedikten sonra bozuk olsa da içtenlikli bir şekilde Adığece olarak şarkı söylemeye başladı.

-Dur, dur dedim, Mithat'ın söylemeye başladığı "zepedzıj" ile başlayan, Kafkasya'da yaşarlarken söyledikleri şarkıyı sonuna kadar okudum.

Yazar bir süre suskun kaldı, onun neler düşündüğünü anlamak mümkün değildi. Kim bilir, kalbi terk ettiği ülkesine gitmiş de olabilirdi, onun dağlarına..."2

Yazarı o kadar düşündüren şeyin gizini açıklayabilmenin yolu da, bu yazının başlığında sorduğumuz sorunun yanıtını verebilecek olan da, bize göre, yazarın yaşamında gizli.

BİR YAŞAM, FARKLI İKİ ZAMAN

Ahmet (Hağur) Mithat Türkiye'nin ilk yazarlarından biri. Uzun zaman ve üretken olarak edebiyata hizmet etti: Kitap ve risaleleriyle birlikte yüzelliye yakın eser bıraktı.3

Fakat sayı değil en önemli olan. Önemli olan hemşehrimizin Türk edebiyatında yeni çığır açmış olması. Yakın Doğu ülkelerinin edebiyatlarının gelişimini araştıran Alkayeve L. O., Ahmet Mithat için "Türk edebiyatında büyük sorunları ilk kez roman ve öykülerine konu edinen yazar"4 olarak tanımlıyor.

1828-1829 yılında meydana gelmiş olan Rus-Türk savaşından sonra Andrianapol Barış Anlaşması yapıldı. Rusya, Karadeniz sahillerini baştan başa egemenliğine almıştı. Çar, Yukarı Kafkaslarda yaşayan Adığe halkına, buraları da kendi egemenliğine almak için; "Psıj (Kuban) steplerine ineceksiniz" dedi. Avrupa ülkeleri de bu görüşü benimsedi "Çar ve generalleri de 1764-1864 yılları arasında Yukarı Kafkas'ı almaya yönelik olarak yaptıkları savaşın gerekçesi buydu."5 O anlamsız anlaşmaya, özgürlüklerinin ellerinden alınması nedeniyle, Adığe halkı karşı çıktı. Fakat her yönüyle donanımlı olan Çar ordusuna yenildiler. Halkımız iki seçenek arasında bırakılmıştı. Ya Çar'ın buyruğu altına girecek, ya da ülkesini terk edecek. Ünlü Türk yazarı Ahmet Mithat'ın babası Süleyman da ikinci seçeneği tercih edenlerdendi. Ünlü yazarın babasının Dağıstan kökenli olduğunun iddia edilmesinin nedeninin, Süleyman adından kaynaklandığını sanıyorum. Bu savın doğru dürüst bir dayanağı yok. Bilindiği gibi Karadeniz kıyısında yaşayan Adığelerle, Türkler ve Kırım Tatarları arasında ilişkiler vardı.

İzzet (Çuşha) Aydemir'e göre "Hağur Süleyman, Anapa yakınlarında bir Şapsığ köyünden".6

"Ahmet Mithat'ın annesi Nefise hanım Hağur Hüseyin ile evlidir. 1828'de dört yaşında, İbrahim adında bir çocukları vardır. Hağur Hüseyin, Anapa kalesi düşünce ailesini, yanında çalışmakta olan Süleyman'la birlikte Türkiye'ye gönderiyor, kendisi savaşmak için orada kalıyor. Aile Sinop'a, oradan da İstanbul'a gelerek Tophanede, Lüleciler caddesinde, Kumbaracı yokuşundan çıkarken Hacı Mimi Mahallesinin Örtme Altı sokağındaki bir eve yerleşiyor.

Süleyman ağa evin alt katında oturmaktadır ve Nefise Hanım'ın hizmetindedir. Varlıkları erimeye yüz tutmuştur. Nefise hanım bekar çamaşırı dikmekte, Süleyman ağa da bu gibi şeylerin satışıyla meşgul olmaktadır. Konu komşu, Nefise Hanım'ın onunla evlenmesini uygun bulur. Yapılan nikaha rağmen Süleyman beyle hanımı bir süre karı koca hayatı yaşayamıyor. Nihayet bu birleşmeden 1844'de annesinin 16. ve son çocuğu olan Ahmet Mithat doğuyor."7

"1851-1855 yıllarında Mısır çarşısında bir aktarın yanında çalışıyor. Dükkan komşusu Hacı İbrahim Efendi'den Kur'an ve Türkçe okuma-yazma öğreniyor. Galata'da bir frenkten Fransızca öğreniyor."8 1865 yılında babası ölüyor, Vidin Voyvadası (Müdür) olan İbrahim ağa (ağabeyi) aileyi yanına alıyor. Ahmet Rüştiye'yi Vidin'de bitiriyor. Mithat Paşa'nın hocası Fransız olan Luka Mamuryan'dan Fransızca dersleri alıyor.

Zeki ve çalışkan olan Ahmet Mithat'ın farkına varan Mithat Paşa ona iş veriyor. Ahmet Mithat, Rusçuk'ta "Tuna" gazetesinde, din, edebiyat, ülke sorunları hakkında yazı yazmaya başlıyor. Şinasi, Namık Kemal, Ebu Ziya Tevfik gibi yazarların ürünleriyle tanışıyor. Bu insanlar ülkenin içinde bulunduğu bitmek tükenmek bilmeyen savaşların nedenleri üzerinde düşünen, Avrupa'da oluşan yenilikleri ülkelerine taşımak için savaşım veren insanlardı. Değişik söylem yöntemleri geliştiriyorlar, böylece de sansürden kısmen de olsa kurtuluyorlardı. "Dil ve eğitimin değiştirilmesini, padişahın yetkilerinin sınırlandırılmasını, anayasa yapılmasını, batı ülkelerinin uygarlığının kabul edilmesini istiyorlardı". 9

Ahmet Mithat'ın yaşadığı zamanlarda Osmanlı İmparatorluğu'nda büyük değişikler oldu. 60'lı 70'li yıllar onun en güçlü yıllarıydı. Pek çok insanın uyanmasına öncülük eden Türk aydınlarından korkmaya başlayan Padişah, "özgürlüklerde kısıtlamalara gitmeye" karar verdi. Bu olaylar, 50'li 60'lı yıllarda Rusya'da meydana gelen olaylarla çok ilginç bir şekilde benzeşiyor. "Son ikiyüz yıldır Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu reform ve yenilik hareketiyle uğraştı durdu",10 diyor felsefe doktoru Meduşevski Andrey. Bilim adamı her iki ülkede daha sonra meydana gelen değişimlere de değiniyor ve aynı cepten çıkmışlarcasına benzeşmelerine dikkat çekiyor.

