Bundan 22 yıl kadar önce idi. Bir yaz akşamı İstanbul'da oturan bir arkadaşımla birlikte Kızıltoprak tarafında oturan Saygıdeğer Büyüğümüz, yaşamını Abhaz Ulusal sorununa ve Abhaz kültürüne adamış Beygua Ömer'i ziyaret etmek için buluşmuştuk. Saatlerce süren o doyumsuz sohbetten sonra vedalaşmak üzere izin istediğimizde Ömer Bey kolumu tutarak; "Yismeylipa...Bak sana bir dosya veriyorum, bölük pörçükte olsa Abhazya üzerine hazır notlar var, belki dili bu günün gençliğine yabancı gelse de sen bunu değerlendirirsin. Daha sonra başka yazılar ve notlarda verebilirim. Şimdilik bunları incele bakalım" diyerek mavi kapaklı bir dosyayı elime sıkıştırmıştı.
+''+Çok sevinmiştim, teşekkür ederek ayrıldım. Ankara'ya döndüm, notları inceleyip bir yayın olayında değerlendirmek üzere bir tarafa ayırdım. O günlerde Ankara Kafkas Kültür Derneği Başkanlığı'nı da yürütüyordum. Terör ortamında, sıkı yönetim atmosferinde bu dosyayı hemen değerlendirmem olanaksızdı. Zira o günlerde "Nartların Sesi" adlı küçük ve amatörce çıkan bir yayın organımız yüzünden gençlerimizle ilgili olarak başlatılan kovuşturmaları tedirgin bir şekilde izlemekten öte hiçbir üretimde bulunamıyordum.
Aradan bir süre geçti, o çok şiddetli olağanüstü hal rüzgarı 12 eylül ile fırtınaya, boraya dönüştü. Bu fırtına çok geçmeden beni de vurdu. Her sivil örgütün, her topluluğun, her birlikteliğin altında bölücü gizli örgüt arayan akımın estiği bu günlerde Kafkas Kültür Derneği'nin yöneticisi olmak, Potansiyel Suçlu olmakla eşdeğer idi. Kitaplığımın ve kimi değerli notlarımın güvenlik güçlerince alınarak yok edildiği bu dönemde Rahmetli Beygua'nın verdiği dosya her nasılsa bir grup belgelerimle birlikte arkadaşlarca Ankara dışına çıkartılmış, ama bu güzel olaydan geçtiğimiz Haziran ayında haberdar edildim ve bu değerli emanet yeniden bana döndü. 1979 yılından Rahmetli Beygua'nın aramızdan ayrıldığı Şubat 2001 tarihine dek, verdiği notları değerlendirip değerlendirmediğimi bir kaç kez görüşmüş olmamıza karşın bana sormayan, beni utandırarak üzmek istemeyen o büyük insanı saygı ile anıyorum.
Bu engin hoşgörülü büyük araştırmacının bana emanet ettiği dosyaya yeniden kavuşmam beni tarifsiz mutlu etti. Bu olay bence yaşadığım en sevimli sürpriz olmuştur. Bu notların kimi bölümlerini bir araya getirerek, günümüz Türkçesiyle yeniden düzenleyerek ve dipnotu açıklamaları ile zenginleştirerek bir yazı dizisi hazırlamak ve bana verilen bir kutsal görevi geç de olsa yerine getirmek istedim.
Rahmetli Beygua'nın notlarından yararlanarak düzenlediğim bu yazıda, Abhazya tarihini önemli mekanlarından olan Pitsunda Kentinin arkeolojik ve turistik açıdan Abhazya için ve biz Diaspora Çerkesleri için önemini vurgulamaya çalışacağım.
