Saakaşvili’nin Ufku

Amerika'da eğitim gören genç Saakaşvili, yine Amerika’nın desteğinde yumuşak bir ayaklanmayla Şevarnadze’yi indirerek başkanlık koltuğuna yerleştikten sonra, kendisine güvenen çevrelere ve halkına bir takım mesajlar vermek, dirayetli bir başkan olduğunu göstermek zorunda idi.

+''+

Acaristan'da etkin ve deneyimli görüntüsüne rağmen, yolsuzluklara, kirli işlere bulaşmış, kendi halkının gönüllü desteğini yitirmiş, artık miadını doldurmuş yaşlı Abaşidze, ABD destekli genç Saakaşvili için iyi bir hedefti. Onu alaşağı etmek, Saakaşvili'ye bir prestij kazandırabilirdi. Üstelik Abaşidze, sanıldığı kadar zor bir lokma da değildi. Zira hem kendi halkı, hem de Rusya, kendisinde artık bir gelecek görmüyordu. Rusya için, Gürcistan’ın kaderinde en azından uzunca bir süre söz sahibi olacağı kesinleşen Saakaşvili ile daha işin başında ters düşmenin bir anlamı ve yararı yoktu. Rusya, “ne şiş yansın, ne kebap” anlayışıyla hareket etti. Hem Abaşidze’yi okşadı, koruma ve güvence şemsiyesine aldı, hem de onu iktidardan uzaklaştırarak, Saakaşvili’ye “bu kıyağımı unutma” dedi. Bu gelişmede Rusya’nın eski Dışişleri Bakanı ve şimdiki Güvenlik Konseyi Sekreteri Gürcü kökenli İgor İvanov’un kişisel etkisini de gözardı etmemek gerekir.

Ama öyle anlaşılıyor ki, genç Saakaşvili durumu tam olarak böyle değerlendirmedi. O, kendi yüksek siyasal stratejisi ve becerisiyle Şevarnadze’yi alt ettiği gibi, bu ulusal-demokratik zaferini iyi algılayıp değerlendiremeyerek horozlanan yaşlı Abaşidze’yi de, estirdiği rüzgarla korkutup kaçırmıştı. Nitekim bu zaferin hemen ardından hızını alamayarak, sırada Güney Osetya ve Abhazya’nın bulunduğunu, açıkça ve pervasızca ifade etmesi bunu gösteriyordu.

Öyle anlaşılıyor ki; Saakaşvili bazı şeyleri gözden kaçırdı. Oysa ne Gürcistan'daki “kadife devrim” ve seçim başarısı, ne de Acaristan’daki Abaşidze zaferi Saakaşvili’nin kendi siyasal güç ve yeteneğinin sonucuydu. Yalnızca filmin senaryosu öyle kurulmuştu.

Öte yandan, 90’lı yılların başından beri Kafkasya ile yakın ilişkiler kuranlar bilirler ki, genel olarak eski Doğu bloku halklarının sosyalist dünya görüşünden gelen bir saflıkları vardır. Onları ikna edip yönlendirmek nispeten daha kolaydır. Bu yüzden Gürcistan seçimlerinde halkın Saakaşvili’ye %70’lere yaklaşan düzeyde oy vermiş olmasını halkın bilinçli ve gönüllü desteği olarak yorumlamak yanıltıcı olur. Saakaşvili’nin dünyanın tek süper-hiper gücü olan Amerika’da eğitim görmüş olması, ciddi ekonomik ve siyasal sorunlar içinde debelenip durmaktan usanmış Gürcü halkı tarafından bir kurtuluş umudu olarak değerlendirilmiş olabilir. Bu, Gürcü halkının Saakaşvili’ye kayıtsız-şartsız destek olacağı anlamına gelmemektedir.

Gürcistan halkı da diğer halklar gibi, savaş değil, barış istiyor, yoksuluk ve yoksunluk değil, huzur ve refah istiyor. Sorunlara mazeret üretmek değil, çözüm istiyor. Gamsakhurdiya’yı da, Şevarnadze’yi de bu umut ve beklentilerle destekleyip iktidara getirmişti. Ama ikisi de gözüne kestirdiği küçük özerk cumhuriyetlere karşı horozlanmak suretiyle halkın dikkatini başka yerlere çevirmeye, ekonomik sorunları ve başarısızlıkları gözlerden kaçırmaya çalıştı. Ama sorunlar, saklanmakla çözülmüyor. Çözülmeyince de halk, doğal olarak başka bir umut arayışına gidiyor.