Ahmet Mithat'ın yazdıklarıyla, Türk tarihi öylesine özdeş ki, Türk tarihini bilmeden onun yaratıcılığını anlamak zorlaşır. "Tanzimat" adı verilen yenileşme hareketi 1839 yılından başlayarak 1876 yılına dek sürmüştür. 3. Selim ile 2. Mahmut'un reformları da bununla benzeşmektedir. Ama bunlar daha etkili reformlardı. Feodalizm yavaş yavaş tasfiye edilerek özgürlükçü burjuvazi düşünceleri egemen olmaya başladı. 1839 yılında, 1. Abdülmecit döneminde Mustafa Reşit Paşa'ya hazırlatılan ve ülkenin yeni programı olarak kabul edilen "Gülhane-i Hattı Şerif" okundu. Böylece "Tanzimat Edebiyatı" doğdu. Programda kabul edilmiş olan pek çok madde daha sonra hayata geçirilmemiş olsa da, "Hattı Şerif" de belirtilmiş olan insan haklarını pek çok kişi yeni duymuştu. Yönetim, "insanların özgür olarak yaşamalarını, Osmanlı topraklarında yaşayan halkların mal ve can güvenliklerinin emniyette olduğunu, halklar arasında ayırım yapılmaksızın vergide adaletin sağlanacağını, köleliğin kaldırıldığını, askerliğin kısaltılacağını, mahkemelerin reformize edileceğini, tutuklananların mülklerinin güvencede oluğunu, müsadere edilemeyeceğini, din ve milliyetine bakılmaksızın İmparatorlukta yaşayan halkların eşit sayılacağını ilan etmişti".11

Değişim ve gelişim için yapılması gerekenler gerçekleştirilemedi. Sultan'ın yetkilerinin daraltılmasına ve feodalizmin tasfiye edilmesine sıra gelmeye başlayınca, saray bu reformları yapmak için görevlendirilenleri görevlerinden almaya başladı. Mustafa Reşit Paşa, Veziri Azamlık'tan azledildi, arkadaşları devlet görevlerinden uzaklaştırıldı. Tanzimatla kabul edilen pek çok yenilik bir biri arkasından iptal edildi, hayata geçirilmedi.

1853-1856'da Kırım Savaşı'ndan sonra ülke gerçekten zor duruma düştü. Ordu büyük yenilgiye uğramıştı. Kafkasya ile ilgili planlarda böylece suya düştü, buraları Rusların eline geçti.

Ahmet, Rusçuk'ta bulunduğu sıralarda vatanını terk etmek zorunda kalan hemşehrilerinin Osmanlı İmparatorluğu'nun pek çok bölgesine dağılmakta olduğunun farkındaydı. Vatanlarını terk etmek zorunda bırakılan Çerkesler çoğunlukta Anadolu'ya kabul ediliyorlardı. Balkanlarda da sürgün Adığelerin sayısı az değildi. O zamanlarda Ahmet de, arkadaşları da insanlara nasıl yardım edeceklerini, yaşam koşullarını nasıl iyileştireceklerini düşünüyorlardı. Türk aydınları, pek çok çalışan insana önderlik yapmaya başlayan Fransız, İngiliz ve Alman düşünür ve ekonomistlerinin düşüncelerinden etkilenmiyor değildi. Onlar ülkenin insanlarını uyandırmanın yollarını aramaya başlıyorlar. Bu iş için en iyi yol, onları, içinde bulundukları karanlıktan eğitim ile çıkarmaktı. Ahmet ile arkadaşları bu konuda çalışmak için sözbirliği ediyorlar.

1866 yılında Ebu Ziya Tevfik ile birlikte Ahmet de İstanbul'a dönüyor ve "Yeni Osmanlılar" gurubunun içinde çalışmaya başlıyorlar. Aydınlar ve reform taraftarı olanlar bu birlik etrafında toplanıyorlardı. Çoğu genç olmasına karşın siyaset ve edebiyatta Namık Kemal, Ali Suavi gibi ünlü kimseler de vardı. Daha sonraları Ziya Bey ve Ahmet Mithat da o gizli cemiyete giriyor. O zamanlarda Adığe delikanlısı "Tasfir-i Efkar" gazetesini çıkarmaya başlıyor.12.

Yeni Osmanlı hareketi her şeyden önce "aydınlatmacı" bir hareketti. "Halkın anlayabileceği şekilde" yazma hareketi ilk kez onlarla başlamıştı. Onların yazılarıyla Türkçe gelişmeye başlıyor. Yenilikçi düşüncelerinden hoşlanmayan Padişah "Yeni Osmanlılar"ı tutuklamaya başlıyor. Bir kısmı yakalanıp zindana atılıyor, bir kısmı da yurt dışına kaçıyor. Ahmet Mithat da vali olarak atanan Mithat Paşa ile birlikte Bağdat'a gidiyor. Ahmet Mithat, İmparatorluğun buradaki işinin Avrupa kıtasından daha zor olduğunu anlıyor.

Ahmet, Bağdat'ta küçük bir baskı makinası ele geçiriyor: Geçimine katkı sağlamaktan ziyade yazdıklarını basmak ve insanlara ulaştırmayı düşünüyor. Hağur, burada herkesin anlayabileceği bir şekilde yazmayı geliştiriyor. Irak'ta "Zavra" adında bir gazete yayımlamaya başlıyor ve Ahmet Mithat'ın ilk hikayeleri burada yayımlanmaya başlıyor. 1870 yılında, hikayelerinden oluşan "Hace-i Evvel" adındaki kitabı basılıyor.

70'li yıllarda Padişah, kendisine soluk alma fırsatı vermeyen "Yeni Osmanlılar" hareketine son vermek istiyor. Ahmet, Asya'da çalışıyordu, Namık Kemal ve Ziya Paşa Londra'ya kaçtı, daha sonra Çenova'da "Hürriyet" gazetesini çıkarmaya başladılar. Devletin af etmesiyle yeniden yurda döndüler. Ahmet Mithat da İstanbul'a geliyor. 22 Nisan 1871'de Ceride-i Askeriyye Baş yazarlığını yaparken Basiret'te de yazılar yazıyor. İbret gazetesinin idareciliğini yapmaya başlıyor. 1872'de "Dağarcık", "Kırk Ambar" dergileri ile "Devir" gazetesi basılıyordu. Ahmet Mithat yayınlarında ülke sorunlarını dile getiriyordu: Eğitimin yaygınlaştırılması, yasaların çıkarılması, baskılara son verilmesi için caba gösteriyordu.

Ahmet Mithat Dağarcık'ta yazdığı bir yazı nedeniyle tutuklandı, 1873 yılında Rodos'a sürüldü. Onun arkasından da Namık Kemal ve Ebu Ziya da Kıbrıs sürgüne gönderildi.

"Yeni Osmanlı" hareketinden etkilenen ve düşüncenin taraftarı olan pek çok insan vardı. Bunların hepsini tutuklamak ve sürmek de olası değildi. Tanzimat'la yeni düşüncelere uyanmış olan rüştiye, medrese gibi eğitim kurumlarının öğrencileri gösteriler yapmaya başladılar. 1876 da gösteriler o denli büyüdü ki Padişah, Vezir-i Azam (Başbakan) ile bazı Vezirleri (Bakanları) değiştirmek zorunda kaldı. Fakat gösteri yapanlar bununla da yetinmedi, Abdülaziz tahttan indirildi, onun yerine devlet işlerinden anlamayan 5. Murat tahta oturtuldu.

Reform hareketlerine destek vereceği vaadinde bulunan 2. Abdülhamit 1876 yılında Padişah oldu. İlk önceleri, af edilen Yeni Osmanlı düşüncesi taraflarına ses çıkarılmadı. Fakat daha sonra Abdülhamit sözünde durmadı, basına acımasızca sansür uygulamaya, özgürlükleri kısıtlamaya başladı. 1908 yılına dek süren Abdülhamit dönemi Türk literatürüne "İsdibdat Dönemi" olarak geçti.

Ahmet Mithat Rodos sürgünlüğünde de, daha sonraki günlerinde de yazmaya ara vermedi. Öykülerini topladığı kitabın arkasından "Yeniceriler" adlı romanı geldi. Bundan sonra bir kaç yıl kitap yayınlamadı. 1875 yılında "Hasan Mellah", "Hüseyin Fellah", "Felatun Bey İle Rakım Efendi" romanları yayınlandı.