PİTSUNDA: Pitsunda kıyısı insanoğluna coşku veren lirik duygularla besleyen bir güzellikte 13 km. lik bir ok halinde denize uzanır. Pitsunda Burnu dağlardan inen Bzıp Suyunun binlerce yıldan bu yana taşıyıp biriktirdiği topraklardan oluşan bir deniz terasıdır. Burnun üstü dalgalı bir düzlük olup, 0,5 ile 6 m. arası bir yüksekliği vardır. Çok uzak jeolojik geçmişte, bu burun yoktu ve deniz "Kalaklıku" denilen yere kadar uzanıyordu. Daha sonraki çağlarda karanın yükselmesi ile deniz gerilemiş, Pitsunda Burnunun kıyı şeridinde olduğu gibi daha uzak kısımlarında da kumul yatakları oluşmuştur. Birbirine paralel bir biçimde uzanan yay şeklindeki kumul sıraları arasında bataklık haline gelmiş çukur yerler bulunmaktadır. Bu çukurların en derin olanlarında (3,5-5,5m.) Yınkıt, Anışkhtsara, Abaaga ve diğer küçük göller yer almıştır. Yüksek kumul sırası(6 m. kadar) deniz kıyısında uzanmaktadır. Bir diğer kumul sırası ise, Ortaçağdan kalma Pitsund Tapınağı'nın kuzeyinden geçmektedir. Böylece Pitsund Yarımadası Bzıp Irmağının deltası olarak oluşmuştur. Giderek büyümüş olan ve kum-çakıldan oluşan burun birkaç km. denize ilerlemiş ve denizin derin yerlerine uzanmıştır. Bu nedenle Pitsunda kıyılarında deniz yüzeyinden alta inişler sarptır ve zaman zaman bu kıyıların dikliği 25-35 dereceye ulaşmaktadır. Pitsunda düzlüğü Kafkasya'nın Karadeniz kıyılarında insanların yerleşmiş olduğu en eski toprak parçalarından biridir.
Bzıp Irmağı'nın aşağı bölgesinde bulunan ilk arkeolojik bulgular Paleolitik döneme aittir. Neolitik ve bakır-tunç dönemlerine ait kalıntılarda vardır. 1935 yılında Pitsund Çam Korusu'nun doğu ucunda bulunan Ldzaa da tunç baltalardan oluşan bir define bulunmuştur. Buluntular tunç devrinin sonlarına(M. Ö. XIV-VIII y.y.) aittir. Uzun yaprakları ile dikkati çeken savaş, iş ve tören baltalarının genellikle ağaç sapları, kimi zamanda tunç sapları vardır. Kolkid uygarlığı olarak adlandırılan bu uygarlığın özelliklerini oluşturan bu eşya arasında; çeşitli biçimde tunç kamacıklar, tunçtan yay şeklinde ve düz iğne ve değişik formlarda bilezik, yüzük vb. takılarda vardır.
Çok eski dönemlerde bile Kolkhidya sakinleri deniz suyundan tuz elde etmesini, bakır eritip şekillendirmesini, kilden fırınlanmış kaplar yapmasını ve ustaca dokuma üretmesini biliyorlardı. Dokumalardaki motifleri seramik kaplar için motif olarak kullanıyorlardı. Gün ışığına çıkan kapların üzerindeki desenlerden bunu görmek olasıdır. Benzer tekstil ve seramikçiliğin kalıntıları eski çağ Pitsunda Kalesi yakınlarında bulunmuş olup bunlar M. Ö. I. binin başlangıç yıllarına aittir.
Düşmanlarla ve doğa ile savaşımları, sosyal uyuşmazlıkları ve o dönem toplumunu etkileyen diğer olaylar Abhaz Epopesi'ni oluşturan en önemli kaynaklardır. Abhaz Prometheus'u "Abrıtskıl" ile ilgili Destan, birkaç farklı varyasyon halinde günümüze ulaşmıştır. Halkın sevgisi yaşamının amacı olan Abrıtskıl Kötülüğe, Tiranlara, Acımasız devlere karşı halkı koruduğu için, Tanrılara baş eğmediği için tarihi Çlow Köyü yakınlarındaki bir mağaraya kapatılır, demir direğe zincirle bağlanır. (1, 2)
Günümüze ulaşan destanlar, eski anıtlar, kent kalıntıları eski Kolhidya sakinlerinin, antik PİTSUNDA kentinde yaşamış insanların ulaştığı uygarlık düzeyini kanıtlamaktadır.
PİTİUNT veya PİTİUS kenti, adını çok eski ve çok yaşlı Çam ormanından almıştır. Antik Grekçe de Çam ağacının adı "Pitius" tur. Abhazlar ise bu antik yerleşim birimine eskidende şimdi olduğu gibi Ldzaa ve çam ormanına da "Amzara" demişlerdir. "Amzara" sözcüğü "Çam Ormanı", "Amza" ise Abhazcada çam ağacı demektir. Çam ayrıca aydınlatma malzemesi olduğu için ışık, çıra, meşale anlamlarına da gelir.