Saakaşvili, en azından ilk açıklamalarında, bu deneyimlerden yeterince ders almış görünmüyor.

Kaldı ki, Güney Osetya da, Abhazya da Acaristan değildir. Acaristan halkının egemen nüfusu (genel nüfusun yaklaşık yarısı) Gürcü kökenlidir. Diğer yarısı ise Rus, Türk ve başka etnik kökenlidir. Acaristan’ı Gürcistan’dan farklı kılan, belki ona özerk cumhuriyet statüsü verilmesini gerektiren temel özellik, halkının başka bir etnik kökenden olması değil, yarıdan çoğunun müslüman olmasıdır. Yalnızca müslüman olmak ise, hele ciddi bir dinsel baskı sözkonusu değilse, Acaristan halkına, Gürcistan'a karşı savaşı, ölümü göze aldıracak kadar güçlü bir motivasyon sağlayamaz.

Oysa Güney Osetya’da ve Abhazya’da durum tamamen farklıdır.

Her ikisinin de halkı Gürcü değildir. Her ikisi de geçmişte ciddi ulusal baskılar yaşamışlar, bu baskılara karşı direnmişler, özerkliklerini fiili bağımsızlık düzeyine yükseltmişler ve aradan geçen uzun yıllara, hiç de hak etmedikleri yoğun ablukalara, izolasyonlara karşın, fiili bağımsızlıklarını onurlarıyla korumuşlardır ve korumaya da kararlıdırlar. Kaldı ki, onlara yöneltilen bir saldırı, kardeşleri ve akrabaları olan diğer Kuzey Kafkasya halklarını da (Anayurt ve diaspora kesimleriyle) rahatsız etmekte ve harekete geçirmektedir. Geçmişteki deneyimler bunu açıkça göstermiştir.

Saakaşvili, bütün bunları hesap etmeden “sırada Güney Osetya ve Abhazya’nın bulunduğunu” ağzından kaçırmışsa da her halde daha sonra aldığı uyarılarla farkına varmış olmalı ki, söylemlerinde bir değişiklik, bir yumuşama görülmeye başlamıştır. En azından artık Güney Osetya ile Abhazya’yı aba altından sopa göstererek, silah zoruyla ilhak etmeye kalkışmaktan vaz geçmiş, onları da bir bakıma gelenekselleştirdiği “kadife devrim” yoluyla, daha da önemlisi, Gürcistan’ın ekonomisini geliştirip güçlendirmek, çekiciliğini artırmak suretiyle gönüllü olarak Gürcistan Federasyonu’na yeniden çekmeyi hesaplamaya başlamıştır.

Kuşkusuz bu, önemli bir gelişmedir.

Herkes “zorla güzellik olmayacağını” iyi anlamalıdır. Avrupa Birliği örneğinde olduğu gibi, tamamen bağımsız devletlerin bile bağımsızlıklarından ödün vererek birleşmeye çalıştıkları günümüzde, çok daha önceden beri federal bir çatı altında birleşmeyi başarmış ulusların ayrışmaları bir çelişki gibi görünebilir. Ancak unutulmamalıdır ki, gerçek birlik, gönüllü birliktir. Bu da karşılıklı saygıdan, “herkese hakkını vermek”ten, gerçek bir güven ve güvenceden geçer.

Gürcistan da, Rusya da, diğer bölge ülkeleri de gerçekten birlik ve beraberlik istiyorlarsa, birlik ve beraberliğin getireceği sinerjiyi önemsiyorlarsa bu gerçeği anlamalı ve buna göre yapılanmalıdırlar.

Bu arada Saakaşvili'nin “sırada Güney Osetya ve Abhazya'nın bulunduğunu” telaffuz etmesinden hemen sonra destek aramak için Türkiye’ye gelmiş olması anlamlı ve düşündürücüdür. Gerçi son yıllarda Türkiye’nin Gürcistan’a büyük önem verdiği bilinmektedir. Türkiye, Gürcistan’ın bağımsızlığını tanıyan ilk ülkedir. İki komşu ülke arasında elbette iyi komşuluk ve dostluk ilişkileri olmalıdır. Bunu anlayışla karşılamak ve takdir etmek gerekir. Biz de diasporadaki Kuzey Kafkasyalılar/Çerkesler olarak bunun dışında bir anlayışla hareket etmiyoruz, etmemeliyiz. Esasen Atatürk’ün gösterdiği “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesi de bunu gerektirir. Ama ne yazık ki, Türkiye uzun yıllar bu anlayış ve ilkeye aykırı politikalar izlemiş, bütün komşularıyla soğuk, hatta kavgalı bir görüntü vermiştir. Bunu büyük bir talihsizlik ve siyasi ferasetsizlik olarak değerlendirmek ve terk etmek gerekir.