Ahmet Mithat Türk halkı ve edebiyatı için arı gibi çalıştı. Türk halkını uyandırmak, içinde bulunduğu karanlıktan çıkarmak, eğitmek, dahası bir ulus olduğunu hatırlatmak için bir Adığe insanının yazdıkları Türk edebiyat tarihine altın harflerle yazıldı. Ahmet Mithat, uğruna savaşım verdiği halk hakkını yedi, demiyoruz. İsimleri sayılamayacak kadar çok edebi eser kazandıran bir insana nasıl olur da hakkı verilmez. "Yeniçeriler", "Çengi", "Paris'te Bir Türk", "Kafkas" (4 cilt), "Yeryüzünde Yaşayan Bir Melek", "Gönül Mihnetkeşam", "Hayal ve Hakikat", "Diplomalı Kız", "Jön Türk", romanlarıyla, diğer edebi türlerden olan "Dürdane Hanım", "Sır Ölüm", "Gürcü Kızı Yahut İntikam" onun ünlü eserlerinden bazıları. Gazete ve dergilerde yayımladığı makalelere, Batı edebiyatından çevirmiş olduğu onca eser için de diyecek bir şey bulamıyoruz!

Bu ilginç ve inanılmayacak kadar çalışkan olan insan gazeteciliğinin yanı sıra romanlar yazıyor, çeviriler yapıyor, makaleler yazıyordu. 1908'de, Meşrutiyetin ilanından sonra Ahmet Mithat bir süre İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yaptı. Eğitim ile ilgili pek çok şey yazmaya da zaman buldu. "Osmanlı Tarihi", tarih konusunda yazdıklarının bir örneği. "Yuvarlak Dünya", "Kainat", "Dünya Edebiyatı", "Edebiyat Tarihi" gibi yapıtları da pedagojik eserler arasında. Felsefe ve Din konusunda "Ben Neyim", "Nübüvveti Muhammediyye" gibi yapıtlar verdi. Ayrıca "Kur'an-ı Kerim'in Tefsiri adıyla, Şeyhülislam Musa Kazım Efendi ile yedi yıl çalışarak bir eser vücuda getirdi. Fakat, eser İslamiyeti cumhuriyet olarak gösterdiği için Abdülhamit'in emriyle müsadere edildi."13

"Türk edebiyatı ve kültürü için bu kadar çok çalışan Ahmet Mithat, Adığeler için ne yaptı?" diye bir soru sorulabilir. Zaten şimdiye dek yazdıklarımızın hepsi de bu soruya yönelik olarak verilmesi gereken yanıt içindi. İsterseniz başa, bu yazıda sözünü ettiğimiz 1899 yılına dönelim de Ahmedıko Yure'nın, Ahmet Mithat'ın düşünceleri için söylediği, "onu bu kadar düşündüren neydi? Terk ettiği ülkesi mi, dağları mı?" sözüne dönelim. Bu değildi sanırım onu düşündüren, zaten ülkesini görmemişti.

80'li yıllarda yazarın dünyaya bakışı değişti. Ülkesinden sürgün edilen insanlarla daha çok zaman geçirmeye başlıyor. Zulüm ile ülkelerinden kovulmuş olan halkının Osmanlı topraklarında mutlu olmadıklarını görüyor.

1877-1878 yılında, Rus-Türk savaşından sonra yapılan bir anlaşmayla Balkanlarda ikamet eden Adığelerin tehcir edilmesi sorunu ortaya çıkıyor. Sultan, onları doğuda, egemenliği altında bulunan topraklar içine dağıtmaya başlıyor. Ahmet Mithat'a her gün Adığelerin geldiğini, onların yakınmalarını dinlediğini söylüyor Ahmedıko Yuri. Ahmet Mithat'a yakınırken tanık olduğu ve çok etkilendiği bir olayı şöyle anlatıyor Ahmedıko: "Benim için Kafkasya herşeyden üstün, diyor molla. Bunu herkes bildiği halde yine de binlercesi geliyor. Buraya kaçan on kişiden dokuzu ölüyor, havası yaramıyor"14. Ahmet Mithat, Osmanlıların uyanması ve yaşam koşullarının iyileştirilmesiyle bu topraklar üzerinde yaşayan diğer halkların da bir takım haklar kazanacağına inanıyordu. Ancak bu düşüncesinde yanıldığını daha sonra anladı. Çünkü "Pantürkizm" hareketi başlamıştı.

"Tanzimat edebiyatının yenilikçi düşünce akımından hareket ederek ortaya çıktığını Ahmet Mithat'ın yazdıklarından anlamak mümkün, diyor Ayzenştayn N.A, 80'li yılların sonlarında düşünceleri tamamen değişiyor, İslam'ı savunmaya başlıyor. Batıdan, onun felsefesinden, edebiyatından korkmaya başlıyor Ahmet Mithat. Doğuya aldanmanın ülke yönetimine, halka zarar verecek bir gücün olduğunu düşünmeye başlıyor"15

Hağur'un düşünce hareketini değerlendiren ünlü Türk yazarı Ç. Dino'ya göre, ilk önceleri sosyal yaşamı öğrenerek insanları mutluluğa ulaşabileceğine inan Ahmet Mithat, daha sonra bilimle halkının mutluluğa ulaşabileceğini düşünmeye başladı. Daha başka bir şekilde söylemek gerekirse Tanrı'nın buyruklarını anlayabilmek için bilime gerek vardı. Dino, "medrese ideolojisi ile sert baskıcılığa taraftı", demekle yanılıyor. Bize göre, Türk eleştirmeni çok önemli olan bir hususu gözden kaçırdı. Ünlü yazarı korkutan batının bilimi ve edebiyatı değildi, onu korkutan kendi eliyle besleyip büyüttüğü Türk nasyonalizmiydi. Ulusuna, dinine, rengine bakmaksızın herkesin eşitliğini isteyen ünlü yazarın yaşlılığında, "medrese ideolojisine", ve Sultan'ın sarayından çıkacak anlamsız sözlere kulak kabarttığını söylemek zor. "Tarih-i Umumi" ve "Hace-i Evvel" de çok açık olmasa da ulusalcılığın toplumu böldüğünü söylemekte Ahmet Mithat. "Tarih-i Umumi" de bu tür düşüncelerin tarihe gömüldüğünü anlatıyor.

70'li yılların sonu ile 80'li yılların başlarında tüm şiddetiyle yükselmeye başlayan nasyonalizm hareketinin Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasına neden olacağını anlamıştı ünlü yazar. Ahmet Mithat'ın herkesi İslam'ın etrafına toplamak istemesinin nedeni bunun içindi. Fakat dönmeye başlayan tekerleği, ona ilk hareketi verenler bile durduramazdı artık. Ahmet Mithat'ın korktuğu olaylar gerçekleşecek, nasyonalist hareketlerinin alabildiğine yükselmesiyle altı yüzyıl hükümran olan Osmanlı İmparatorluğu yıkılacaktı.

Çoklarının kabul ettikleri gibi Ahmet Mithat, insanları eğitmekten, yaşam düzeylerini yükseltmek düşüncesinden vaz geçmemişti. Adığelerin başına gelen olumsuzluğun başlıca nedeni olarak okutulmamalarını gösteriyordu. Kahire'de, 1889 yılında kurulmuş olan "Cemiyeti İttihadi Çerkesi" ile ilişki kuruyor. Adığelerin sorunlarını işleyen "İttihat Gazetesi" ni çıkarak Muhammed Fazıl, Barakbeyiko Muhammed'in amaçlarını öğreniyor, kendisi de İstanbul'da bir dernek kurmak için faaliyete geçiyor. Bu amaçla İstanbul'da yaşayan ileri gelen Çerkesleri bir araya topluyor.