Eski Dioskurias (Sohum=Akua), Triglipha (Gagra), Guenosa (Oçamçira), Phasicra (Poti) kentleri ile Pitiuna da antik Grek Ticaret kolonilerinin kurulması sırasında doğmuş bir yerleşim merkezidir. Antik çağlarda Pitiunt ticari açıdan işlevi önemli olan bir liman idi. Pitiunt 'dan porsuk ağacı, şimşir ağacı, gemi yapımı için kereste, reçine, dokumalar, mum ve bal ihraç edilirdi. M.Ö. II. yüzyılın sonlarında kölecilik ilişkilerinin çözülmesi ile, Pitiunt da dahil Kolkhid Krallığının ekonomik ve sosyal yapısında çöküntü başlamıştır. Bu zayıflamadan yararlanan Romalılar M. Ö. 65 yılında Kolkhidyayı kendilerine bağladılar. Pitiunt da dahil Karadeniz kıyısındaki büyük yerleşim birimlerine sürekli askeri garnizonlar kurmuşlar, filolar oluşturmuşlardır. Romalı istilacılara yerli halk hemen teslim olmamış, karşılık vermişir. Bu mücadelede yerli boyların ittifakı, yani bu gün ki Abhaz Ulusunun ataları olan "Apsıllar", Sanıg (Zanik)ler, Misimian'lar ve diğer boyların birleşmesi M.S. I. yüzyılda Abhaz konsildasyonu (pekiştirme) ve güçlenmesine neden olmuştur.
Artemidor'un (M.Ö. I-II yy. ) "Büyük Pitiunt" ve Plıne'nin (M.S. I yy.) "En zengin kent" olarak adlandırdıkları Pitiunt M.S. I. yy'da Kafkas Boylarından olan Heniokh'larca tahrip ve yağma edildi. III. yy'ın başlarında Romalılar tarafından yeniden onarılarak çevresine çok büyük bir sur çekildi.
Roma kolonizasyonu ile Grek kolonizasyonu arasındaki önemli farklılığı vurgulamak gerekmektedir; Antik Çağ Grekleri, koloni ve ticaret merkezlerini, özellikle ticari değişimi kolaylaştırmak amacıyla yerli kentlerin yakınlarına kurarlardı. Başarılı bir ticari ilişki ortamının barış içinde yaşamak olduğunu bilirlerdi. Romalılar ise; demir pençelerini Kafkas kıyılarına geçirerek sağlam, korunaklı bir biçimde yerleşmeye çalıştılar. Doğudaki çıkarlarını iyi korumak, politikalarını başarıyla yürütmek için Kolkhidya'nın kıyı kentlerini ve özellikle Pitiunt'u askeri deniz üssü haline getirdiler.
Roma kolonizasyonun etkisi iki yönde gelişmiştir. Romalılar bir taraftan yerli halka amansız bir baskı uygularken, öte taraftan Roma ile daha sıkı ticari ve politik ilişkiye zorlayarak Kafkas Boylarını daha çabuk ve güçlü gelişimine olanak yaratmışlardır.
Ünlü Abhaz arkeologu ve tarihçisi M. M. Trapş şöyle demektedir: "Bir bütün olarak ele alındığında, çok derin ve yerel kökenleri olan, eski Abhaz boylarının kendilerine özgü gelişmiş kültürleri, başlı başına parıltılı bir olaydır. Çok taraflı, kimi zamanda uzaklara giden ticari ve kültürel ilişkilerin varlığı, bu kültürün büyük tarihsel öneminin kanıtıdır... Sarmat dünyası ile yerlilerin ilişkilerini de izleyebiliriz. Bu uygarlık Roma İmparatorluğu'nun çevresinde, güçlü Greko-Romen etkisi altında, ancak bize göre, o çağın kültürel yaratıcılık sürecinde bizzat Abhaz boylarının katılımıyla oluşan kültür türlerinden biridir."
Pitiunt III. yy'ın ortalarında iki kez İskitlerin saldırısına uğramıştır. İlk saldırıda Romalılar İskitlileri püskürttüler. İkinci saldırıda ise kent İskitlerin eline geçti. Antik Grek tarihçisi Zosimos bu konuda şöyle demektedir: "Onlar geçtikleri yerlerde her şeyi yakıp yıktılar. Kıyı Pitiunt halkı daha iyi berkitilmiş yerlere, ülkenin içlerine doğru uzaklaştılar. Ve Barbarlar ilk iş olarak çok büyük ve yüksek bir surla çevrili ve kullanışlı bir limanı olan Pitiunt kentine saldırdılar. "İskitler kenti yağmaladılar, ancak, Pitiunt kalelerine yakın olan Roma garnizonlarının saldırısından kuşkulanarak kenti boşalttılar. Pitiunt için artık çöküş süreci başlamıştır.
