Benim Pazar Günüm Böyle Geçti

Şaka yaptığımı sanmış Sine saat 01:00 de telefonla “çay demle, geliyoruz biz” deyince, kapıda görünce inandı. Gerçi kocasını (!) mutfakta olduğumuza ikna etmesi epey uzun sürdü ama neyse, gecenin yarısı misafirlikten çağırdığımız Süleyman’ın ısmarladığı kokoreçten sonra çok iyi gitti çay... Murat’ın sevgi dolu “sabah yola gideceksiniz hadi gidin dinlenin” ısrarları ve herbiri kendi başına bir edebiyat şahaseri küfürleriyle süslü ardı arkası gelmez “hele siz bi evlenin ben o zaman göstereceğim size” tehditleri olmasaydı sabahı bulurduk herhalde... İyi de oldu gerçi, üç gündür uyumuyorduk zaten. Annem haklı galiba... “Senin deli olduğun yetmiyor, arkadaşların da deli....”

+''+

Yarım saat erkene kurdum ilk önce saati, anca kalkarım ben bu yataktan dedim kendi kendime ama sonra tantananın başlangıcının Ziya olduğunu hatırlayıp hemen geri düzelttim. Köprünün altında ağaç olmanın gereği yok dedim sabahın köründe, ve telefon yağdırmanın... “nerde kaldın hajı?” Ovanın ortasındaki dağ tesislerinde sabah çayı, peynirli gözleme, dometes, petek bal... Her 5 kilometrede bir eğilip hızımı kontrol eden ve her sollamada kapının kolunun sağlamlığını daha bir şiddetli deneyen Buket’in en kısası 15 dakika süren el yıkama fasılları... Turhal Grubu’na sessiz ama gönülden bir selam... Samsun’un neyi meşhur? Ulular ulusu şeyhim Erol Abi’nin uzun saplı “Yaw siz nasıl Samsunlusunuz? Nasıl bilmezsiniz gideceğimiz yeri...?” fırçaları eşliğinde, 13:30 suları selam sana Doğu Park... Park sorunu, mangallardan gelen et kokuları, her tarafı ormanlarla kaplı biryerde insanların şehrin ortasında bir parkı 3er metrekare parselleyip piknik yapmalarına şaşkınlık, deniz kokusu, parlayan güneş, matemin rengine isyan, yakalarında kokartları ve siyah tişörtleriyle top oynayan çocuklar, sahil yolunda kalabalığa umarsız aşıklar... 15 dakika el yıkama molası, ciğerlere bayram...

Açılış Samsun Derneği’nden... Israrlara dayanamayıp gelen Muhittin Abi’den “kısa” bir konuşma - ben bu performansa hayranım, uykusuz her gece, yorgun ölesiye - yarım saat önce top peşinde yeşillikleri gülücüklerle yıkayan çocuklardan sürgün andı, meraklı ziyaretçiler, saygı duruşunda alanda yükselen tek Adıge Bayrağı Ankaralı ellerde... “Minik” ama yaşlı bir tiyatro oyunu “bir avuç vatan toprağı”, gölge arayan izleyiciler, ne söylediğini anlamadığım ama kalbinden geçenleri hissedebildiğim, elinde mızıkası, belki gözyaşları gözükmesin diye, belki utandığından ve hatta belki boynu ağrıdığından kafasını kaldırmadan içini döken Asetin teyzem, Kayseri’den sürgünün sesine tempolu destek, Göker’in uzattığı saçları, orotoryo... Düşmemek için ele sıkı sıkı dolanmış ipler, yamçının altında terden renk değiştirmiş Çerkeskalar, Samsun Kafkas Derneği Karadeniz Ordu Komutanlığına bağlı güdümlü pankartlarla silahlandırılmış balıkçı krüvazörleri sürgün tatbikatında resmi erkanı ve halkı selamlıyor... “Ankara’dan gelip sahilden fotoğraf çekmeye çalışan genç denize düşüp rezil oldu... Olayı gören Samsun Ahalisi, özellikle genç kızlar kahkaha krizine girdi, valilik komşu illerden krize giren vatandaşlar için ambulans desteği istendiğini açıkladı... Gencin denize düşerken çekilmiş fotoğraflarını tşört yapan genç bir girişimci vergi rekortmeni oldu.. “

Aman aman, ben yukarı çıkıyorum...

Kesinlikle matemin rengini değiştirmek gerek... Sıcak, çok sıcak...

Sivaslı kardeşler de gelmiş Samsun’a, Muhittin Abi’yi görünce sohbet etmek istemişler... Anakent sosyal tesislerine kısa bir yürüyüş, gençler hüznü sevmiyor, adı üstünde delikanlı, damarlarından fışkırıyor eğlence, ha marje... Yüceler yücesi şeyhimin emriyle biz de katılıyoruz sohbete, dinliyoruz. Üst katta havuç, cam kenarı hayranlarıyla dolu olmasa kuvvetle muhtemel daha verimli geçecek toplantı. Önce gençler tekmil veriyor, emirle kısa künye... Salonda yaşlı yok, sorular, temenniler, havuç gürültüsünden anlaşılmayan cümleler... Sivas otobüsü kalkıyor da bitiyor sohbet, bıraksalar sabahlıcak Muhittin Abi, gençlerle gençleşiyor, yorgunluk hak getire, anlatıyor her aklına geleni, Abhazya’dan Hattiler’e...

İki arada bi derede hızlı bir eyvallah, kaçıyoruz Muhittin Abi dernekte bekleyen Samsunlu gençlerle kucaklaşmaya giderken... Lisenin parkı, çiftlikte kısa bir yürüyüş, kapalı pide...

“Hajı vallahi bu ameliyattan sonra benim gözlerim gece araba kullanınca hemen yoruluyor, önce ben süreyim...”

Tekrar dağ tesisleri, serin hava, sıcak çay, Buket’in el emeği göz nuru patesli börekleri, anamın kağıtlı kekleri, sıcak leblebi, derin nefes el yıkama, tekrar yola... Süleyman’ın omzunda derin bir uyku... Kerim öyle. Değil. Öyle. Değil. Pariiiiiiis şerefsiz.... “Beyefendi yorgunuz galiba biraz. Fenerin pilleri zayıf da değil, ışığı kuvvetli ama...” “Kusura bakmayın, bi “şey” konuşuyoduk da dalmışım, fark etmemişim sizi.“ “Evraklarınız lütfen...!” “Ya Ziya sen neden Kerim’e şey dedin şimdi..?” Uykumu kaçırıyorlar, dayanamıyorum, dahil olup konuyu kapatıyorum. “Paris şerefsiz, Kerim öyle. Seviyosan da öyle kabul edeceksin artık onu...”

Sabah zor kalkıyorum yataktan... Dolmuşa benden önce bi Çerkes Güzeli binmiş... Üsküdar bu sene kalabalıktı diyor, 500 kişi vardı... İstanbul’da 500 kişi... Ben Samsun’da 1000 i beğenmiyorum, fırçalıyorum kuzenleri bu mudur bre...!

Benim Pazar günüm böyle geçti. Pazar gününü benimle geçiren herkese teşekkürler... Sizinle saatlerce yol gitmek, omzunuzda uyumak, Paris’in şerefsizliğini konuşmak, sürünmek, terlemek ve aç kalmak çok güzeldi...

+'



'+C'upe Murat Canlı

Share