Ahmet Mithat, Jön Türkleri örnek alarak 1908 yılında, İstanbul'da "Çerkes Teavün Cemiyeti"ni kuruyor. 1911 yılında Osmanlıca ve Adığece olarak "Ğuaze" gazetesini çıkarmaya başlıyor. Ahmet Mithat, Nuğuç Yusuf Suat, Laşe Tahir Hayrettin, Hunç Hayriye Melek, Tutarışe Aziz, Neney İsmail, Şave Ahmet, Tsey Vumar, Tıme Seyin, Tzağue Ahmet, Varde Ahmet Nuri gibi yazar, entellektüel ve paşaları bir araya getiriyor. Tzağue Nuri, Hayriye Melek Hunç, Şave Ahmet, ülkelerini bırakarak Osmanlı topraklarına gelmemeleri için bir dizi yazı hazırladılar. Ulusun yok olmasına neden olan etmenler "Ğuaze" gazetesinde işleniyordu. Ünlü yazar ve eğitimcinin telkinleriyle Arap abc'si ile Çerkesçe eğitim yapılması için Cavit Ahmet Tharhet Paşa ile Pşıhalıko Ali bir alfabe hazırlıyor. Gazetede örnekleri yayınlanıyor. 1918 yılında ilk kes yayınlanmaya başlayan gazetemiz "Adığe Psale"nin, fazlaca değiştirilmeden, "Ğuaze" de kullanılan alfabe ile basıldığını belirtmeliyiz.

Ahmet Mithat kendi yayınlamış olduğu gazetelerde de Adığelere ilişkin haberlere yer veriyordu. Ünlü yazarın çıkarmış olduğu gazeteler uzun ömürlü olmuyordu. Sert yazıları nedeniyle iki üç aylıkken bile kapatılanlar da olmuştu. Sonra da bir başka gazete çıkarıyordu.

Şunu belirtmek gerekir: Ahmet Mithat yaşam biçimiyle, yaptıklarıyla, Adığelere yapmış olduğu hizmetiyle XIX. yy. ile XX. yy. da yaşamış olan Adığe aydınlıkçılarından sayılıyor. Onun halkına yol göstermesi sadece gazete ve dergileriyle olmadı. Adığelerin ülkelerine geri dönüşleri çeşitli nedenlerle gecikmeye başlayınca, kendilerine yardım etmesi için II. Abdülhamit'e ricada bulunmaya gidenlere olumsuz yanıt vermiş, Ahmet Mithat da diğer halklardan geride kalmadan bir an evvel vatanlarına dönmeleri gerektiğini anlamıştı. Ahmet'in izinden gidenlerden 20'li yıllarda Türkiye'nin vermiş olduğu Kurtuluş Savaşı'na katılanlar olmuş, pek çok yazar, ressam, müzisyen yetişmiş.

Ahmet Mithat, XX. yy.'ın başlarında Çerkes tarihi yazmak için dokümanlar toplamaya başlıyor. Fakat casuslar bunu Abdülhamit'e jurnalliyorlar. Yazar'ın evi basılıyor, dokümanları müsadere ediliyor. Fakat daha sonra "Kafkas" romanını yazıyor. Bunu izliyor "Çerkes Özdenleri" adlı tiyatro eseri. Ahmet Mithat Hağur'un bu tiyatro eseri Gedik Paşa tiyatrosunda sahneleniyor. Oyun oynanırken bir gece tiyatro yakılıyor.

Adığe soyundan olan ünlü yazarın eserlerini toplayıp yeniden değerlendirmek gerekiyor. Hiç kuşku duymuyoruz ki bu ünlü yazarın 150'yi aşan kitap, risalesi ve 800'ü aşan makaleleri içinde Kafkas romanından başka bizimle ilgili olarak yazdıkları vardır. Ahmet Mithat'ın bizimle ilgili olarak yazdıklarını dilimize çevirecek aydın insanları beklediğini unutmamak gerekir.

[Adığece'den Çeviren: Yenemıko Mevlüt]

Büyük Yazarın Düşüncelerine Yön Veren Neydi?

AHMET MİTHAT'IN YAŞAMI

VE ESERLERİNDEKİ

SORULARIN YANITI

Bak Zara, K.B.Üniversitesi Doktora Öğrencisi

T'ımıj Hamışe, K.B. Üniversitesi Yüksek Lisans Öğr.

Anavatanda yaşayan aydınlar son zamanlarda Türkiye'de Adığelerin ürettiği sanat ve edebiyat yapıtlarını merak etmeye başladılar. Gerek Adığe Mak (Maykop), gerekse Adığe Psale (Nalçık) gazetelerinde ve edebiyat dergilerinde Türkiye'de yetişmiş olan Adığe yazarları tanıtılıyor, yapıtlarından örnekler veriliyor. Yazarları ve sanatçıları etkileyen olayların izi sürülüyor. 1864 sonrasında üretilmiş olan yazılı ürünler Adığece'ye kazandırılmaya çalışılıyor. Bu konuda bazı araştırmacılar Adığece yazılmayan bir eserin Adığe edebiyatı sayılmayacağı tezini öne sürüyor. Bazıları ise, her ne kadar edebi eserin üretildiği dil Adığece olmasa bile yazar bildiği, etkilendiği, yaşadığı olayları anlattığına göre bu yapıtlarda Adığe kültürünü ve ütopyasını bulmanın mümkün olduğunu öne sürüyor, böyle yapıtlara sahip çıkıyor.

Aşağıda sunacağımız çalışma, Khabardey-Balkar Üniversitesi Adığe Dili ve Edebiyatı öğretim üyelerinden Bak Zera ile T'ımıj Hamışe'nın Ahmet Mithat (Hağur) Efendi hakkındaki bir çalışmaları. İlginç bulacağınızı umuyoruz.

Biz Adığelerin ağaç kovuğundan çıkmadığımızı, diğer halklar gibi bir geçmişimizin olduğunu şu son yıllarda, gecen yüzyılın doksanlı yıllarında söyleyebilmeye başladık, daha da önemlisi yazın alanında ürünlerimizin olduğunu özgürce yazıyor ve söylüyoruz artık. Bu özgürlük bize, uzun yıllardır Adığelerin birlikte yaşamlarını sürdüregeldikleri halkları, bölgeleri araştırma fırsatı verdi. Bu güne dek bizim için kapalı olan kapıların açılmasıyla başka ülkelerde yaşamış edebiyat, sanat ve bilim alanında üretmiş oldukları ürünleri dünyaya yayılmış olan Adığeleri daha iyi tanıma isteği bizi bu çalışmaya iten. Üzülerek söylemeliyiz ki uzun yıllardan bu yana birbirinden koparılmış ve iletişim olanaklarından yoksun olarak yaşamak zorunda kalan bu halkın farklılıklarının oluştuğu da kuşku götürmez bir gerçek. Bunun için başka ülkelerde yetişen ve ünlenmiş olan hemşehrilerimiz ve yapıtları için "Bizim mi, yoksa yaşadıkları ülkenin mi?" diye bugün sorulmaya başlandı.