M.S. III. yüzyılın sonlarında ve IV. yüzyılın başlarında Kolkhidya'nın kıyı kentlerinde ve bu arada Pitiunt'da da büyük bir kalkınma gözlenebilmiştir; büyük savunma surları yeniden inşa edilmiş, mozaik döşemeli, mermer sütunları ile zengin bir biçimde bezenmiş, zengin binalar yapılmış, içme suyu taşıma kanalları ile hamamlar yeniden inşa edilmiştir. Kent yaşamının gelişimi ve kalkınması ile birlikte el sanatları da gelişmiştir.
M. S. ki ilk yüzyıllarda, kent ekonomisi ve yaşamının boy atması Romalıların etkinliklerine bağlı iken, IV ve V. yüzyıllarda Pitiunt'da ki ekonomik yaşamın canlılığı önemli ölçüde bağımsız bir karakter göstermektedir.
Pitiuntlular gemilerini düşman saldırılarına karşı korumak için Yınkıt gölü üzerinde iç liman inşa ederek bu limanı kanalla denize bağlamışlardır. Kent çevresi 3 km. uzunluğunda bir surla, koruma duvarı ile (Abhazca Abaaga) çevrili idi. Abhazca kente verilen "Abaaga" ismi buradan kaynaklanmaktadır.
Romalıların yerini Bizans, Pitiunt'u Kafkasya kıyılarında Hıristiyanlığın yayılması için başlıca hareket noktası, büyük bir din merkezi haline getirmişler ve burada bir Bizans valiliği oluşturmuşlardır. Pitiunt Piskoposu Yoannis Zlataust "ırak pitiunt"a sürgüne gönderilmiştir.
Pitiunt Patrikleri onikinci yüz yıl süresince bölgenin kaderini etkilemişlerdir. Bir zamanlar buraların ruhani egemenliği sadece Abhazya da kalmayıp, Batı Gürcistan'ı da etkisi altına almıştır. Geniş taşınmazlar, topraklar elde etmişlerdir. Patriklerin koyduğu ve uyguladıkları cezalardan korunmak isteyen Abhazlar Hıristiyanlığı kabul etmişler, ancak kendi ataerkil dinleri de uzun süre yaşamıştır.
XVI yüzyılda Abhazya Osmanlı istilasına uğramıştır. Türkler, İslamiyet'i kabul etmeleri için Abhazları 300 yıl zorlamışlardır. Birçok Abhaz, İslamın sünni mezhebini kabul etmek zorunda kalmıştır. Gregoryen Başpapazlık makamı bu dönemde Pitsunda'dan Gelata'ya taşınmıştır.
1830 yılında Pitsunda, Çar ordularının işgali altına girmiştir. Kale surları kuzey-doğu, güney-batı kesimlerinde ateş etmeye uygun geniş burçlarla pekiştirilmiştir. Kiliseler yeniden ibadete açılmış, askeri görevliler için yapılan dinsel törenler alay papazları tarafından yönetilmiştir.
Çarlık Hükümeti 1885 yılında Pitsunda Kilisesini büyük emlakıyla birlikte (1043 desyatin arazi, 420 desyatin çam ormanı) yeni Athanasius Kilisesi'ne bağışlamıştır ve yeni Athanasius Rahipleri kilisenin yanına papaz odaları, aşhaneler ve misafirhaneler yaptırmışlardır. Bu inşaatlar 1912 yılına dek sürmüş, akrapol arazisi de meyve bahçesine dönüştürülmüştür. Bütün bu faaliyetler, değerli arkeolojik kanıtların bir bölümünün yok olmasına yok açmıştır.
