Bulundukları jeopolitik konum nedeniyle Kuzey Kafkasya halkı, tarih boyunca birçok saldırıya maruz kalmıştır. 1556 yılında tahta geçen Çar 4.Ivan’la başlayan ve 1864 yılına kadar süren savaşlar sonunda çok acıdır ki, Çerkes halkının büyük bir kısmı yok edilmiş, hayatta kalanlar ise yurtlarından sürgün edilmişlerdir. Rusların Karadeniz sahiline inme istekleri büyük bir trajedinin doğmasına sebep olmuştur. Yaklaşık 300 yıl süren savaşlar süresince, Rusların 1.000.000 üzerinde asker kayıplarına rağmen, güneyi ve Kafkasya’yı ele geçirme arzuları nedeniyle Çerkes halkının da büyük çoğunluğunu yok etmişlerdir.
+''+Bugüne değin birçok ülkeden (Rus, Amerikalı, Ingiliz, Türk) yazar, asker, araştırmacı ve tarihçi tarafından, bu soykırımın ne denli büyük boyutlarda olduğuna dair birçok açıklama yapılmıştır. Tüm dünyanın kabul ettiği bu trajik olayı halen bazı çıkarcıların göz ardı etmesi, dünya sahnesindeki oyunlar göz önüne alınırsa, hiç de şaşılacak bir durum değildir. Bugün anavatandaki varolan ekonomik, sosyal, kültürel, politik sıkıntılar tamamen ortadan kalkmış ya da çözümlenmiş değil. Fakat, bu amaç doğrultusunda birçok çabanın sarfedildiği haberlerini alıyoruz
Kaldı ki, hala tamamen özgür olmamasının yanında, bazı bölgelerden gelen silah sesleri de susmuş değil. AbhazyaŽda ve Çeçenistan’da, geçen yıllarda dilediğimiz acı dolu günlerin bitmesi ve barış istekleri hala gerçekleşemedi! Değişen dünya ve değer yargıları doğrultusunda birçok sistem de değişti. Büyük savaşlar sonunda, bugün devletler birbirleriyle ekonomik, sosyal, kültürel ilişkilerini sürdürebilmekteler. Bu bağlamda bakılacak olursa, yukarıda bahsedilen dilekler hiç de hayal değil! Gelecekte, Kuzey Kafkasya olarak ulusal varlığımızı sürdürebilmek için biz de bu çarkın içinde, daha demokratik şartlarda yaşam adına çaba göstermek durumundayız. Anavatan dışında yaşayan Kuzey Kafkasyalılar da aynı mantık çerçevesinde, bulundukları ülkeler ve Rusya Federasyonu ile sosyal, kültürel ve özellikle ekonomik anlamda güçlü bir ilişki içinde olmalılar.
Artık son yıllarda, 21 Mayıslarin sadece ağlama, ağıt günü olmadığını dile getiriyor ve bu bilinçlenmenin giderek arttığını düşünüyorum. Elbette ki böylesine büyük bir trajedinin dünyadaki örnekleri çok az ve bu gerçekten çok acı bir olay. O yıllara dair yaşananları yüreğimizde hissediyoruz. Fakat olaya sadece bu pencereden bakmak yanlış. Sürgün edilen bir halkın torunları olarak, hala ortada bir dil sorunumuz var ve bu sorun, son dönemde AB Uyum Yasaları doğrultusunda "anadil kursu" şeklinde ortaya çıkan sevindirici bir durum gibi gözükse de, hala devam etmektedir. Sonuçta bir kültür asimilasyonu içindeyiz! Bu kaygıyı içinde hisseden herkesin sadece 21 Mayıslarda değil, her zaman bu bilinçle hareket edip, "Kafkasya temeline dayalı" projelerde bir araya gelmesi bir zorunluluktur. Birçok ülkenin şirketleri Kafkasya’nın barındırdığı güzellikleri görüp, yatırımlarını çoktan yapmış durumdalar. İthalat ve ihracat olanaklarının son derece yüksek olduğu anavatanımızda, Kafiad’la bağlantılı olarak birçok yeni projeye imza atabiliriz. Bunun dışında bilimsel araştırmalar, öğrenci değiş, tokuşu, arazi edinme, tatillerimizi orada geçirme gibi daha birçok Kafkasya temelli projede bir araya gelebiliriz. Unutulmamalıdır ki, bulunduğumuz ülkede ulaşacağımız maksimum ekonomik, sosyal ve kültürel konum aynı ölçüde anavatana yansıyacaktır.
Anavatanımızdan sürgün edilişimizin 140. yılını, 21 Mayıs’ta dünyanın birçok bölgesinde anacağız. Yüreğimizdeki acının belleğimize, bilinçlenme şeklinde seslenmesi dileğiyle...
+''+Sine Göksoy