Bize göre, bu konuya başka türlü bakmak gerekir. "O Adığe değildi, ya da Adığeliği yoktu" şeklindeki bakış açıları doğru değil. Sonra, yazar ile onun üretmiş olduğu ürünler arasında kopmaz bir bağın olduğunu da kabul etmek gerekir. İnsanın düşüncesi, kavrayışı bir şekilde donup kalmaz; bunların farklılaşması zamana ve içinde yaşadığı dünyadaki değişimlere bağlı. Bunu edebi yaşamları uzun sürmüş olan yazarlarda görmek olası. Türk edebiyatının bugünkü yolunu çizmiş olanlardan Ahmet (Hağur) Mithat'ı da bunların birisi olarak kabul edebiliriz.

XIX yüzyılın sonu ile XX. Yüzyılın başlarında yaşamış olan Adığe yazarı ve yenilikçisi Ahmedıko Yuri (Kazbek) Türkiye'ye gider. Çalıştığı gazete için "Baştanbaşa Dünya", "İslamiyet" adında dizi yazılar hazır, Sultan II. Abdülhamit, Dışişleri Bakanı Tevfik Paşa, Çerkes kökenli olan Ahmet Mithat'tan demeçler aldı.1 Bir gün Ahmedıko, Rus gazetecisi V. Osipov ile birlikte Ahmet Mithat'ın yanına gitti. Daha sonra Yure o buluşmanın anılarını şöyle yazmıştı:

"İnsanın alın yazısı çok ilginç. Yaşam ilginç oyunlar oynuyor insana. Bak, sözgelimi ben de, yanındaki arkadaşın da, Osipov'a döndü, Kafkasya'da yaşayan Adığe halkındanız. İkimizde yazarız, ancak başka başka ülkelerde yaşıyoruz ve kendi dilimizle yazmıyoruz. Doğru 0değil mi? dedi ve yazar bana baktı. Sen anımsıyor musun bu şarkının nasıl başladığını? dedikten sonra bozuk olsa da içtenlikli bir şekilde Adığece olarak şarkı söylemeye başladı.

-Dur, dur dedim, Mithat'ın söylemeye başladığı "zepedzıj" ile başlayan, Kafkasya'da yaşarlarken söyledikleri şarkıyı sonuna kadar okudum.

Yazar bir süre suskun kaldı, onun neler düşündüğünü anlamak mümkün değildi. Kim bilir, kalbi terk ettiği ülkesine gitmiş de olabilirdi, onun dağlarına..."2

Yazarı o kadar düşündüren şeyin gizini açıklayabilmenin yolu da, bu yazının başlığında sorduğumuz sorunun yanıtını verebilecek olan da, bize göre, yazarın yaşamında gizli.

BİR YAŞAM, FARKLI İKİ ZAMAN

Ahmet (Hağur) Mithat Türkiye'nin ilk yazarlarından biri. Uzun zaman ve üretken olarak edebiyata hizmet etti: Kitap ve risaleleriyle birlikte yüzelliye yakın eser bıraktı.3

Fakat sayı değil en önemli olan. Önemli olan hemşehrimizin Türk edebiyatında yeni çığır açmış olması. Yakın Doğu ülkelerinin edebiyatlarının gelişimini araştıran Alkayeve L. O., Ahmet Mithat için "Türk edebiyatında büyük sorunları ilk kez roman ve öykülerine konu edinen yazar"4 olarak tanımlıyor.

1828-1829 yılında meydana gelmiş olan Rus-Türk savaşından sonra Andrianapol Barış Anlaşması yapıldı. Rusya, Karadeniz sahillerini baştan başa egemenliğine almıştı. Çar, Yukarı Kafkaslarda yaşayan Adığe halkına, buraları da kendi egemenliğine almak için; "Psıj (Kuban) steplerine ineceksiniz" dedi. Avrupa ülkeleri de bu görüşü benimsedi "Çar ve generalleri de 1764-1864 yılları arasında Yukarı Kafkas'ı almaya yönelik olarak yaptıkları savaşın gerekçesi buydu."5 O anlamsız anlaşmaya, özgürlüklerinin ellerinden alınması nedeniyle, Adığe halkı karşı çıktı. Fakat her yönüyle donanımlı olan Çar ordusuna yenildiler. Halkımız iki seçenek arasında bırakılmıştı. Ya Çar'ın buyruğu altına girecek, ya da ülkesini terk edecek. Ünlü Türk yazarı Ahmet Mithat'ın babası Süleyman da ikinci seçeneği tercih edenlerdendi. Ünlü yazarın babasının Dağıstan kökenli olduğunun iddia edilmesinin nedeninin, Süleyman adından kaynaklandığını sanıyorum. Bu savın doğru dürüst bir dayanağı yok. Bilindiği gibi Karadeniz kıyısında yaşayan Adığelerle, Türkler ve Kırım Tatarları arasında ilişkiler vardı.

İzzet (Çuşha) Aydemir'e göre "Hağur Süleyman, Anapa yakınlarında bir Şapsığ köyünden".6

"Ahmet Mithat'ın annesi Nefise hanım Hağur Hüseyin ile evlidir. 1828'de dört yaşında, İbrahim adında bir çocukları vardır. Hağur Hüseyin, Anapa kalesi düşünce ailesini, yanında çalışmakta olan Süleyman'la birlikte Türkiye'ye gönderiyor, kendisi savaşmak için orada kalıyor. Aile Sinop'a, oradan da İstanbul'a gelerek Tophanede, Lüleciler caddesinde, Kumbaracı yokuşundan çıkarken Hacı Mimi Mahallesinin Örtme Altı sokağındaki bir eve yerleşiyor.

Süleyman ağa evin alt katında oturmaktadır ve Nefise Hanım'ın hizmetindedir. Varlıkları erimeye yüz tutmuştur. Nefise hanım bekar çamaşırı dikmekte, Süleyman ağa da bu gibi şeylerin satışıyla meşgul olmaktadır. Konu komşu, Nefise Hanım'ın onunla evlenmesini uygun bulur. Yapılan nikaha rağmen Süleyman beyle hanımı bir süre karı koca hayatı yaşayamıyor. Nihayet bu birleşmeden 1844'de annesinin 16. ve son çocuğu olan Ahmet Mithat doğuyor."7

"1851-1855 yıllarında Mısır çarşısında bir aktarın yanında çalışıyor. Dükkan komşusu Hacı İbrahim Efendi'den Kur'an ve Türkçe okuma-yazma öğreniyor. Galata'da bir frenkten Fransızca öğreniyor."8 1865 yılında babası ölüyor, Vidin Voyvadası (Müdür) olan İbrahim ağa (ağabeyi) aileyi yanına alıyor. Ahmet Rüştiye'yi Vidin'de bitiriyor. Mithat Paşa'nın hocası Fransız olan Luka Mamuryan'dan Fransızca dersleri alıyor.

Zeki ve çalışkan olan Ahmet Mithat'ın farkına varan Mithat Paşa ona iş veriyor. Ahmet Mithat, Rusçuk'ta "Tuna" gazetesinde, din, edebiyat, ülke sorunları hakkında yazı yazmaya başlıyor. Şinasi, Namık Kemal, Ebu Ziya Tevfik gibi yazarların ürünleriyle tanışıyor. Bu insanlar ülkenin içinde bulunduğu bitmek tükenmek bilmeyen savaşların nedenleri üzerinde düşünen, Avrupa'da oluşan yenilikleri ülkelerine taşımak için savaşım veren insanlardı. Değişik söylem yöntemleri geliştiriyorlar, böylece de sansürden kısmen de olsa kurtuluyorlardı. "Dil ve eğitimin değiştirilmesini, padişahın yetkilerinin sınırlandırılmasını, anayasa yapılmasını, batı ülkelerinin uygarlığının kabul edilmesini istiyorlardı". 9

Ahmet Mithat'ın yaşadığı zamanlarda Osmanlı İmparatorluğu'nda büyük değişikler oldu. 60'lı 70'li yıllar onun en güçlü yıllarıydı. Pek çok insanın uyanmasına öncülük eden Türk aydınlarından korkmaya başlayan Padişah, "özgürlüklerde kısıtlamalara gitmeye" karar verdi. Bu olaylar, 50'li 60'lı yıllarda Rusya'da meydana gelen olaylarla çok ilginç bir şekilde benzeşiyor. "Son ikiyüz yıldır Rusya ile Osmanlı İmparatorluğu reform ve yenilik hareketiyle uğraştı durdu",10 diyor felsefe doktoru Meduşevski Andrey. Bilim adamı her iki ülkede daha sonra meydana gelen değişimlere de değiniyor ve aynı cepten çıkmışlarcasına benzeşmelerine dikkat çekiyor.