Oset Ulusal Ozanı Kosta Hetagati 1899 yılında bir yazısında bu rahipler için şunları söylemiştir: "Karadeniz kıyıları hakkındaki izlenimlerimi bozan bir şey varsa o da bu rahiplerdir. Bu "AFON" içeriği bakımından öyle bir riyakarlık, hırsızlık, aldatmaca yuvasıdır ki, öyle bir insan saflığını çirkince sömürme yatağıdır ki, o eşsiz güzelliğine bakmadan, ben burayı bütün rahipleri ile birlikte coşku içinde ateşe verirdim." Ekim ihtilali ile bütün bu rahipler ve patronlar Antik Pitsunda'dan temizlenmiştir.
Antik Kentlerin, kalelerin, evlerin enkazı günümüze ulaşan eski çağ uygarlıklarının anıtları, yüzyılların birikmiş tozu ve toprak katmanları ile örtülüdür. Arkeologların güven veren elleri ile onarımcıların restorasyon fırçaları ile geçmişin kalıntıları yeniden canlanır. (Reanimasyon) ve bize bir zamanlar yaşamış olan insanların gerçek ve moral yaşamlarını anlatmaya başlarlar.
Pitsunda Kentinin şimdiki merkezine ikiyüz metre kadar bir uzaklıkta "Büyük Pitiunt'un" Akrapolü bulunmaktadır. 1952 yılında Sovyet Bilim Akademisi Arkeoloji Kurulu tarafından 5 hektarlık bir alanda kazılar yapılmış, ve çok önceleri çökmüş taş duvarların, kent kapılarının, kiliselerinin, kanalizasyonların toplama boru hatlarının kalıntıları bulunmuştur. Ayrıca Roma ve Bizans dönemine ait çok sayıda metal paralar, çok eski zamanlara ait kilise mozaikleri gün ışığına çıkarılmıştır.
Toprak tabakalarında M.S. II-V yüzyıllarda yapılmış olan kırmızı renkli ve cilalı seramiklerle cam eşya kalıntıları bulunmuştur. Ayrıca kömür, kül ve maden cüruflarıyla karışık bir şekilde, cam damlacıklarının varlığı, çok eskiden burada cam imal edilen üfleme atölyelerinin bulunduğu savını güçlendirmektedir.
Pitsunda da üçü kentin içerisinde olmak üzere kilise kalıntılarına sık sık rastlanmıştır. Bu kiliselerden en eski olanı IV-V yüzyıllara aittir. Çam ormanları ile kaplı bölgenin denizle birleştiği bölümde bir kilisenin kalıntıları da ortaya çıkarılmıştır. Bu kilisenin planı incelendiğinde; birbirine benzer biçimde, yarı yuvarlak(ek yapı) abideler ve altı kapı ile dikdörtgen bir yapı olduğu görülür. Bu kilisenin X. yüzyılda kullanıldığı anlaşılmaktadır. 1970 yılında Akhaşni yöresinde yapılan kazılarda arkeologlarca bilinmeyen bir Bazilika'nın temeli gün ışığına çıkarılmıştır.
Kent surlarının yakınında bulunan kilisenin ise mozaikleri oldukça sağlam kalmıştır. Bu kilisede yine dikdörtgen bir plan söz konusu olup, beşgen Absid'li mihrap çıkıntısı vardır. Uzunluğuna iki sıra sütunla ayrılmış olan kilisede bu sütunlar, üç uzatılmış bölümü (nefleri) oluşturuyordu. Bu tip kiliselere "Üç Nefli Bazilika" denmekte olup, bu mimari M.S. IV-V yüzyıllarına aittir. Kilisenin sağlam kalan temeli, on adet mermer sütunları ve diğer detayları, bu tapınağın nedenli görkemli bir yapı olduğunu hala vurgulamaktadır. Kilisenin bezemeleri de çok ilgi çekicidir. Mozaik döşemesi, Kafkasya'nın eski mozaik üslubuna uygundur. Döşeme üzerinde 60m2'lik alanda 12 renkli küp biçiminde taşlarla, inek, eşek, dana, güvercin, tavus, balık, meşe yaprağı ve nar yaprağı resimle işlenmiştir. Kilisenin mihrabındaki mozaikler, çok ilgi çekici idi; burada "Yaşam Kaynağı Su Şadırvanı" ve vaftiz yeri dikkati çekmektedir. "Yaşam Kaynağı Su Şadırvanı" nın üzerine bir erkek geyik, yavru geyiklerle ana geyik eğilmiş biçimde "Yaşam Kaynağı" sembolize edilmektedir. Vaftiz yeri ise , su ile dolu, üzerinde iri bir çam kozalağı bulunan bir ağaç gövdesinin yükseldiği bir kabı sembolize etmektedir. Şadırvandan fışkıran sular altında yıkanan dört kuşun çevrelediği insanın mozaikle temsil edilmesi çok güzel bir biçimde işlenmiştir. Akademisyen L. Matsulevitch'in bu konuda söyledikleri: "mozaikli kilise, kazılar sonucu incelemeye açılan, Kafkas kıyılarında, çok eski kilise yapılarının şimdilik tek örneğidir. Mozaiklerin yerli destanlardan ve halk karakterlerinden koparılması için bir sebep yoktur. Bunlar yerel ekol mozaikçilerinin Pitsunda mozaiklerinin yapılmasına katıldıklarına ilişkin delillerden biri olarak yararlı olabilecektir." şeklindedir.
