Mülteci

İkinci Dünya Savaşı dünya kamuoyunu pek çok yeni olguya aşina etti. Atom bombası, kara mayınları, uçankaleler, kimyasal silahlar ve pekçokları daha günlük konuşma dilinin basit birer parçası haline geldiler. En kapsamlı sözlükler bile yeni baskılar yapmak zorunda kaldı. İnsanlık tarihinin bilinen en kanlı ve ölümcül savaşı bittikten sonra bile yüzbinlerce insanın hayatını onlarca yıl daha etkiledi. Yüzbinlerce Leh, Yahudi, Rus, Alman, Macar, Çek, Kafkasyalı ve birçokları daha yıkıcı savaşın ardından vatanlarından kopup hayatlarının geri kalanını yurtsuz yaşamak zorunda kaldı. Avrupa'nın bir ucundan öbür ucuna düzensiz kitleler halinde savrulan insan toplulukları oluştu. Ve yaşlı kıtanın yersiz, yurtsuz, pasaportsuz, hatta kimliksiz milyonlarca gezgininin yaşadığı sayısız problemler dünya dillerinde yeni bir kelimenin daha yer bulmasını sağladı: Mülteci.

+''+

Birleşmiş Milletler Genel Meclisi'nin 14 Aralık 1950'de, mültecilere yardım ve koruma sağlamak amacıyla gerçekleştirdiği farklı girişimlerden biri olarak Mülteciler Yüksek Komiserliği'ni kurmasının ardından, 1951 Yılı'nda Cenevre'de toplanan BM Konferansı mültecilerin giderek artan sorunları ve dünya çapında patlak veren mülteci krizleri karşısında Mülteci Konvansiyonu'nu kabul etti. Mülteciler Yüksek Komiserliği, “ırkı, dini, tabiiyeti, belli bir toplumsal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri yüzünden, zulme uğrayacağından haklı sebeplerle korktuğu için vatandaşı olduğu ülkenin dışında bulunan ve bu ülkenin korumasından yararlanamayan, ya da söz konusu korku nedeniyle , yararlanmak istemeyen; veya tabiiyeti yoksa ve bu tür olaylar sonucu önceden yaşadığı ikamet ülkesinin dışında bulunan, oraya dönemeyen veya söz konusu korku nedeniyle dönmek istemeyen her insanın mülteci kabul edilmesi zorunluluğunu” kabul eden bu konvansiyon gereği, mültecilerin sığındıkları ülkede korunmalarını sağlamak ve sığınılan ülkeye bu amaç için azami yardımı yapmakla görevlendirildi. Uluslarüstü bir örgüt olmayan BM MYK'nin çalışma prensibi, mültecilerin alması gereken yardımları sağlamak ve korunmalarını üstlenmek yerine ilgili devletleri bu görevleri yerine getirmeye zorlamak, gerektiğinde de destek vermek olarak belirlendi.

Halen mülteci hukukunun en önemli uluslararası resmi belgesi olan ve BM üyesi ülkeleri MYK ile işbirliği yapmaya yükümlü kılan 1951 yılı Cenevre Konvansiyonu ve ismini imzalandığı yıldan alan 1967 Protokolü gereği, üye devletler mültecileri tehlike altında oldukları yerlere geri dönmeye mecbur edemezler ve mülteci grupları arasında ayrımcılık yapamazlar. Mülteciler, en az, sığındıkları ülkelerdeki diğer yabancıların yararlandığı ölçüde, düşünce ve dolaşım özgürlüğü, işkenceye ve onur kırıcı muameleye tabi olmama, çalışma, sağlık hizmeti ve okula gitme gibi temel medeni, ekonomik ve sosyal haklardan yaralanabilmelidir.