Ahmet Mithat'ın yazdıklarıyla, Türk tarihi öylesine özdeş ki, Türk tarihini bilmeden onun yaratıcılığını anlamak zorlaşır. "Tanzimat" adı verilen yenileşme hareketi 1839 yılından başlayarak 1876 yılına dek sürmüştür. 3. Selim ile 2. Mahmut'un reformları da bununla benzeşmektedir. Ama bunlar daha etkili reformlardı. Feodalizm yavaş yavaş tasfiye edilerek özgürlükçü burjuvazi düşünceleri egemen olmaya başladı. 1839 yılında, 1. Abdülmecit döneminde Mustafa Reşit Paşa'ya hazırlatılan ve ülkenin yeni programı olarak kabul edilen "Gülhane-i Hattı Şerif" okundu. Böylece "Tanzimat Edebiyatı" doğdu. Programda kabul edilmiş olan pek çok madde daha sonra hayata geçirilmemiş olsa da, "Hattı Şerif" de belirtilmiş olan insan haklarını pek çok kişi yeni duymuştu. Yönetim, "insanların özgür olarak yaşamalarını, Osmanlı topraklarında yaşayan halkların mal ve can güvenliklerinin emniyette olduğunu, halklar arasında ayırım yapılmaksızın vergide adaletin sağlanacağını, köleliğin kaldırıldığını, askerliğin kısaltılacağını, mahkemelerin reformize edileceğini, tutuklananların mülklerinin güvencede oluğunu, müsadere edilemeyeceğini, din ve milliyetine bakılmaksızın İmparatorlukta yaşayan halkların eşit sayılacağını ilan etmişti".11

Değişim ve gelişim için yapılması gerekenler gerçekleştirilemedi. Sultan'ın yetkilerinin daraltılmasına ve feodalizmin tasfiye edilmesine sıra gelmeye başlayınca, saray bu reformları yapmak için görevlendirilenleri görevlerinden almaya başladı. Mustafa Reşit Paşa, Veziri Azamlık'tan azledildi, arkadaşları devlet görevlerinden uzaklaştırıldı. Tanzimatla kabul edilen pek çok yenilik bir biri arkasından iptal edildi, hayata geçirilmedi.

1853-1856'da Kırım Savaşı'ndan sonra ülke gerçekten zor duruma düştü. Ordu büyük yenilgiye uğramıştı. Kafkasya ile ilgili planlarda böylece suya düştü, buraları Rusların eline geçti.

Ahmet, Rusçuk'ta bulunduğu sıralarda vatanını terk etmek zorunda kalan hemşehrilerinin Osmanlı İmparatorluğu'nun pek çok bölgesine dağılmakta olduğunun farkındaydı. Vatanlarını terk etmek zorunda bırakılan Çerkesler çoğunlukta Anadolu'ya kabul ediliyorlardı. Balkanlarda da sürgün Adığelerin sayısı az değildi. O zamanlarda Ahmet de, arkadaşları da insanlara nasıl yardım edeceklerini, yaşam koşullarını nasıl iyileştireceklerini düşünüyorlardı. Türk aydınları, pek çok çalışan insana önderlik yapmaya başlayan Fransız, İngiliz ve Alman düşünür ve ekonomistlerinin düşüncelerinden etkilenmiyor değildi. Onlar ülkenin insanlarını uyandırmanın yollarını aramaya başlıyorlar. Bu iş için en iyi yol, onları, içinde bulundukları karanlıktan eğitim ile çıkarmaktı. Ahmet ile arkadaşları bu konuda çalışmak için sözbirliği ediyorlar.

1866 yılında Ebu Ziya Tevfik ile birlikte Ahmet de İstanbul'a dönüyor ve "Yeni Osmanlılar" gurubunun içinde çalışmaya başlıyorlar. Aydınlar ve reform taraftarı olanlar bu birlik etrafında toplanıyorlardı. Çoğu genç olmasına karşın siyaset ve edebiyatta Namık Kemal, Ali Suavi gibi ünlü kimseler de vardı. Daha sonraları Ziya Bey ve Ahmet Mithat da o gizli cemiyete giriyor. O zamanlarda Adığe delikanlısı "Tasfir-i Efkar" gazetesini çıkarmaya başlıyor.12.

Yeni Osmanlı hareketi her şeyden önce "aydınlatmacı" bir hareketti. "Halkın anlayabileceği şekilde" yazma hareketi ilk kez onlarla başlamıştı. Onların yazılarıyla Türkçe gelişmeye başlıyor. Yenilikçi düşüncelerinden hoşlanmayan Padişah "Yeni Osmanlılar"ı tutuklamaya başlıyor. Bir kısmı yakalanıp zindana atılıyor, bir kısmı da yurt dışına kaçıyor. Ahmet Mithat da vali olarak atanan Mithat Paşa ile birlikte Bağdat'a gidiyor. Ahmet Mithat, İmparatorluğun buradaki işinin Avrupa kıtasından daha zor olduğunu anlıyor.

Ahmet, Bağdat'ta küçük bir baskı makinası ele geçiriyor: Geçimine katkı sağlamaktan ziyade yazdıklarını basmak ve insanlara ulaştırmayı düşünüyor. Hağur, burada herkesin anlayabileceği bir şekilde yazmayı geliştiriyor. Irak'ta "Zavra" adında bir gazete yayımlamaya başlıyor ve Ahmet Mithat'ın ilk hikayeleri burada yayımlanmaya başlıyor. 1870 yılında, hikayelerinden oluşan "Hace-i Evvel" adındaki kitabı basılıyor.

70'li yıllarda Padişah, kendisine soluk alma fırsatı vermeyen "Yeni Osmanlılar" hareketine son vermek istiyor. Ahmet, Asya'da çalışıyordu, Namık Kemal ve Ziya Paşa Londra'ya kaçtı, daha sonra Çenova'da "Hürriyet" gazetesini çıkarmaya başladılar. Devletin af etmesiyle yeniden yurda döndüler. Ahmet Mithat da İstanbul'a geliyor. 22 Nisan 1871'de Ceride-i Askeriyye Baş yazarlığını yaparken Basiret'te de yazılar yazıyor. İbret gazetesinin idareciliğini yapmaya başlıyor. 1872'de "Dağarcık", "Kırk Ambar" dergileri ile "Devir" gazetesi basılıyordu. Ahmet Mithat yayınlarında ülke sorunlarını dile getiriyordu: Eğitimin yaygınlaştırılması, yasaların çıkarılması, baskılara son verilmesi için caba gösteriyordu.

Ahmet Mithat Dağarcık'ta yazdığı bir yazı nedeniyle tutuklandı, 1873 yılında Rodos'a sürüldü. Onun arkasından da Namık Kemal ve Ebu Ziya da Kıbrıs sürgüne gönderildi.