Antik Pitsunda'nın değişik yerlerinde bilim adamlarınca gün ışığına çıkarılan, diğer mozaik örnekleri üzerinde de durmak gerekir. Kale saraylarını bezeyen mozaik işleri arasında özelikle göze çarpanlar şunlardı: Fillerle aslan avı, su ejderi Figürü, su perisi ve diğerleri... Karadenizin doğu kıyılarının başka hiçbir antik kentinde mozaik sanatı büyük Pitiunt da olduğu kadar görkemli değildir.
Antik Pitiunt'un yüksek kültürüne diğer anıtlarda tanıklık etmektedir. IV. yüzyıla ait antik hamamın üç odası, büyük su sarnıcı, iyi korunmuş, kollara ayrılan kanalizasyon şebekesi ve birde su ishale hattı başlıca anıtlardır. İnşaat malzemesi olarak Pitiunt'un yapımında deniz konglomerası, kum taşı, mermer, kiremit ve nehir taşları ve kireç harcı kullanılmıştır.
Orta çağ Abhazya'sının en büyük mimari kalıntısı Pitsunda Kilisesi'dir. Uzaktan bakılınca, hiç solmadan sürekli bir yeşilliğin üzerine, serviler üzerine yükselen beyaz silindir (tambur) üzerindeki küçük kubbesi görülür. Yapının en yüksek bölümleri kubbeye dört yandan yaklaşır ve böylece "Grek Haçı" olarak isimlendirilen şekil ortaya çıkar. Kilise tipinin adı da bu şekilden kaynaklanmaktadır; "Haç Kubbeli". Kilisenin yüksek bölümü, cephede (doğu-batı ekseninde) uzunlama olarak giden ve batıda üç yarı yuvarlak Apsid'i bulunan, bir dikdörtgen oluşturan daha az yüksek bölüme bitişmekte olup orta apsidi daha geniş ve daha yüksektir ve silindirde (tambur) olduğu gibi üç yüksek penceresi vardır.
Yüksekte bulunan dar pencerelerde aydınlatılan iç, yani dikdörtgen biçimdeki bölüm, uzunlamasına, üç uzun bölüme (neflere) ayrılmış olup, bunlardan orta nef en yüksek ve en geniş olanıdır. Kilisenin kubbe ile birlikte dış yüksekliği 29 metre, ve duvar kalınlığı 1,5 metredir. Kilisenin temelleri masif taş bloklardan yapılmıştır. Duvarları kireç harcı ile taştan Abhazya'ya özgü bir tuğladan örülmüştür. Kubbesi daha önceden bakır levhalar ile kaplı iken, bunlar geçen yüzyılda demir saç levhalarla çevrilmiştir. Kilise kireç harcı üzerine kaba örülmüş bir taş duvar ile çevrilmiş olup taşlar 150-200 metre uzaklıktaki antik kent ve kale enkazından elde edilmiştir.
Pitsunda kilisesinin inşaatı X. yy'ın sonları ile XI. yy' ın başlarına rastlar. Bu dönem, Sayın Beygua' nın değimiyle, "Mimarlık sanatının çiçeklendiği dönemdir". Böyle bir anıtın üslubunun yabancı mimari olduğundan da söz edilemez. Çünkü başka ülkelere, başka topraklara götürülen bir sanat, yabancı yöntemlerin ve sanatın tıpkısı olmaktan çıkar, özgün bir üslup alır. Pistunda kilisesini yapı tarzı bize göre, Abhaz halkının bitmez tükenmez yaratıcılık kaynağından yeterince beslenmiştir.