Refugees International'a göre şu anda, dünyada, başka bir ülkede güvenlik arayan ve kendi ülkelerinde yerinden edilmiş, % 51 inden fazlasını kadınların oluşturduğu, yaklaşık 50 milyon mülteci ve sığınmacı (mülteci adayı) bulunuyor. Söz konusu kişilerin 21 milyonundan fazlası BM MYK'nin himayesinde bulunurken tahminen bunun 10 milyonunun 18 yaşından küçük çocuklardan oluşması insanlık tarihi açısından oldukça ürkütücü bir tablo. Son on yılda tahminen 2 milyondan fazla çocuğun çatışmalarda ölmesi, 6 milyon çocuğun yaralanması, 1 milyondan fazlasının yetim kalması, halen 87 ülkede çocukların 60 milyon kara mayını arasında yaşama zorunluluğu gerçeği karşısında, küresel barış ve refah için büyük umutlar beslediğimiz 21. yüzyılda, insan hakları konusunda büyük iddiaları olan zengin Kuzey Amerika ve Avrupa devletlerinin, sığınma hakkını kendi mevcut pratikleri doğrultusunda ortadan kaldırma çabalarına tanık olmak tablonun vahametini daha da artırıyor. Konvansiyonun en önemli eksikliği; kişiler ancak vatandaşı bulundukları ülkeden kaçtıkları takdirde mülteci statüsü kazanabiliyor ve uluslararası yardım alabiliyorlar. Birleşmiş Milletler Yüksek Komiserliği'nden Stefan Telöken'e göre, süreç içinde mülteci hareketinin sebeplerinin iç savaşlar, etnik, kabilesel, aşiretsel ve dini şiddeti de içine alır şekilde genişlemesinin ardından, (Çeçenlerin de içinde olduğu) 25 milyondan fazla insan yaşadığı yeri terk etmek zorunda kalmasına rağmen kendi ülkelerinde kaldıkları için mülteci statüsü kazanamıyor. Mültecilerin %90 ı fakir güney ülkelerinde: sadece Afrika, Avusturalya, Kuzey Amerika ve Avrupa'nın barındırdığının iki katından fazla mülteci barındırıyor. Sığınma prosedürünün yetersizliği ve özellikle sözde insan hakları sevdalısı kalkınmış batılıların mülteci kabulündeki isteksizliği, konvansiyonun temel dayanaklarından biri olan sığınma hakkının ihlali olmasının yanısıra, heryıl yüzbinlerce insanın hayatına malolan yasadışı göç ve insan ticaretine de sebep oluyor. Örneğin, 1951 Cenevre Sözleşmesi'ni ve 1967 Protokolü'nü onaylayan ama sığınma taahhüdünü Avrupa ülkelerinden başvuru yapanlarla sınırlayarak ve Avrupalı olmayanlara sadece geçici sığınma hakkı tanıyarak coğrafi çekincelerini kaldırmayan, Asya Afrika Avrupa arasındaki sığınmacı trafiğinin en önemli geçiş noktalarından biri olan Türkiye'de, sadece 2001 yılında, yüz binden fazla insan “kaçak göçmen” oldukları gerekçesiyle yakalanarak, sığınma haklarına ilişkin talepleri dikkate alınmaksızın sınırdışı edildi.

Sudan, Angola gibi fakir Afrikalılar'ın ardından dünyanın en büyük mülteci kaynaklarından biri de Çeçenistan. 1991'de Çeçenistan'ın bağımsızlığını ilan etmesinin ardından, bağımsızlık savaşçıları ve Rus kuvvetleri arasındaki savaş, 1990'ların ortalarına kadar yaklaşık 250,000 insanın evlerini terk edip Çeçenistan'ın diğer kesimlerine, İnguşetya, Dağıstan ve Kuzey Osetya'ya kaçmasına sebep oldu. 1996'da imzalanan ateşkesin ardından yerinden olanların önemli bir çoğunluğu evlerine geri döndü. 1999 sonbaharında Rus kuvvetlerinin tekrar saldırmasının ardından, 200,000 den fazla insan yeniden evlerini terk etmek zorunda kaldı ve bunların önemli bir çoğunluğu İnguşetya ve Gürcistan'a kaçtı. Artan şiddet, Rusya'nın artık gizleme ihtiyacı dahi duymadığı katliam ve baskılar yüzünden siviller evlerini terk etmeye devam ediyor ama artık sığınabilecek yer de bulamıyorlar. Uluslararası insan hakları örgütlerinin şu anda İnguşetya'da 250,000 den fazla Çeçen mülteci olduğu konusunda hemfikir olmasına rağmen Rusya İçişleri Bakanlığı Federal Göç Hizmetleri'nin verdiği rakamlara göre İnguşetya'da şu anda 147,000 Çeçen mülteci bulunuyor. Norveç Mülteci Konseyi bunların sadece 68,000'ine federal yetkililer tarafından mülteci olarak muamele edildiğini iddia ediyor. İnguşetya'daki mültecilerin %60'ının kendilerini konuk kabul eden ailelerin yanına sığınmış olması, fidye için adam kaçırma ve “ortadan kaybolma” olaylarının mağduru olmak istemeyen pekçok Çeçen'in gizlenmesi ve Rus yetkililerin rakamları düşük tutmak için 2003 Martı'ndan beri kayıtları dondurmuş olması kesin rakamların bulunmasını engelliyor. Mülteci kamplarındaki pekçok Çeçen, geçen beş kışı donmuş zemin üzerine kurulmuş çadırlarda geçirdi. Uluslararası yardımların önemli bir kısmı daha kamplara dahi gelmeden yağmalanıyor. Faili meçhul cinayetler, kaybolma ve kaçırılma olayları her geçen gün artıyor. Genç erkekler ya savaş nedeniyle neredeyse tüm varlığını kaybetmiş ailelerinden alınacak fideyeler için kaçırılıyor ya da “kendiliğinden” ortadan kayboluyor. Mülteci Çeçenler'in vahim güvenlik, barınma, beslenme ve sağlık (özellikle akıl sağlığı) problemlerine, Rusya'nın onları tekrar evlerine gönderme isteği de eklendi. RI'ye göre, özellikle İnguşetya'daki mülteci kamplarının sakinleri (Rus resmi kaynaklarına göre tüm mültecilerin % 40'ı) yetkililerin çoktan harabeye dönmüş, hiç bir altyapısı kalmamış ve halen savaşın devam ettiği topraklarda bulunan evlerine geri dönmelerini “teşvik etmek” amacıyla çadırları kaldırmakla ve zaten çok kısıtlı bir kısmı ellerine geçen yardımları kesmekle tehdit ettiklerini söylüyorlar. Gürcistan'daki ve diğer komşu ülkelerdeki mültecilerin durumları da İnguşetya'dan farklı değil. Hemen neredeyse hepsi başta güvenlik olmak üzere beslenme ve sağlık problemleri yaşıyor. Neredeyse hiç bir çocuk eğitim almıyor. Verem ve hepatit gibi hastalıklardan ölenlerin sayısı her geçen gün artıyor.