"Yeni Osmanlı" hareketinden etkilenen ve düşüncenin taraftarı olan pek çok insan vardı. Bunların hepsini tutuklamak ve sürmek de olası değildi. Tanzimat'la yeni düşüncelere uyanmış olan rüştiye, medrese gibi eğitim kurumlarının öğrencileri gösteriler yapmaya başladılar. 1876 da gösteriler o denli büyüdü ki Padişah, Vezir-i Azam (Başbakan) ile bazı Vezirleri (Bakanları) değiştirmek zorunda kaldı. Fakat gösteri yapanlar bununla da yetinmedi, Abdülaziz tahttan indirildi, onun yerine devlet işlerinden anlamayan 5. Murat tahta oturtuldu.

Reform hareketlerine destek vereceği vaadinde bulunan 2. Abdülhamit 1876 yılında Padişah oldu. İlk önceleri, af edilen Yeni Osmanlı düşüncesi taraflarına ses çıkarılmadı. Fakat daha sonra Abdülhamit sözünde durmadı, basına acımasızca sansür uygulamaya, özgürlükleri kısıtlamaya başladı. 1908 yılına dek süren Abdülhamit dönemi Türk literatürüne "İsdibdat Dönemi" olarak geçti.

Ahmet Mithat Rodos sürgünlüğünde de, daha sonraki günlerinde de yazmaya ara vermedi. Öykülerini topladığı kitabın arkasından "Yeniceriler" adlı romanı geldi. Bundan sonra bir kaç yıl kitap yayınlamadı. 1875 yılında "Hasan Mellah", "Hüseyin Fellah", "Felatun Bey İle Rakım Efendi" romanları yayınlandı.

Ahmet Mithat Türk halkı ve edebiyatı için arı gibi çalıştı. Türk halkını uyandırmak, içinde bulunduğu karanlıktan çıkarmak, eğitmek, dahası bir ulus olduğunu hatırlatmak için bir Adığe insanının yazdıkları Türk edebiyat tarihine altın harflerle yazıldı. Ahmet Mithat, uğruna savaşım verdiği halk hakkını yedi, demiyoruz. İsimleri sayılamayacak kadar çok edebi eser kazandıran bir insana nasıl olur da hakkı verilmez. "Yeniçeriler", "Çengi", "Paris'te Bir Türk", "Kafkas" (4 cilt), "Yeryüzünde Yaşayan Bir Melek", "Gönül Mihnetkeşam", "Hayal ve Hakikat", "Diplomalı Kız", "Jön Türk", romanlarıyla, diğer edebi türlerden olan "Dürdane Hanım", "Sır Ölüm", "Gürcü Kızı Yahut İntikam" onun ünlü eserlerinden bazıları. Gazete ve dergilerde yayımladığı makalelere, Batı edebiyatından çevirmiş olduğu onca eser için de diyecek bir şey bulamıyoruz!

Bu ilginç ve inanılmayacak kadar çalışkan olan insan gazeteciliğinin yanı sıra romanlar yazıyor, çeviriler yapıyor, makaleler yazıyordu. 1908'de, Meşrutiyetin ilanından sonra Ahmet Mithat bir süre İstanbul Üniversitesi'nde hocalık yaptı. Eğitim ile ilgili pek çok şey yazmaya da zaman buldu. "Osmanlı Tarihi", tarih konusunda yazdıklarının bir örneği. "Yuvarlak Dünya", "Kainat", "Dünya Edebiyatı", "Edebiyat Tarihi" gibi yapıtları da pedagojik eserler arasında. Felsefe ve Din konusunda "Ben Neyim", "Nübüvveti Muhammediyye" gibi yapıtlar verdi. Ayrıca "Kur'an-ı Kerim'in Tefsiri adıyla, Şeyhülislam Musa Kazım Efendi ile yedi yıl çalışarak bir eser vücuda getirdi. Fakat, eser İslamiyeti cumhuriyet olarak gösterdiği için Abdülhamit'in emriyle müsadere edildi."13

"Türk edebiyatı ve kültürü için bu kadar çok çalışan Ahmet Mithat, Adığeler için ne yaptı?" diye bir soru sorulabilir. Zaten şimdiye dek yazdıklarımızın hepsi de bu soruya yönelik olarak verilmesi gereken yanıt içindi. İsterseniz başa, bu yazıda sözünü ettiğimiz 1899 yılına dönelim de Ahmedıko Yure'nın, Ahmet Mithat'ın düşünceleri için söylediği, "onu bu kadar düşündüren neydi? Terk ettiği ülkesi mi, dağları mı?" sözüne dönelim. Bu değildi sanırım onu düşündüren, zaten ülkesini görmemişti.

80'li yıllarda yazarın dünyaya bakışı değişti. Ülkesinden sürgün edilen insanlarla daha çok zaman geçirmeye başlıyor. Zulüm ile ülkelerinden kovulmuş olan halkının Osmanlı topraklarında mutlu olmadıklarını görüyor.

1877-1878 yılında, Rus-Türk savaşından sonra yapılan bir anlaşmayla Balkanlarda ikamet eden Adığelerin tehcir edilmesi sorunu ortaya çıkıyor. Sultan, onları doğuda, egemenliği altında bulunan topraklar içine dağıtmaya başlıyor. Ahmet Mithat'a her gün Adığelerin geldiğini, onların yakınmalarını dinlediğini söylüyor Ahmedıko Yuri. Ahmet Mithat'a yakınırken tanık olduğu ve çok etkilendiği bir olayı şöyle anlatıyor Ahmedıko: "Benim için Kafkasya herşeyden üstün, diyor molla. Bunu herkes bildiği halde yine de binlercesi geliyor. Buraya kaçan on kişiden dokuzu ölüyor, havası yaramıyor"14. Ahmet Mithat, Osmanlıların uyanması ve yaşam koşullarının iyileştirilmesiyle bu topraklar üzerinde yaşayan diğer halkların da bir takım haklar kazanacağına inanıyordu. Ancak bu düşüncesinde yanıldığını daha sonra anladı. Çünkü "Pantürkizm" hareketi başlamıştı.

"Tanzimat edebiyatının yenilikçi düşünce akımından hareket ederek ortaya çıktığını Ahmet Mithat'ın yazdıklarından anlamak mümkün, diyor Ayzenştayn N.A, 80'li yılların sonlarında düşünceleri tamamen değişiyor, İslam'ı savunmaya başlıyor. Batıdan, onun felsefesinden, edebiyatından korkmaya başlıyor Ahmet Mithat. Doğuya aldanmanın ülke yönetimine, halka zarar verecek bir gücün olduğunu düşünmeye başlıyor"15

Hağur'un düşünce hareketini değerlendiren ünlü Türk yazarı Ç. Dino'ya göre, ilk önceleri sosyal yaşamı öğrenerek insanları mutluluğa ulaşabileceğine inan Ahmet Mithat, daha sonra bilimle halkının mutluluğa ulaşabileceğini düşünmeye başladı. Daha başka bir şekilde söylemek gerekirse Tanrı'nın buyruklarını anlayabilmek için bilime gerek vardı. Dino, "medrese ideolojisi ile sert baskıcılığa taraftı", demekle yanılıyor. Bize göre, Türk eleştirmeni çok önemli olan bir hususu gözden kaçırdı. Ünlü yazarı korkutan batının bilimi ve edebiyatı değildi, onu korkutan kendi eliyle besleyip büyüttüğü Türk nasyonalizmiydi. Ulusuna, dinine, rengine bakmaksızın herkesin eşitliğini isteyen ünlü yazarın yaşlılığında, "medrese ideolojisine", ve Sultan'ın sarayından çıkacak anlamsız sözlere kulak kabarttığını söylemek zor. "Tarih-i Umumi" ve "Hace-i Evvel" de çok açık olmasa da ulusalcılığın toplumu böldüğünü söylemekte Ahmet Mithat. "Tarih-i Umumi" de bu tür düşüncelerin tarihe gömüldüğünü anlatıyor.