Pitsunda burnunu 1933 yılında gezen ünlü Fransız gezgin Frederic Dübois de Monpereux, "Kafkaslar Çevresinde Yolculuk" adlı altı ciltten oluşan yapıtında bakınız neler söylüyor: "İşte ben, şimdiye dek bildiğim harabelerin en görkemlisi, ve en güzel olanının önündeyim. Harabelerden bana hayranlıkla söz eden olmuştu. Ancak bende bıraktığı izlenim her türlü beklentimin çok üstünde olmuştur. Bu görkemli ve cesurca uygulanan stil, Abhazya'nın bu muhteşem doğasının ortasında insanı şaşkınlığa sürüklüyor."
Dübois de Monpereux'nun kilisenin dış görünüşüyle ilgili sözleri çok ilginçtir. Bu Fransız gezgin, kilisenin çatısını, üzerinde meyve ağaçları dahil bir çok ağacın yerleştiği bir "gök bahçesine" benzetmiş ve bu "romantik" manzaranın kiliseyi çevreleyen peyzaja yeterince uyum içerisinde olduğunu yazmıştır.
Kafkasya'da incelemeler yapan Alman ozanı ve çevirmeni Friedrich Bodenstadt, Abhazlar için çok eski çağlardan beri kutsal olan bir yer olarak, kilise hakkında ilgi çekici bilgiler vermektedir:
"Burada salt dinsel törenler yapılmazdı. Aynı zamanda savaş yürüyüşlerinden önce görkemli and içme törenleri de yapılırdı." Bodenstadt bu yapıtına, savaşa gitmeden önce and içen bir grub Abhaz soylusunun resmini de koymuştur. (Kilise Bahçesindeki Kutsal Meşe ağacının altında)
Kilise zaman zaman beceriksiz onarımcılardan da zarar görmüştür. Odessa Antiquite derneğinin girişimleri ile XIX. yy'ın ortalarında onarımına başlanmış, duvarların badanası yapılmış, bu arada çok değerli kitabelerde yok edilmiştir. Kiliseye en büyük zarar, 1869 yılındaki onarımla verilmiştir. Onarım sırasında kubbe yeni resimlerle süslenmiştir. Kilisenin kuzey-güney ve batı kapıları çıkartılmış, taş döşemenin üzeri tahta ile kaplanmış, böylece kilisenin görünümü değiştirilmiştir. Ancak yapının ana hatları ve karakteri olduğu gibi kalmıştır. 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında kilise Türk askerleri tarafından tahrip edilmiştir.
1958 yılında yeniden onarılmış 1960 yılında bir müze-sergi salonuna dönüştürülmüş ayrıca ilginç akustik özelliği dikkate alınarak bir bölümü konser salonu haline getirilerek bir de org monte edilmiştir.
Son yüzyılda Pitsunda'nın tarih ve arkeoloji özelliklerine bir de Kaplıca tedavisi (Kurort) olanakları eklenerek çok modern dinlence tesisleri açılmıştır. Bu lirik atmosferde tarih, arkeoloji, kumsal, orman, deniz ve Abhaz mutfağının o güzel doğal yiyecekleri ile tanrıların kıskanıp insanlara içirtmek istemedikleri Abhaz şaraplarını bulmak olasıdır. Burada aranılan mutluluğa erişilebilmekte, insanlar tedavi edilirken dinlenmekte ve eğlenebilmektedir. Özetlenirse, Ephesus ya da Aphrodisias antik kentleri Türkiye turizmi için ne anlam taşıyorsa Cennet Pitsunda da Abhazya için aynı anlamı taşımaktadır.
Bu satırları bitirirken Diaspora' da yaşayan bütün Kuzey Kafkasyalılara sesleniyoruz; Geliniz, yaz dinlencenizi, tatillerinizi, Tanrının kendisi için ayırdığı bu cennet Ata yurdunda geçiriniz. Abhaz kardeşlerinizle Vatanı, özgürlüğü, güzelliği, mutluluğu paylaşınız. Pitsunda'ya, Gagra'ya, Ritsha'ya, Sohum'a, Çlow'a gitmek için olanaklarınızı zorlayınız. Böylece yoğun bir istek oluşturulduğunda Abhazya'ya uygulanan o haksız ve insanlık dışı ambargo'nun delinmesi için bir eylem, bir güç birliği de yaratılmış olacaktır.
Ağustos 2001
+''+Özdemir Özbay