Ne var ki, komşularla iyi komşuluk ve dostluk ilişkileri kurarken de, bu ilişkileri yalnızca kısa vadeli basit özel çıkarlara değil, evrensel değerlere, evrensel değerlerle örtüşen kalıcı bölgesel yarar ve çıkar ilişkilerine dayandırmak gerekir. Başkalarına karşı haksızlık oluşturan ilişkiler “iyi” ve kalıcı olamaz. Yaşama hakkının ulus düzeyindeki uzantısı olan ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı, bu evrensel değerlerin başında gelmektedir. Cumhurbaşkanımızın medyada yer alan açıklamasında “Gürcistan’ın toprak bütünlüğüne” vurgu yapmasını bir ölçüde anlayışla karşılamak mümkün olmakla birlikte, Güney Osetya’nın Osetlerin ve Abhazya’nın Abhazların toprağı olduğunu, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını hiç sözkonusu etmemesini, KKTC’de bir devlet politikası olarak savunulan çözümün, Abhazya’da ve Güney Osetya’da unutulmasını anlamak mümkün değildir. Bu bir çifte standarttır ve güçlü bir bölge, hatta dünya ülkesi olarak görmek istediğmiz Türkiye' Cumhuriyeti’ne hiç yakışmamaktadır.

Umarız ve dileriz ki, bu konuda Abhazya Dayanışma Komitesi odaklı Kuzey Kafkasya diapsorası, devlet yetkililerini gereği gibi enforme etmişlerdir. Yöneticilerimiz de bu enormasyonu iyi değerlendirmişler, kapalı kapılar ardında Saakaşvili’ye kayıtsız şartsız destek vaad etmemişler, sorunların mutlaka barış içinde, ulusal kimkliklere, haklara ve özgürlüklere saygı temelinde diyalogla çözülmesi gerektiği konusunda kararlı bir duruş sergilemişlerdir. Umarız ve dileriz ki, Saakaşvili’nin yumuşayan son söylemlerinde bu duruşun da etkisi vardır.

Kuzey Kafkasyalılar olarak biz de bu gelişmelerden bazı dersler çıkarmalıyız.

Her şeyden önce konuya, kendi sorunlarımıza ilgi ve duyarlılıklarımızı asla kaybetmemeli, tam tersine bu ilgi ve duyarlılıklarımızı kararlı biçimde geliştirmeliyiz.

Bunun için önce Kuzey Kafkasya’daki cumhuriyetlerimizin kendi aralarındaki işbirliği ilişkilerini geliştirmelerini özendirmeliyiz. Herhangi bir cumhuriyetimiz, diğerlerini de ilgilendirecek bir adımı kendi başına atmamalı, önceden bir ortak karar ve irade arayışına girmelidir. Bu süreç, Kuzey Kafkasya Cumhuriyetleri Parlamentolar arası Danışma ve Dayanışma Kurulu gibi ortak bir danışma organı ile başlatılabilir.

Aynı şekilde gerek anayurttaki, gerekse diaspora ülkelerindeki sivil toplum kuruluşlarımız, önce her bir ülkede sağlam demokratik yapılar halinde kurumlaşmalı, sonra da diaspora ülkeleri ve anayurt arasında kurumsal ilişkilerini geliştirmek suretiyle yukarıda belirtilen sürece daha etkin biçimde katılmalıdırlar.

İçtenlikle ve kararlı biçimde çözüm isteyen bölge halkları, sivil toplum ve devlet yönetimleri olarak, bölgedeki senaristleri/siyasi aktörleri dikkate almayan politikaların başarı şansı olmadığını unutmamalı, örgütlü ve etkili bir biçimde Amerika’yı, Rusya’yı, Türkiye’yi enforme edip etkilemeye, yönlendirmeye çalışmalı, buna uygun biçimde yapılanmalıyız.

Asıl önemlisi de, ulaşmak istediğimiz hedefleri, çağın evrensel değerleriyle uyumlu biçimde formule etmeli, ona uygun stratejiler oluşturarak uluslar arası destek şansımızı arttırmalıyız.

+'



'+Fahri Huvaj

Share