70'li yılların sonu ile 80'li yılların başlarında tüm şiddetiyle yükselmeye başlayan nasyonalizm hareketinin Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasına neden olacağını anlamıştı ünlü yazar. Ahmet Mithat'ın herkesi İslam'ın etrafına toplamak istemesinin nedeni bunun içindi. Fakat dönmeye başlayan tekerleği, ona ilk hareketi verenler bile durduramazdı artık. Ahmet Mithat'ın korktuğu olaylar gerçekleşecek, nasyonalist hareketlerinin alabildiğine yükselmesiyle altı yüzyıl hükümran olan Osmanlı İmparatorluğu yıkılacaktı.

Çoklarının kabul ettikleri gibi Ahmet Mithat, insanları eğitmekten, yaşam düzeylerini yükseltmek düşüncesinden vaz geçmemişti. Adığelerin başına gelen olumsuzluğun başlıca nedeni olarak okutulmamalarını gösteriyordu. Kahire'de, 1889 yılında kurulmuş olan "Cemiyeti İttihadi Çerkesi" ile ilişki kuruyor. Adığelerin sorunlarını işleyen "İttihat Gazetesi" ni çıkarak Muhammed Fazıl, Barakbeyiko Muhammed'in amaçlarını öğreniyor, kendisi de İstanbul'da bir dernek kurmak için faaliyete geçiyor. Bu amaçla İstanbul'da yaşayan ileri gelen Çerkesleri bir araya topluyor.

Ahmet Mithat, Jön Türkleri örnek alarak 1908 yılında, İstanbul'da "Çerkes Teavün Cemiyeti"ni kuruyor. 1911 yılında Osmanlıca ve Adığece olarak "Ğuaze" gazetesini çıkarmaya başlıyor. Ahmet Mithat, Nuğuç Yusuf Suat, Laşe Tahir Hayrettin, Hunç Hayriye Melek, Tutarışe Aziz, Neney İsmail, Şave Ahmet, Tsey Vumar, Tıme Seyin, Tzağue Ahmet, Varde Ahmet Nuri gibi yazar, entellektüel ve paşaları bir araya getiriyor. Tzağue Nuri, Hayriye Melek Hunç, Şave Ahmet, ülkelerini bırakarak Osmanlı topraklarına gelmemeleri için bir dizi yazı hazırladılar. Ulusun yok olmasına neden olan etmenler "Ğuaze" gazetesinde işleniyordu. Ünlü yazar ve eğitimcinin telkinleriyle Arap abc'si ile Çerkesçe eğitim yapılması için Cavit Ahmet Tharhet Paşa ile Pşıhalıko Ali bir alfabe hazırlıyor. Gazetede örnekleri yayınlanıyor. 1918 yılında ilk kes yayınlanmaya başlayan gazetemiz "Adığe Psale"nin, fazlaca değiştirilmeden, "Ğuaze" de kullanılan alfabe ile basıldığını belirtmeliyiz.

Ahmet Mithat kendi yayınlamış olduğu gazetelerde de Adığelere ilişkin haberlere yer veriyordu. Ünlü yazarın çıkarmış olduğu gazeteler uzun ömürlü olmuyordu. Sert yazıları nedeniyle iki üç aylıkken bile kapatılanlar da olmuştu. Sonra da bir başka gazete çıkarıyordu.

Şunu belirtmek gerekir: Ahmet Mithat yaşam biçimiyle, yaptıklarıyla, Adığelere yapmış olduğu hizmetiyle XIX. yy. ile XX. yy. da yaşamış olan Adığe aydınlıkçılarından sayılıyor. Onun halkına yol göstermesi sadece gazete ve dergileriyle olmadı. Adığelerin ülkelerine geri dönüşleri çeşitli nedenlerle gecikmeye başlayınca, kendilerine yardım etmesi için II. Abdülhamit'e ricada bulunmaya gidenlere olumsuz yanıt vermiş, Ahmet Mithat da diğer halklardan geride kalmadan bir an evvel vatanlarına dönmeleri gerektiğini anlamıştı. Ahmet'in izinden gidenlerden 20'li yıllarda Türkiye'nin vermiş olduğu Kurtuluş Savaşı'na katılanlar olmuş, pek çok yazar, ressam, müzisyen yetişmiş.

Ahmet Mithat, XX. yy.'ın başlarında Çerkes tarihi yazmak için dokümanlar toplamaya başlıyor. Fakat casuslar bunu Abdülhamit'e jurnalliyorlar. Yazar'ın evi basılıyor, dokümanları müsadere ediliyor. Fakat daha sonra "Kafkas" romanını yazıyor. Bunu izliyor "Çerkes Özdenleri" adlı tiyatro eseri. Ahmet Mithat Hağur'un bu tiyatro eseri Gedik Paşa tiyatrosunda sahneleniyor. Oyun oynanırken bir gece tiyatro yakılıyor.

Adığe soyundan olan ünlü yazarın eserlerini toplayıp yeniden değerlendirmek gerekiyor. Hiç kuşku duymuyoruz ki bu ünlü yazarın 150'yi aşan kitap, risalesi ve 800'ü aşan makaleleri içinde Kafkas romanından başka bizimle ilgili olarak yazdıkları vardır. Ahmet Mithat'ın bizimle ilgili olarak yazdıklarını dilimize çevirecek aydın insanları beklediğini unutmamak gerekir.

[Adığece'den Çeviren: Yenemıko Mevlüt]

1 Haşhuej R. H. "Adığe..... XIX. yy. ve XX. yy. Başı" M. 1993, s. 165.

2 Hafıdze M. M. "Adığe Memlükler". "Elbruz", 1994, s. 102-103.

3 A.y. s. 102.

4 Alkayeva L.O. "Türk Romanının Süjeleriyel Kahramanları" M. "Navka" 1966, s.26.

5 Kuşhabi A. V. "Arap Ülkelerinde Yaşayan Çerkes Muhaçirler (XIX-XX". N. 1999, s. 33.

6 İzzet Aydemir "Muhaceretteki Çerkes Aydınları". Ankara, 1991, s. 67

7 Ahmet Mithat'ı Anıyoruz. Tarık Hakkı Us, İstanbul, 1955, s.14

8 A.g.y. s.15.

9 Kamilev H. "Namık Kemal" M. 1959, s.159

10 Meduşevski Andrey "Avrupavari Ev Kurma". "Ülke" Edebiyat Dergisi, No: 5-6

11 Gasparyan M.A., Oroşkove C.F., Petrosyan Y.A. "Türk Tarihi Etüdleri" M, "Navka", 1983, s.102.

12 İzzet aydemir "Muhaceretteki Çerkes Aydınları" Ankara, 1991, s.68.

13 Ahmet Mithat'ı Anıyoruz.

14 Haşhoj Raya. "Adığe Aydılıkcıları XIX. yy. Başları XX. yy. Nalcık, "Elbruz", 1993, s.166.

15 Ayzenştayn N. A. Türk Edebiyatı Tarihi" M, "Navka", 1968, s.37

+'



'+T`ımıj Hamışe
)

Share