Şu anda gözüktüğü kadarıyla her ne kadar pekçok barınma ve beslenme sorunu yaşıyorlarsa da, Dağıstan, İnguşetya, Gürcistan ve Çeçenistan'daki kamplarda yaşamak zorunda kalan kardeşlerinin yaşam koşulları düşünüldüğünde, Türkiye başta olmak üzere Avrupa ülkelerine kaçabilmiş olanlar en şanslıları. Avrupa'daki Çeçenlerin önemli bir kısmı halen sığınmacı konumunda olmasına rağmen en azından adam kaçırma ve etnik temizlikten kurtulabiliyorlar. Pratikte, maalesef bir faydası olmamakla birlikte, Türkiye'de bulunan Çeçenlerin de çok önemli bir kısmı “yabancı ülke vatandaşı” statüsünde geçici ikamet iznine sahipler. Yardımseverlerin ve birkaç sivil toplum kuruluşunun cansiperane çabaları sayesinde, zar zor ayakta durmayı başarabiliyorlarsa da, en azından teoride, mülteci statüsünden daha üstte yer alıyorlar.

Kitleleri peşinden koşturan pek çok sanatçı, medeniyet tarihini etkileyen pek çok bilim adamı hayatlarını mülteci olarak geçiriyor, sığınmacı kabulünün en çekingenlerinden Türkiye'de bile 8,000'den fazla mülteci yaşıyor ama mülteci sözcüğü, pek çoğumuzun ne ifade ettiğini bilmediğimiz, ezilenler, mazlumlar için önemini kavrayamadığımız bir kavram. Her yıl yüzbinlerce insan savaşlar, katliamlar, din ya da mezhep çatışmaları, siyasi düşünceleri ya da milliyetleri yüzünden evlerini terk etmek zorunda kalıyor. Biz kardeşimizle bile odamızı paylaşma sorunları yaşarken, binlerce insan birkaç metrekarelik çadırların oluşturduğu kamp şehirlerde, açlık, sefalet ve hastalıklarla mücadele ederek hayatta kalmaya, kendilerine bir gelecek bulmaya çalışıyor. Zengin kuzey iki saatlik elektrik kesintilerine isyan ederken dünyanın pek çok bölgesinde çocuklar elektriği tanımadan büyüyor, su kesintileri hükümetleri devirirken, Afrika'da çocuklar kilometrelerce mesafelerden su taşımak zorunda kalıyor. Ve Çeçenistan'da, insanlar, eğer katliamlardan, keskin nişancılardan ve sarhoş Rus askerlerden kurtulmayı becerebilirlerse, komşu ülkelerin mülteci kamplarında açlık, hastalık, soğuk ve mafya ile mücadele ediyor. Vatanını terk etmek zorunda kalan bir kişi için mülteci sayılmak tekrar insan sayılmak, tekrar ve hatta belki ilk kez insan haklarına sahip olmak anlamına geliyor. Mülteci olmak, yurtsuz bir insan için varolmak demek. Mülteciler ne sadece sığınılan ülkelerin, ne de BM in sorunu... Yaşamın kıyısındaki bu insanlar tüm insanlığın ayıbı, ve bu ayıbın telafisi için herkes üstüne düşeni yapmak zorunda.

+'



'+C'upe Murat Canlı

Share